Nükleerin potansiyelinin ilk farkına varılması 1930’lara kadar dayanmaktadır. Ülkeler İkinci Dünya Savaşı sırasında atomdan bir silah elde edebileceklerinin çabasıyla sıkı çalışmalar yaparak, başka bir ülke bulmadan o silahı icat etmek için yarışmaktaydılar. Bu yarışın galibi 1945 yılında ilk atom bombasını Japonya’nın Hiroşima kentine atan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) oldu. Bu tarihten sonra geriye kalan ülkelerde hız kesmeksizin kendi atom bombalarını üretmek adına çalışmalarına devam ettiler.
Ancak 1950’lere gelindiğinde atomun ve elde edilen nükleer gücün sadece bir silah olarak değil, aynı zamanda çok güçlü bir enerji kaynağı olarak da kullanabileceğinin farkına varıldı. 1953 yılında dönemin ABD Başkanı Dwight Eisenhower, Birleşmiş Milletler’de yaptığı “Barış İçin Atomlar” (Atoms For Peace) adlı konuşmasında, atom enerjisinin bir silah olarak değil de, barışçıl amaçlar için kullanılması gerektiğine vurgu yaptı.[1]
Nükleer enerjinin gücünün farkına varılması onu diğer tüm enerji kaynaklarından farklı bir yere taşıdı. Az bir kaynak kullanılması, dış etkenlerden soyutlanmış oluşu ve en önemlisi Batı için enerji bağımsızlığı sağlaması nükleer enerjinin değerinin artmasına neden oldu. Yirminci yüzyılın ortalarından sonra nükleer santrallerin yapımı dünya genelinde hızla artmış ve nükleer enerjiye düşkünlükte artış görülmüştür. Özellikle 1970’lerde yaşanan petrol krizi sırasında nükleer enerjinin batı dünyası için ne kadar önemli olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
Nükleer enerji her ne kadar verimli ve fosil yakıtlara nazaran çok daha temiz olmasına rağmen, yarattığı radyoaktif nükleer atık ve olası bir kaza riski toplumlar arasında nükleerin istenmeyen enerji olarak görülmesine yeterli oldu. Bu dönemde birçok ülkede halk nükleer santrallere karşı protestolar gerçekleştirerek, hem nükleer silahlanmaya, hem de nükleer enerjiye karşı bir duruş sergilediler. Bu protestolar karşısında, başta ABD olmak üzere, bazı ülkelerde nükleer santrallerin inşaatına ara verildi.
Takvimler Nisan 1986’yı gösterdiğinde bu kararın ne kadar da doğru bir karar olduğunu tüm dünya anlamış oldu. Sovyetler Birliği, Ukrayna’da bulunan Çernobil Nükleer Santrali’nde tarihin en büyük kazası meydana geldi. Kısa ve uzun vadede birçok insanın ölümüne, hastalıkların artmasına ve doğanın yok olmasına neden oldu. Bu felaket, kısa bir süreliğine olsa da dünya ülkelerinin nükleerden uzaklaşmasına sebebiyet verdi.[2]
Ancak, bu ayrılık pek fazla uzun sürmedi. 2000’li yıllara gelindiğinde birçok ülke, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi çevresel sorunlarla baş edebilmek adına fosil yakıt kullanımında azalmaya gitti. Bu durumda ise yenilenebilir enerji kaynaklarının verimi düşük olduğundan ötürü, birçoğu yüzlerini nükleer enerjiye çevirdi. Bu ülkelere bir örnek ise, 2002 yılında Kyoto Antlaşması hedefini nükleer enerji kullanarak gerçekleştireceğini açıklayan Japonya’dır. Ülkenin bu eğilimi de 2011 yılında gerçekleşen Fukuşima Daiichi Nükleer Santrali’nde meydana gelen patlamayla ortadan kalkmış oldu.
Günümüze bakıldığında ise, Uluslararası Atom Enerjisi Enstitüsü (IAEA) verilerine göre, dünya genelinde otuz ülkede 449 aktif nükleer santral bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, on beş ülkede yapımı devam etmekte olan 56 adet nükleer santral vardır.[3] Nükleer enerjiden elektrik üretiminde lider ülke ise, elektriğinin %70’ini nükleerden elde eden Fransa’dır.
Peki, nükleer enerjinin verimliliği ve atık yönetimi haricinde temiz enerji oluşu insanlık için bir nimetken, patlamaya hazır bir bomba ve âdeta çevre felaketi riski taşıması bir lanet midir?
Greenpeace dâhil olmak üzere birçok çevre örgütü nükleer enerji kullanımına karşı örgütlenmektedir. Ancak ülkeler ve farklı şirketler, enerji verimliliğinin artması ve bir o kadar da çevre konusunda verilen sözleri yerine getirmek için nükleer enerji kullanımını ön planda tutmak istemektedir.
Nükleer enerji madeni paranın iki farklı yüzü gibi olarak görülebilir. Attığınızda sonuç yazı veya turadır. Para dik duramayacağına göre, tek bir kazanan olacaktır. Nükleer enerji kullanımı da aynı şekildedir. Verimli ve temiz enerji ile çevre felaketi arasında bir kumar oynamaktayız. Olasılık yazı-tura gibi kesin olmamakla birlikte, sonucunda çevre felaketi geldiği takdirde ödenen bedel de o kadar ucuz olmayacaktır.
Kimi kesimler için nükleer enerji temiz, verimli ve bağımsız enerji kaynağı olan bir nimet olarak görülse de, kimi kesimler için patlamaya hazır bir bomba ve doğanın dengesini bozan bir radyoaktivite olan bir lanet olarak görülmektedir.
Not: Bu yazı Netflix’de yer alan History101 dizisinin 1. Sezon, 8. Bölümü’nden esinlenerek yazılmıştır.
Referanslar
[1] Eisenhower, D. D. (1953). Address by Mr. Dwight D. Eisenhower, President of the United States of America, to the 470th Plenary Meeting of the United Nations General Assembly. International Atomic Energy Agency.
[2] Site editörleri. (2020). Chernobyl Accident 1986. World Nuclear Assosiation.
[3] Krikorian, S. (2018). IAEA Releases Country Nuclear Power Profiles 2017. International Atomic Energy Agency.
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.