Kapadokya ve Bir Kanser Salgını Hikâyesi

30 Mayıs akşamı, Nature Reviews Cancer dergisinde son yayımlanan makalelere göz atmaktaydım. 29 Mayıs’ta yayımlanan kanser konulu bir derleme makalesi (review article) ilgimi çekmişti. Bu makale genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin kanser oluşumunda oynadıkları rolün incelenmesine başka bir perspektif önerisi sunuyordu. Bu ikili arasındaki ilişkiyi incelemek, tedavilerin gelişmesinde etkili bir rol oynamaktadır. Bu makalede atıfta bulunulan birkaç makaleye dalıp gittim ve önüme çok etkileyici bir hikâye ve bu hikâye doğrultusunda yapılan çalışmalar çıktı. Bir Kapadokya hikâyesi, dünyanın birçok ülkesindeki araştırmacılara ilham kaynağı olmuş ve bilim dünyasının yerel kansere verilen en önemli ve en popüler örneği hâline gelmişti.[1]

 

Kapadokya’ya ait Tuzköy, Sarıhıdır ve Karain isimlerindeki üç köy, kayıtlara geçmiş en sarsıcı yerel kanser salgınıyla karşı karşıya kalmışlardır. Bu kanser salgını nüfusun yüzde ellisinin kaybedilmesine yol açmıştır. Salgın, kısa sürede süratli bir biçimde, belirli bir bölgede bulunan belirli bir nüfusa bulaşan bir hastalığı betimler. Salgınlar, bulaşıcı etkenler ile ortaya çıkarlar. Kapadokya’da görülen, bir akciğer zarı kanseri salgınıydı. Ayrıca, akciğer zarı kanseri dünyada oldukça nadir görülen bir kanser türüdür. Kanserden kaynaklı bir salgın ve nadir görülen “bir kanserin nüfusun yarısını öldürmesi” gibi durumlar Kapadokya salgınını daha da ilginç ve tuhaf hâle getirmiştir. Dünyanın bayağı bir ilgisini çekmeyi başaran bu durum daha sonra Türk doktor İzzettin Barış’ın ekibine Amerikalı bir ekibin de katılmasına vesile olacak ve epidemiyi daha derinden araştırmak için adımlar atılacaktır.[1][2] Şu an gerçekleşmekte olan COVID-19 bir yerel salgın değil, bir küresel salgın olmasına rağmen, kanser epidemisinin ulaştığı rakamlara ulaştığına dair -benim erişebildiğim- herhangi bir bulgu yoktur.

 

Amerika’daki araştırmacılar bu durum yaşanırken, asbest adı verilen doğal lifli bir mineralin insanlarda akciğer zarı kanserine sebep vermesi üzerine çalışmaktaydılar. Asbest yol, çatı ve zemin gibi materyallerin yapımında kullanılır. Fakat, yapılan çalışmalar kullanımının yasaklanmasına veya çok kısıtlı tutulmasına vesile olmuştur. Dünyanın diğer bölgelerinde asbeste maruz kalan insanların sadece yaklaşık %5’inde akciğer zarı kanseri görülüyordu. Yani rakamlar Kapadokya’nın yanına bile yaklaşmamaktaydı.

 

Türkiye’de asbest konusundaki düzenlemeler 2005 senesinde yapılmış iken tamamen yasaklanması ise 2013 yılını bulmuştur. 1970’li yıllarda akciğer zarı kanseri ve Türkiye nüfusunun asbeste maruz kalma oranı hakkında çok az bir bilgi bulunmasından dolayı Dr. İzzettin Barış bu alanda çalışmalar yapmaya karar vermiş ve bir jeolog olan Dr. Asım Göktepeli ile iş birliği içerisinde bu yola çıkmıştır.[2]

 

İlk uğradıkları köy, asbest taş ocaklarının bulunduğu Mihalıççık köyüydü. Dr. Barış ve Dr. Göktepeli önce bir taş ocağındaki işçilerle görüşüyor, daha sonra Eskişehir’in civar kasabalarına doğru devam ediyorlardı. Araştırmaları sonucunda fark ettikleri asbestin bilinçsiz kullanımı Anadolu’da oldukça büyük bir sorunun sinyallerini veriyordu. Bu bölgelerdeki rakamlar, Dr. Barış ve ekibinin daha sonra öğreneceği Kapadokya vakalarının yanında bir hiç kalacaktı. Dr. Barış’ın çalışmaları sonucunda elde edilen tıbbi ve bilimsel veriler ilgili makamlara ulaştırılarak, asbest konusunda önemli adımlar atılmasına öncülük edilmiştir. Bu çalışmaların sonucunda asbest kullanımını azaltılmaya yönelik çalışmalar ve halkın asbest konusunda farkındalığının artırılması için girişimler yapılmıştır. Dr. Göktepeli emekliliğe ayrıldıktan sonra yerine Dr. Ümran Doğan ve Dr. Meral Doğan ekibin birer parçası hâline gelmişlerdir.[2]

 

Dr. Doğan (sol) ve Amerikalı Dr. Carbone (sağ) 1997 yılında Tuzköy’de ev sahiplerinin akciğer zarı kanserinden vefatlarının ardından terk edilmiş bir hanede oynayan çocuklarla birlikte.[2]

Dr. Barış ve ekibinin Kapadokya’ya yaptıkları ziyaret, gözlem ve araştırmalardan sonra dikkatlerini çeken bazı noktalar vardı. Gezdikleri ve anket düzenledikleri köyler ve Kapadokya’nın bu üç köyü arasındaki asbest miktarı bir fark göstermiyor, erkeklerde daha sık görülen asbeste dayalı akciğer zarı kanseri bu üç köyde erkek ve kadınlar arasında bir oran farkı göstermiyordu. Bu durum, olası maddenin asbest kriterlerine uymadığını işaret ediyordu. Daha sonra asbestten değil ev ve bahçe duvarlarının yapımında kullanılan eriyonit isimli bir başka mineralden bu salgının olduğu ortaya çıktı.

 

İşin bir diğer ilginç kısmı ise, Tuzköy, Sarıhıdır ve Karain köylerinde bütün ev halkının aynı sebepten öldüğü durumlar söz konusu iken, civar köylerde ev yapımında kullanılan eriyonit herhangi bir salgına sebep olmamıştı. Bu üç köyde doğup büyüme çağını yurt dışında geçiren ve aynı tür kansere yakalanıp ölen çocuklar da vardır. Dr. Barış’ın ekibinin bir üyesi bir makalesinde anlattıklarına göre Karain, Sarıhıdır ve Tuzköy kendi içlerinde izole bir nüfusa sahip. Ayrıca, civar köylerde yaşayan insanlar bu köylere gelmekten kaçınıyor, köylerden biriyle evlenmek istemiyor ve oradaki insanlardan uzak duruyorlar. Diğer köylülerin inançlarına göre o köye ve insanlarına bulaşmak onlara o köylerin uğursuzluğunu bulaştıracak ve kanser olmalarını sağlayacaktı. Hatta ticaretle uğraşan köylüler ürünlerine o bölgede alıcı bulmakta zorlandıkları için Ankara’ya gidip ekmek parası kazanmaya çalışıyorlardı. Bilimsel olarak yanlış bir bakış açısı olsa da sonuç aynıydı; evliliklerin olmaması bu mutasyonlu genin civar köylere aktarımını engellemiş ve onları olası bir salgından korumuştu.[3]

 

İlgimi çeken bir diğer nokta ise, Tuzköy, Sarıhıdır ve Karain dışına çıkan insanların da öldüklerini gözlemleyen köy halkının, “Her nasılsa bu bizim kaderimiz ve kaderimizden kaçamayız.” deyip köylerini terk etmekten de vazgeçmesiydi. Böylece başka bölgelere bu gen taşınmıyor, kendi aralarında çoğalmaya devam ediyordu.[2] Umutsuzluğa hapsolmuş durumdaydılar. Tahmin edersiniz ki büyürken bile nasıl öleceklerinden neredeyse emindiler.

 

Tüm bu anlatılanlar genetik yolla aktarılan kanser geninin küçük bir toplulukta akraba evliliği (inbreeding) yolu ile nesilden nesle aktarılmasına bir çağrışım yapmaktaydı. Örneklendirecek olursam “Akrabanla evlenme, çocuğun hasta doğar.” şeklinde halk arasında söylemler mevcuttur. Bu söylemler bilimsel bir dayanağa sahiptir. Araştırmalar, kansere yakalanma riskinin akraba evlilikleri ile artış gösterdiğini belirtmektedir.[4]

 

Dr. Barış’ın ekibinden Dr. Salih Emri, Dr. Barış’ı bağımsız çalışmaya düşkün, özgür ruhlu, doktorluk mesleğini tutkuyla yapan ve hastalarına tedavi bulma arzusuyla dolu bir insan olarak tanımlıyor. Bu ekip, kendi ceplerindeki parayla, hiçbir destek almadan saatlerce aç bir şekilde çalışıp arabada uyuyarak yoğun ve emek isteyen bir uğraş vermişlerdir.[2] Hiç tanımadıkları insanlar için bu kadar fedakârlığı neden yapmışlardır? Meslek aşkı, bilim uğruna verilen mücadele, bence en güzel tanımlamalar olurlar. Zamanla onlara yardım etmek isteyen beyaz gömlekli meleklere, tanıdıkça evlerini açan ve onları ağırlayan ev sahipleri de güzel birer teşekkür örneğiydi.[2]

 

Amerikalı bilim insanları ile birlikte laboratuvar ortamında yürütülen çalışmalar sonucu eriyonit volkanik kayacına bağlı olarak gelişen akciğer zarı kanserinde ve diğer doğal lifli minerallerinden kaynaklanan çevresel etkenlere bağlı kanserlerde en büyük rolü BAP1 geninin oynadığı tespit edilmiştir. Bu gendeki mutasyonlar sizi lifli minerallere bağlı kansere daha yatkın hâle getirir ve akciğer zarı kanseri gibi kanserlere yakalnma oranınızı artırır. Daha sonra başka genler de bulunmuş, erken tanı ve tedaviye yönelik araştırmalar başlatılmıştır. Amerika’daki insanlar için de eriyonit maddesine ilişkin çalışmalara Kapadokya temel alarak girişilmiştir.[2][5]

 

Dr. Carbone (sol) ve Dr. Barış (sağ). 2007, Tuzköy (Kapadokya).[2]

Dr. Carbone (en solda), Dr. Barış (masada, ortada) ve Dr. Emri (en sağda) Sarıhıdır köyünde bir akciğer zarı kanseri hastası ve kuzeni ile birlikte.[2]
Tuzköy olduğu gibi taşınarak yeni bölgeye alınıp, halkın eriyonit yapılı evlerden uzaklaşmaları sağlanmıştır. Sarıhıdır ve Karain köyleri taşınamasa da bu evler terk edilip, halk yeni yapılan evlere yerleşilmiştir. Fakat hâlen kaçak taş ocaklarının varlığı bölgeye eriyonit taşıyan havayı ulaştırıyor ve kanser vakaları devam ediyor. Buna ek olarak geçmişte eriyonite maruz kalan köy halkı hâlen yaşıyor.[2] Belirtmem gerekir ki şu an Kapadokya’da bir kanser salgını yok ve sizin bir turist olarak ziyaret etmeniz, sizin eriyoniti kanserojen bir maddeye çevirecek mutasyon geçirmiş bir gen taşımıyor olmanızdan dolayı size avantaj sağlamaktadır.

 

Böyle bir hikâye ve böyle bir çalışma… Konu hakkındaki her bir makaleyi, her bir cümleyi hayranlıkla okudum, bayıldım. Umarım siz de bu hikâyeyi baştan sona merakla okumuşsunuzdur. Dünyada Dr. Barış ve ekibi gibi insanların sayısının artmasını diliyorum. Bir gün Kapadokya’ya yolumuz düşerse kim bilir belki de bu köy halkından bu hikâyeyi detaylarıyla dinleriz. Benim için paha biçilmez bir şans olurdu…

 


 

Referanslar

 

[1] Carbone, M., Arron, S.T., Beutler, B. et al. (2020). “Tumour predisposition and cancer syndromes as models to study gene–environment interactions”. Nat Rev Cancer.

[2] Emri, S. A. (2017). “The Cappadocia mesothelioma epidemic: its influence in Turkey and abroad”. Ann Transl Med, 5(11): 239.

[3] Carbone, M., Emri, S., Dogan, A. et al. (2007). “A mesothelioma epidemic in Cappadocia: scientific developments and unexpected social outcomes”. Nat Rev Cancer 7: 147–154.

[4] Ujvari, B., Klaassen, M., Raven, N. et al. (2018). “Genetic diversity, inbreeding and cancer”. Proc. R. Soc. B., 285: 20172589.

[5] Carbone, M., Baris, Y. I., Bertino, P. et al. (2011). “Erionite exposure in North Dakota and Turkish villages with mesothelioma”. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America, 108(33): 13618–13623.

 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir