Giriş: Korona günlükleri (1)
Tüm dünyayı kasıp kavuran COVID-19 salgını sebebiyle üç gündür evdeyiz. Mağusa’da ilk vakanın görüldüğü günden bu yana, hayat eskisi gibi değil.
Virüs ile alakalı olarak alınması gereken önlemler fazlasıyla dillendiriliyor. Bana göre en önemli mesele, panik yapmadan moralleri iyi tutabilmek. Çünkü, takdir edersiniz ki 14 gün evde kalmak kolay bir mesele değil.
Evde kaldığım ilk üç günü, hayatın geçiciliğini hatırlatan bir vesile olarak özetleyebilirim. Bu tarz krizler, yaşam tarzımızı sorgulamak için aslında birer fırsat olarak da görülebilir. Geçici bir hayatın içinde sevdiklerimize yeterince vakit ayırıyor muyuz? Yeni şeyleri halen merak ediyor muyuz, yoksa robot gibi mi yaşıyoruz? Hızlı yaşamak iyi bir şey mi? Yavaşlayıp güzellikleri fark etmenin zamanı gelmedi mi?
Bu soruların cevabı herkes için farklıdır. Ancak, bazen fazla hoyrat davrandığımız ve sahip olduğumuz imkânların değerini tam anlamadığımız sanırım biraz aşikar bir gerçek. Bu karantina dönemi, yavaşlamak ve yanlış yaptığımız şeyleri sorgulamak, uzun zamandır ihmal ettiğimiz hobileri gerçekleştirmek için güzel bir fırsat olabilir.
Peki evde ne yapılır? Elbette çok şey yapılır, bunlardan bir tanesi de kitap okumaktır. Kahve ve kitap ikilisi çok güzel bir moral yükseltici olabilir.
Simyacı: Basit şeyler en olağanüstü şeylerdir.
Uzun zamandır kitap okuyamayan, konsantre olamayan birisi olarak Paulo Coelho’nun yazdığı Simyacı kitabını çok rahat ve odaklanarak okuyabildiğimi söylemeliyim. Yazar gerçekten akıcı ve güzel bir dil kullanmış. Sayfaları çevirdikçe, merakınızı arttıran bir olay örgüsü var.
Tüm kitap, Endülüslü çoban Santiago’nun Mısır piramitlerine ulaşmak için yaptığı bir yolculuk üzerine geçiyor. Bu yolculuk sırasında hayatın anlamından, yüreğinin sesini dinlemeye oradan da işaretlere ve seyahat etmenin önemine varıncaya kadar bir çok konu işleniyor. Çobanımız maalesef biraz talihsiz bir karakter, ancak başına gelen kötü şeylerden sonra yılmayarak hedefine yürümeye devam ediyor, sonunda aradığını buluyor da…
Hikâyenin bir yerinde; düşlerinin ne olduğunu çok iyi bilen, ancak bunları gerçekleştirmek istemeyen insanlarla karşılaşıyor çobanımız. Kimi insan hayalini gerçekleştirmek ister, kimisi ise hayalin varlığı ile yaşar, gerçekleştirmekle ilgili bir derdi yoktur. Ana karakterimiz Santiago, hayalinin ve yüreğinin peşinden giden birisi olarak bu duruma oldukça şaşırır.
Elbette hayallerimizi ve yüreğimizi dinlerken, yeterince istemek de çok önemli bir faktördür. Yolculuğunun başında bir krala rastlayan Çoban Santiago, bir sohbetleri sırasında şu lafı işitir: “Bir şeyi coşkuyla istediğin zaman, tüm evren onu gerçekleştirmek için işbirliği yapar.”
Bana göre, kitabın verdiği en önemli mesaj mutluluğu nasıl bulacağımız konusundadır. Elbette daha çok ipucu verip sürprizi bozacak değilim. Brezilyalı yazar, Paulo Coelho’nun 1988 yılında yazdığı Simyacı, aşk ve hayat üzerine daha bir çok ders ve mesaj veriyor. Burada bahsettiklerim, yalnızca benim en çok beğendiğim ve etkilendiğim kısımlar…
Simyacı, masalsı bir hikâye arayanlar, içindeki çocuğu öldürmeyenler ve yeniden merak etmek isteyenlerin okuması gereken bir kitap…
“Simyacı’yı okumak, herkes daha uykudayken şafak vakti uyanıp güneşin doğuşunu izlemeye benziyor…”