Bu uzun karantina günlerinde, pencereden dışarıyı izlediğimde gözüme çarpan her küçük ayrıntının beni daha çok düşündürdüğünü fark ettim. Özellikle de gecelerin daha gizemli görünüşü insana birçok soruyu sordurtuyor. Aralarından beni en çok etkileyen Ay, bu yazıyı kaleme almama neden olmuştur.
Ay’ın insanlık için çok ayrı bir yeri olduğuna inanıyorum. Herkesin çıplak gözle görebildiği ve mutlaka herkesi bir kere olsun insanoğlunun ne kadar yol katedip, az çok her ayrıntıya bir anlam kattığı düşüncesine itiyor.
1847 yılında Harvard Üniversitesi Gözlemevi, büyük mercekli bir teleskop alır. Bu teleskop sonraki 20 sene boyunca Amerika’nın en güçlü teleskobu olarak kullanılır. Büyük mercekli teleskobun güçlü görüntüleme potansiyeli karşısında hayrette kalan gözlemevi direktörü William Bond, dagerreyotipist[1] John Adams Whipple ile arkadaş olur. Whipple’ın fotoğrafçılığı bir sanat olarak görmesi ve onu bilimin gelişimi için kullanması, bu iki arkadaşı astrofotoğrafçılığın[2] yeni yüzü yapacaktır.
Whipple projenin ilk 4 senesi içerisinde dünyayı şaşırtacak gök nesnelerinden oluşan fotoğraflar ortaya çıkarır; özellikle de Ay fotoğrafları. Aslında Ay’ın ilk fotoğrafı Louis Daguerre[3] tarafından 1839’da çekilmiş fakat kendi stüdyosu ve arşivi yangın sonucu yok edilir. Bu nedenden dolayı Whipple’ın hayatta kalan Ay fotoğrafı bir ilk olarak tarihe geçmiştir.
Whipple’ın Bond ile yaptığı bu çalışma inanılmaz bir serüvenin başlangıcı olarak Harvard Üniversitesi Gözlemevi’nin en büyük astrofotoğraf koleksiyonuna imzasını atmıştır. Görsellerden oluşan bu kütüphane, bugün sayısı yarım milyon cam plakasını bulan bu koleksiyon, Harvard Computers olarak bilinen bir kadın ekibi tarafından sabırla analiz edilerek ve açıklamalar eklenerek evrenin doğası hakkında öncü bilgiler edinecekti.
Ay fotoğrafından bir yıl önce, Whipple bir yıldızın ilk dagerreyotipini çıkarmak için büyük mercekli teleskobu kullanmıştı. Whipple’ın seçtiği yıldız, Galileo’nun heliosentrik[4] kanıtını destekleyen en ustaca deneylerinden birinin nesnesi olan, kuzey gök yarım küresindeki en parlak ikinci yıldız Vega’dır. Uzay zamanının bir elçisi olarak adlandırılan Vega’nın ışığı, yıldızın görüntüsünü sunmak için yirmi beş ışık yılı uzaklıktan teleskobun merceğine ulaşır. Whipple için bir diğer başarı olarak koleksiyona eklenir.
Fotoğrafların “ölümsüzleştirdiğini” söyleriz ama aslında tam tersini yapıyor olabilir. Her fotoğraf bizi bir anı düşünmeye zorlayarak tekrarlanmayacak bir varoluş parçasını ve geçici zamansallığımızı hatırlatıyor. Bizi ölümsüzlüğe yaklaştırmak yerine, fotoğraflar aslında bizim ölümsüz olmadığımız gerçeğini mütevazılıkla karşılamamıza neden oldu. Florence Nightingale’in buna direnişi “Unutulmayı diliyorum.”[5] dediğinde anlaşıldı ve sadece Kraliçe Victoria ısrar ettiği zaman fotoğraflanmaya razı olmuştur.
Astrofotoğrafçılığın 1800’lere dayanması ve o zamandan günümüze kadar inanılmaz şekilde gelişmesi insanoğlunun sayısız çalışmalarından biri. Whipple’ın uzun süre uğraş verdiği bu proje sonucu çıkan fotoğraflara ileriki yıllarda bilim insanlarına evrenin evrimi hakkında paha biçilemez astronomik bilgi sağlamıştır. Ay’ın hayattaki ilk fotoğrafının ilk günkü gibi gizemini koruduğu ve bilim dünyası bu gizemin arkasını hiç bırakmayacağı inkâr edilemez. Ölümsüz olan bizim anılarımızın fotoğrafları değil belki de evrenin fotoğraflarıdır.
Referanslar ve Notlar
[1] Tarih Kurdu editörleri. (2018). Dagerreyotipi Fotoğraf. Tarih Kurdu.
Not: Erken dönem fotoğrafçısı – kullandığı fotoğraf tekniği ise, bakır levhaların gümüş nitratla işlenmesi, ışığa karşı duyarlı hâle getirilmesi ve kamera içerisinde 10 ile 20 dakika pozlanması sonrasında, cıva buharında maruz bırakılarak fotoğrafik görüntü elde edilmesidir.
[2] Fotoğrafçılığın astronomiye uygulanması.
[3] Dagerreyotipi tekniğini keşfeden kişi.
[4] Güneş merkezine bağlı olan.
[5] McDonald, L. (2006). Florence Nightingale on Women, Medicine, Midwifery and Prostitution: Collected Works of Florence Nightingale. Wilfrid Laurier Univ. Press.
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.