Bir zamanlar Amerika’nın Connecticut eyaletinde Henry Molaison isimli bir bebek doğdu. Oldukça sağlıklı doğan bu bebek, 9 yaşlarına geldiğinde geçirdiği bisiklet kazası sonrası kafasına aldığı darbenin sonucunda epileptik nöbetler geçirmeye başladı. Zamanın doktorları beynin aldığı zararı görüntüleyemediklerinden bununla alakalı bir sebep-sonuç ilişkisi kurabilmekten yoksundu. Henry büyüdükçe, nöbetlerin sıklığı ve nöbetlerin verdiği rahatsızlık artıyor, günlük hayatındaki basit işlemleri bile yapabilmesinden alıkoyuyordu. Küçük Henry büyüyüp 27 yaşına geldi ve gittikçe kötüleşen epilepsi nöbetlerini bitirmek adına çareler aramaya koyuldu. Böylelikle de tamamen iyileşmek umuduyla William B. Scoville adlı cerrahı ziyaret etti. William ile gerçekleştirdiği konuşmadan sonra Henry, daha önce yapılmamış bilateral medial temporal lob rezeksiyonu ameliyatını olmayı kabul etti. Hayatının gidişatından oldukça rahatsız olmalıydı ki böylesine riskli bir araştırmaya katıldı.[1] Çaresizliğinde kapısını çalan fırsata umutlarla dolup kapıyı açtı.
Henry’nin hayat kapısından içeri giren riskler hiç tahmin edilmemiş sonuçları doğurdu. Beynin nasıl işlediğini, beynin hangi bölümünün ne ile alakalı olduğunu daha tam olarak bilmeyen bilim insanları bu tahmin edilmemiş sonuçlarla yeni keşifler gerçekleştirdi.
1950 ve 1957 yılları arasında özellikle de başka herhangi bir tedaviye cevap vermeyen şizofreni hastalarına 300’ün üzerinde fraksiyonel lobotomi ameliyatı gerçekleştirilmişti. Daha önceki araştırmalara göre ruhsal denge bozukluğu olan hastalara her iki frontal lobun orbital yüzeyleri ile sınırlı alttan rezeksiyonlar yapılabilirdi.[1] Daha basit anlatılacak olursa, operasyonda bireyin kafasının ön kısmında bulunan beyin lobunun yüzeyindeki dokudan kesip alıyorlardı. Yani zamanında beynin bazı kısımlarını kesip çıkarmakta herhangi bir problem olduğu düşünülmüyordu, en azından belirli kurallar ve bölgeler üzerinde yapıldığında iyileştirici güce sahip olduğu düşünülüyordu. Beyinde bulunan hipokampus kısmını almak ise ilk defa yapılmıştı. Nelere sebep olacağını cerrah dâhil kimse bilmiyor, sadece işe yaramasını diliyorlardı.
Bilateral medial temporal lobundan 5 santimetrelik alınan doku Henry’nin yeni gelişen olayları hafızasına kaydedememesine yol açtı.[2] Alınan dokunun tümü 1958’de yayınlanan makaleye göre muhtemelen hipokampus ve hipokampal girusun üçte ikisinin yanı sıra uncus ve amigdalayı içeriyordu.[1] H.M. her sabah kalktığında yine 29 yaşındaydı. Ameliyatı olmadan 3 sene önce ölen en sevdiği amcasının ölümünü, ameliyathaneye girmeden yaptıklarının bir kısmını da unutmuştu ve en önemlisi ameliyattan sonra yaşadığı hiçbir bilgiyi uzun süre aklında tutamadı. Bu ameliyatın sonunda Henry’nin doktorları hipokampus ve hipokampal girusun hafızaya olan potansiyel etkisini gözlemlemeye başladı.[1]
Bulgulara göre ameliyattan sonra Henry’nin kişiliği hiç değişmemişti, geçirdiği nöbetler hâlâ devam etse de sıklığını kaybetmişlerdi ve eskisi gibi bilinçli uyuşukluğa sebep olmuyorlardı, hatta bu yüzden Henry’nin IQ test sonuçları bile ameliyat sonrası yükselmişti. Yani aslında zekâsı ilerlememiş olabilirdi, belki de zekâsını göstermesini engelleyen faktörler azalmıştı diye kendini daha iyi gösterebiliyordu diye de düşünüldü.[1]
Henry bir dergiyi daha önce okumamışçasına defalarca her gün okuyabiliyor, her gün ilk defa çözermişçesine aynı bulmacayı çözüyor, operasyonu geçirdikten sonra taşındıkları yeni evinin adresini asla hatırlamıyordu. Zaman içinde de herhangi bir ilerleme kat etmeyi başaramadı. Her ne kadar insanları, isimleri, adresleri, yazıları hatırlamasa da Brenda Miller adlı doktorun araştırmalarına göre devamlı olarak üzerinde çalıştığı görsel motor becerisini geliştirebiliyordu.[1][3] Bu da demekti ki aslında tamamen her şeyi unutmuyordu.
Miller, Henry’nin önüne çift konturlu beş köşeli bir yıldız yerleştirdi ve iki yıldız arasını bir kalemle aynadan yansıyan görüntüye bakarak çizmesini istedi. 10 kere çalıştıktan sonra H.M. ilerleme kaydetti. Bu da motor becerilerin hipokampus ile bağlantısının olmadığı düşüncesini doğurdu.[3]
Polaroid kameraları hatırlıyor musunuz? İçerisine filmini yerleştiriyorsunuz, fotoğrafı çekip bir süre filmin beyaz renkten renklenip çekilen anı yansıtmasını bekliyorsunuz, fotoğraf oluştuktan sonra da onu uzun süre boyunca albümünüzde taşıyor, dönüp dönüp geri bakabiliyorsunuz. O fotoğraf oluştuktan sonra hep albümünüzde yer alıyor.
İnsan belleğini de buna benzetebiliriz. Bir an yaşıyoruz, bir bilgi öğreniyoruz, o anlık bu bilgi ve anı hatırlıyoruz. Beynimiz anın fotoğrafını aynı polaroid kameralardaki gibi çekiyor. Fakat filmin renklenip uzun süreli saklanacak olan fotoğrafın ortaya çıkması tamamen bize bağlı. Normal bir insan sıradan bir bilgi veya anı eğer sürekli gözden geçirip revize ederse, çekilen fotoğraf uzun yıllar boyunca beyinde yer alan albümde yer alacaktır. Tabii normal olmayan şartlarda, fotoğrafın beyinde renklendiği yerin hasarlı olduğu bir bireyde dolaylı olarak fotoğraf renklenmeyecek, hafızaya kaydedilemeyecektir, aynı Henry’nin hikayesinde olduğu gibi.
Uzun süreli bellek, açık bellek ve örtük bellek olmak üzere ikiye ayrılır. Yukarıda bahsettiğim polaroid kamerada hafızaya kaydedilebilen bilgiler açık belleğe kayıtlıdır. Açık belleği tanımlarsak, “Nedir? Kimdir?” gibi sorulara verilecek cevapların hafızadaki yeri bir nevi hipokampusta üretilerek temporal lob ve neokortekste depolanır. Bu sorulara örnek olarak “Ev adresin nedir? Doğum tarihin nedir? Arkadaşların kimdir?” gibi soruları verebilirim. Bunun yanı sıra yürümek, bisiklet sürmek gibi motor beceriler de örtük bellekte kayıtlıdır. “Nasıl yapılır?” sorusuna verilecek uygulamalı, pratik cevaplar ise beynin beyincik kısmında, hipokampusta herhangi bir süreç geçirmeden saklıdır. Burada olan bilgileri dile getirip açıklamak yerine çoğunlukla gösterirsiniz.[4]
Hipokampus bu durumda “Nedir? Kimdir?” tipi sorulara verilen cevapların uzun süreli bellekte yer almasında büyük bir rol sahibidir. Hipokampusun bir kısmı beyninden çıkarılan Henry ise operasyondan sonra öğrendiği bu tip soruların cevaplarını veremedi fakat ameliyat sonrası motor beceriler geliştirip, “Nasıl yapılır?” sorusuna göstererek cevap verebildi.
Henry’nin hayatı 2008’e kadar her günü unutarak ama yine de yaşayarak geçti. Açık belleğinde hiçbir ilerleme göstermeyen Henry 2008’de solunum rahatsızlığı hastalığından ötürü hayatını kaybetti. Ölümüne kadar ve ölümünden sonra beyni anlamak üzerine gerçekleştirilen bu çalışmaların bir parçası oldu. Fakat ünlü H.M., ününü ve bilim dünyasına koyduğu mükemmel katkıyı hiç uzun süreli öğrenemedi. Sanırım Henry’nin hikayesinde beni en fazla etkileyen şey de bu. Buna rağmen denilene göre hep oldukça şakacı biri olarak kaldı. Yani biz ne kadar hikayesinden etkilensek de aslında o hiçbirimiz kadar etkilenmedi çünkü neredeyse her dakika hayata yeniden başlıyordu.
Referanslar:
- Penfield, W.; Milner B. (1958) Memory deficit produced by bilateral lesions in the hippocampal zone. AMA Arch Neurol Psychiatry.
- Kirwan, C. B.; Bayley, P. J.; Galván, V. V.; Squire, L. R. (2008) Detailed Recollection of Remote Autobiographical Memory after Damage to the Medial Temporal Lobe. Proc. Natl. Acad. Sci. U.S.A.
- Milner B. (1962) In: Physiologie de l’hippocampe. Passouant P, editor. Centre National de la Recherche Scientifique
- Mazziotta J. C.; Daroff R.B.; Jankovic J.; Pomeroy S. L.(2015) Bradley’s Neurology in Clinical Practice: 7th edition. Elsevier
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.