Avrupa Birliği ve Vatandaşlık Algısı

Günümüzde Avrupa Birliği (AB) olarak bildiğimiz kuruluş şu an olduğu hâlini alana kadar sırası ile; Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Topluluğu olarak anılmış ve gerek siyasi, gerekse ekonomik birçok aşamadan geçmiştir. Ancak her iki alanda da entegrasyon arttıkça birlik daha fazla kurumsallaşmaya başlamış, uluslararası bir örgütten fazlası hâline gelerek uluslarüstü (supranational) bir kimliğe bürünmüştür.[1]

 

Birlik uluslarüstü bir varlığa evrilirken, birliğe üye olan ülkeler de kendi egemen haklarından daha fazla feragat ederek, ulusların üzerinde sayılabilecek AB kurumlarına daha fazla görev ve yetki devrettiler. Bu kurumların bir kısmında hâlihazırda üye devletler ve onların hükûmetleri temsil edilirken, bir tanesinde birliğe üye olan devletlerin vatandaşları doğrudan temsil edilmektedir. Bu kurum kuşkusuz Avrupa vatandaşlarının sesi ve temsili olan, yarı yasama yetkisine sahip (Avrupa Konseyi ile birlikte) Avrupa Parlamentosudur. Bu kurumun varlığı “Avrupa Birliği vatandaşlığı” kavramını kendi başına sağlamasa da oluşmasında önemli bir faktör olarak görülebilir.

 

Ancak birliğe üye Avrupalı milletlerin kendi millî ve etnik kimliklerinden yeni ve farklı bir eksene kaymaları sadece bir kurum sayesinde olmayacaktır. Kimlik ekseninin kaymasında rol oynayacak bir diğer önemli faktör ise birliğin siyasi entegrasyon süreci olarak görülebilir. Üye devletler entegrasyonu tamamlayabilmek veya daha fazla yol katedebilmek için kendi tarihsel öykülerini ve devlet kimliklerini “Avrupalılaşma” amacı ile ortak bir paydada buluşmak amacıyla birliğe adapte ettiler.[2] Avrupa milletleri günlük yaşantılarında direkt olarak birlikle etkileşime girmiyor gibi görünüyor olsalar da dolaylı yoldan birliğin kuralları ve normlarından etkilenmektedirler. Bu etkileşim genellikle ele alınan üye ulus devletin birliğe olan tutumuna ve kendi millî değerlerine olan aidiyet duygusuna göre değişmektedir. Örneğin; Almanya ve İtalya’yı ele aldığımızda, Fransa’ya nazaran birliğe ve “kolektif Avrupa kimliğine” daha yakın olduğunu gözlemlemekteyiz. Ancak birliğin siyasi entegrasyonu ve politikaların ulus üstü ortak bir Avrupa politikasına dönüşü, ulusal kimliğin de ortak “Avrupalı” veya daha da özelde “Avrupa Birliği vatandaşı” kimliğine dönüşmesine yol açacaktır.

 

17. yüzyılın ortalarında Avrupa’da imzalanan Vestfalya Antlaşması (Peace of Westphalia) ile Avrupalı devletler veya krallıklar bir egemenlik göstergesi olan sınırları çizdiler. Sınırların çizilmesi, o sınırları kapsayan alanda egemen devletin himayesinde yaşayan insanların ulusal vatandaşlık algısı ile devlete ve bulundukları millete bağlılıklarını ve duyulan aidiyetini arttırdı. Ancak, Avrupa’da ulus devletlerin sınırlarını farklı safhalarla kaldırması ve Şengen Bölgesi (Schengen Area) hayalinin 90’ların başında gerçek olmasıyla birlikte sınır kavramı ile beraber doğan ulusal vatandaşlık algısı da şekil değiştirmeye yüz tuttu.[3] Bu bağlamda, ulus devletin temel taşlarından biri olan sınırın, AB üye devletleri için ortadan kalkması ve bununla birlikte gelen ulusal vatandaşlık tanımında kayma yaratarak ortak bir aidiyet duygusu oluşumuna neden oldu. İç sınırların tamamen yok olması ve dış sınırların ulusal değil de ortak, “Avrupa Birliği sınırları” olarak anılması ve yasal bir uygulamaya dahi dönüşmesi “Avrupa Birliği vatandaşlığı” kavramının bir nevi gerçek olması anlamına geliyordu. 1992 yılında imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması (Treaty on European Union) (veya diğer bir adı ile Maastricht Antlaşması), tarihte ilk kez Vestfalyan ulus vatandaşlık kavramının dışına çıkıp, çok uluslu, Avrupa temelli bir vatandaşlık algısı yaratması (resmî belge bazında değil), ulus devletlerin vatandaşlık kavramının erimesine yol açtığı açıkça gözlemlenebilmektedir.[4] Vatandaşlık konusunda, AB üyesi devletler üçüncü taraflara neredeyse aynı muamele uygulamakla birlikte, çoğu durumda da hep birlikte aynı muameleye maruz kalmaktadırlar.

 

Bahsi geçen bu gelişmelerle birlikte günümüze gelindiğinde ise entegrasyonun daha da ileri bir seviyeye taşınmasıyla, vatandaşlık algısının yanı sıra aidiyet hissi ve kimlik algısında da eksen kayması gözlemlenmeye başlanmıştır. “Avrupalı” olma tanımı ortak değerler bütününün bir parçası olmak ve bu değerlere aidiyet hissetmekle birlikte, dışlamayan, aksine tümüyle birleştirici bir kimlik algısı olarak tanımlanabilir. Bu aidiyet hissi sosyal bir kimlik algısı olsa da, hiç kuşku yok ki “Avrupa Birliği vatandaşlığı” algısını tamamlayan bir yapı taşı olarak görülebilir ve Avrupalıların “biz” veya “bir” olma hissiyatını tanımlayabilir.

 


 

Kaynakça

[1] Olsen, J., & McCormick, J. (2018). The European Union: politics and policies. Routledge.

[2] Laffan, B. (1996). The politics of identity and political order in Europe. JCMS: Journal of Common Market Studies, 34(1), 81-102.

[3] Jenson, J. (2007). The European Union’s citizenship regime. Creating norms and building practices. Comparative European Politics, 5(1), 53-69.

[4] Kostakopoulou, D. (2007). European Union citizenship: Writing the future. European law Journal, 13(5), 623-646.

 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir