Yirminci yüzyılın sonlarına doğru yaşadığımız toplumsal olaylar ve bunların sosyal hayatımıza etkisi tartışılmaz bir gerçektir. Yepyeni bir iskân, bıkkınlık, ekonomik parametrelerdeki uyumsuzluklar, üretimin durması, hayatın yavaşlaması ve memuriyetin yüceltilmesi dolayısı ile bilime yönelik yatırım, çoğu zaman ekonomik avantaja sahip insanların çocuklarını üniversiteye göndermesinden ibaretti ki hâlen bu böyledir. Yine bir “maalesef” parantezi açacak olursak, coğrafyamızda üniversite okumak bir nevi sınıf atlama mekanizmasıdır ve bu halk tarafından metalaştırılmıştır. Böyle de olunca temel doğa bilimlerinden mezun çoğu insan öğretmenliğe, mühendislik, sosyal bilimler, iktisadi bilimler ve hatta sanat dallarından mezun insanlar memuriyete mahkûm bırakılmıştırlar. Öğretmenliğin ve kamu hizmeti yapmanın ne kadar kutsal bir görev olduğundan bahsetmemek bile gerek ama işini ve toplumunu ciddiye almadan, sevmeden yapılan her işin doğurduğu sonuçları hep beraber zevkle yaşıyoruz. Tabii, ülkesinde bilim yapmak isteyen ama imkân ve kurum eksikliği yaşayan bütün değerli bilim insanlarını tenzih ediyorum. Sizlerin gölgesinde yetişmenin de büyük bir fırsat olduğunu kişisel olarak deneyimledim, teşekkür ederim.
Aslında sıkıntımız bilimsellikten uzak olmakla başlıyor. Çocuğun kesinlikle üretmesini istemeyen, yaratıcılığı körelten ezberci sistem, bununla beraber anlamsızlaştırılan meslek liseleri, bizim çocuk kolejde okusunculuk, çocukları birer at gibi yarıştıran sınav sistemimiz hepsi en başta bahsettiğim sonuçların örneklendirilmiş hâli. Peki nasıl bilimsel olunur onu tartışalım. Dikkat ederseniz tartışalım dedim. Çünkü bildiğimiz doğrular her gün değişiyor. Bunları yakalamak için tartışmak gerek. Sınıflarda bilimsel tartışma ne kadar dönüyor diye düşünmeye başlayabiliriz. Bir şeyi öğrenirken dikte ediliyor muyuz yoksa kendimizden ne kadar öğrendiğimiz şeye katabiliyoruz şeklinde mi test ediliyoruz? Evet, lütfen lise çağlarınızı hatırlayın ve buna sizler cevap verin ki çok da güzel bir portre çizmeyeceğiz burada da.
Bilimsel olmak aslında şeffaf olmaktır bence. Her çocuğun, ailesinden bağımsız bireyler olduklarını ve çok özel fikirlere sahip olduğunu kabul etmektir. İnsan değeri vermektir. Bilim felsefe ile başlar, felsefe de üniversite sınavında çözdüğümüz mantık soruları değil, yaptığımız işin ne kadar erdemli, yararlı, bize uygun ve amacımızın ne olduğunu sorguladığımız, yaşamımızın temelindeki bir sürü sorudur. Felsefe öğreniyor muyuz? Daha doğrusu, felsefe yapabiliyor muyuz? Bence hayır. On sekiz yaşındaki bir insanın aldığı sınav notu, maaleseflerden bir tane daha ki, onun hayat değerini belirliyor çoğu zaman bu dejenerasyon şelalesi içinde.
Sanat yapamayan bir toplum bilim yapabilir mi? Bertrand Russell, “Bilimsel Bakış” kitabında şöyle der: “Sanat ve gerçeklik (bilim) arasında gerçeklik aramakta bir fark yoktur. Sadece izledikleri yöntem farklıdır.”
Benim buradan çıkardığım şey şudur: İnsan bilim yaparken bilimsel yasalar ve literatür birikimi ile aslında bir sanat eseri inşa eder ve yine bu eseri bir uğurda yapar. Çoğu zaman sanattaki mesaj verme çabası aslında bilimin bel kemiğini oluşturur ve yararlı olma çabası güder. Sanatı gerçekten ciddiye alıyor muyuz? Eğitimizi sanatla ne kadar birleştiriyoruz? Hadi biraz da bunları düşünelim de içimiz ısınsın.
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.