Öncelikle yazıma başlamadan önce bu haftaki konum koronavirüs ve üzerimdeki etkileri olmasın diye çok uğraştım, farklı farklı konular üzerinde yazmaya çalıştım fakat ne yazarsam yazayım hep samimiyetsiz ve eksik geldi. Bu haftalık da koronavirüs ile ilgili olsun; haftaya çok daha güzel ve iç açıcı bir yazı ile görüşmek üzere.
#EvdeKal
Öncelikle (yazının yazıldığı zamanki) güncel koronavirüs ile ilgili bildiklerim:
- Şu an Türkiye’de 236 vaka tespit edildi ve bunların maalesef 30’unu kaybettik.
- KKTC’de toplam koronavirüs vaka sayısı 33, Güney Kıbrıs’ta 75. Çok şükür can kaybı henüz görülmedi.
- KKTC 23 Mart 2020 itibariyle sokağa çıkma yasağı getiriyor.
- Türkiye’de 65 yaş üstü insanlar sokağa çıkma yasağı getirildi.
- Üniversiteler internet üzerinden eğitime geçiyor, laboratuvar dersleri ise yazın sıkıştırılarak yapılacakmış.
Gerçi siz bunları zaten biliyorsunuz.
Koronavirüs sayesinde, son zamanlarda bizim için önem kazanan “insana değer” kavramını yaşayarak anlamış olduk. Bugüne kadar hepimiz bir şeyleri başarmak için çok çalıştık. Kendimize günlük, aylık programlar hazırladık ve onları yakalamak için var gücümüzle çalıştık. Fakat unuttuğumuz bir şey varmış meğer, hayat bizim istediğimiz gibi akmıyormuş. Tüm bu hayat akışı içerisinde göz ardı ettiğimiz bir kavram varmış:
“İnsan”.
Hep daha iyisini isterken, aslında insanlığı unutmuşuz. Hayatın sadece kendi etrafımızda dönmediği fark etmemişiz. Çin’deki bir hastalık dediklerinde “ya Kıbrıs’a bi’şey olmaz” diye omuz silkmişiz. Öyle değilmiş işte, bizler de dünyada varmışız, tıpkı diğer tüm insanlar gibi. Aslında bu hayatta tek başımıza olmadığımızı hatırladık çok uzun zaman sonra. Sadece kendimiz için değil sevdiklerimiz için evlerimize kapandık, bu kadar yoğun tempodan sonra etrafımıza değer vermeyi öğrendik. İsteyerek olmasa da zorla.
“Bizim dışımızdaki insanlar.”
Her gün gördüğümüz insanları göremeyince, aslında onların bizim için ne kadar değerli olduğunu anladık. Sokakta yürürken küçük bir tebessümle ettiğimiz günaydını bile özledik. Tek değilmişiz ya meğer, aslında o çok övündüğümüz yalnızlığımız o kadar güzel değilmiş kaybedince anladık. Özlemeyi unutmuşuz, sürekli telefonda beraber, günlük hayatta beraber olduğumuz arkadaşlarımızı hiç kaybetmeyecek gibi düşünüyoruz ya. Özlemeyi hatırladık.
“Dokunmanın önemi…”
Daha kötüsü, biz Kıbrıslıların en hassas noktası olan dokunmak. Dokunmayı özledik. Mutlu olunca sarılmayı özledik. Hoş geldin derken öpmeyi özledik. Dışarıdan gelen misafir acaba virüs taşıyor mu diye düşünmeden rahat rahat oturmayı özledik. Dün karantinada çok güzel bir haber aldık kuzenimle fakat karşı karşıya olmamıza rağmen birbirimize sarılamadık uzaktan sevindik. Her şey biraz eksik.
Aslında biraz durunca etrafımızdaki insanların da bizim kadar önemli olduğunu öğrendik. Etrafımızdaki insanlar dediğim 3-5 kişi değil elbette, dünyanın öbür ucu da buna dâhil. Biraz empati yapmayı çevremize saygılı olmayı acıyı paylaşmayı öğrendik. Bunca sene isteyerek öğrenemedik ya, bugün biraz hukukun gücüyle zorla öğrendik.
Artık biraz kendimizi tanımanın tam zamanı. Oturup biraz düşünmenin, özlemenin tam zamanı. Belki böyle olursa anın içine girebiliriz, hep sonrasını düşünmek yerine bugünden zevk almaya başlayabiliriz. Bazı yerlerde “bulunmak” yerine gerçekten bedenen ve zihnen orada olmanın önemini kavrayabiliriz. Hayatın ne getireceği hiçbir zaman belli olmuyor. Veda bile edemeyeceksiniz hayatınızdan çıkan çoğu kişiye…
Belki koronavirüs olmasaydı bugün çok daha farklı bir yerde yorgun bir şekilde bir şeyleri yakalamaya çalışıyor olacaktım muhtemelen birçok küçük şeyden şikayet ederek. Teşekkür ederim koronavirüs, bana hayatımı ne kadar çok sevdiğimi gösterdiğin için.
Jorge Luis Borges’in Anlar şiirini geçen dönemin başında yurt odama asmıştım:
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85’indeyim ve biliyorum…
Ölüyorum…
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.
Hüzünlü olduğu kadar umut verici bir yazı olmuş. Anın getirdiği panikten bir tık uzaklaşıp gerçekten de “ne değerli şeylere sahipmişiz de gündelik hayatın keşmekeşinde onların farkında değilmişiz” dedirtiyor. Günlük rutine dönüş her zamankinden daha coşkulu olacak aklımızın köşesinde Borges’in şiiriyle.