Dünya Sağlık Örgütüne Ortak Üyelik Meselesi

Son dönemde özellikle COVID-19 salgının hemen ertesinde Kuzey Kıbrıs verilerinin Dünya Sağlık Örgütü tarafından evrensel verilere dâhil edilmemesiyle gündem olan Dünya Sağlık Örgütü üyeliği meselesi bir süredir YÖDAK Başkan Vekili Mehmet Hasgüler tarafından yürütülen imza kampanyasıyla konuşuluyor.

 

Hasgüler’in Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’nın 8’inci maddesine dayandırdığı talep Kıbrıslı Türklerin ortak üye (associate member) olarak DSÖ ile ilişkileri başlatması amacını taşır. Sekizinci maddeye göre kendi uluslararası ilişkilerini yönlendiremeyen bölgeler veya bölge grupları ortak üyelik için başvuruya taraf olabilirler. Bu başvurunun ilgili bölge ya da bölgeler grubunun uluslararası ilişkileri ile sorumlu olan bir DSÖ üyesi (devlet) tarafından ya da ilgili bölge ya da bölgeler grubunun uluslararası ilişkileri ile sorumlu olan farklı bir otorite tarafından yapılması gerekir.

 

Yani eğer Kıbrıslı Türkleri kendi uluslararası ilişkilerini yönlendiremeyen bir bölgede (Kuzey Kıbrıs) kabul edersek ortak üyelik için bir başvuru yapılması söz konusu olabilir. Bu başvurunun ise bölgenin uluslararası ilişkilerinden sorumlu bir üye ya da farklı bir otorite tarafından yapılması gerekmektedir. Burada önemli bir nokta vardır. İmza kampanyasının orijinal hâli gibi Türkiye’den bu başvuruyu yapmasını talep etmek Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye dâhil olmadığı ve uluslararası ilişkilerinin Türkiye tarafından yönetilmediği tezine aykırıydı. Bilindiği gibi Kıbrıslı Türkler kendileri ile ilgili olan uluslararası ilişkileri kendi ofisleri vasıtasıyla yönetmeye ve Türkiye’yi ayrı bir antite olarak görmeye yönelik bir dış politika sergilemektedirler. Aynı şekilde mevcut yapı içerisinde uluslararası ilişkilerin Kıbrıslı Rumlar (Kıbrıs Cumhuriyeti) tarafından sürdürüldüğünün kabul edilmesi de mümkün değildir.

 

Bunları göz önünde bulundurarak böylesi bir başvurunun uluslararası ilişkilerden sorumlu bir otorite tarafından yapılması ihtiyacı hasıl olur. Bu otorite pek tabii hükûmet de olabilse de, esasen toplum lideri sıfatıyla tanınırlığı daha yüksek olan Cumhurbaşkanlığı olarak gösterilebilir. Elbette önceden belirttiğim üzere uluslararası ilişkilerini yönlendiremeyen bir bölge olarak değerlendirilmemiz ve bu uluslararası ilişkileri yönetebilecek kurum olarak kendi otoritelerimizin görülmesi şartı vardır. Bu şartların yerine getirildiği düşünülürse, Kıbrıslı Türk toplum liderliğinin bir otorite olarak ortak üyelik başvurusu yapması teknik olarak mümkün olabilir. Dikkat edilmelidir ki ortak üyelik için ne “devlet” olma, ne de Birleşmiş Milletler üyesi olma şartı aranır.

 

Başvurunun yapılmasının ardından karar merci olarak Dünya Sağlık Asamblesi devreye girer. Burada kararın nasıl alınacağına dair 8’inci maddede doğrudan bir açıklama olmasa da ilgili ortak üye ile olan ilişkilerin düzenlenmesi için alınacak karar metnine salt çoğunluk gerektiği söylenebilir. Özetlemek gerekirse ortak üyeliğin gerçekleştirilmesi için ne Kıbrıslı Rumların ne Türkiye’nin ne de bir başka devletin tek başına iznine ihtiyaç vardır. Bunun yerine Dünya Sağlık Örgütü (ve Dünya Sağlık Asamblesi) üyesi olan 192’si BM üyesi 194 ülkenin salt çoğunluğuna ihtiyaç vardır. Tabii ki Asamble’de bu çoğunluğa ulaşmak oldukça güçtür. Bu açıdan imza kampanyasının getirdiği momentumun bir etki yaratacağı söylenebilir. Böylesine bir oylamada sonuç alabilmek için yoğun diplomatik çalışma yapılması ve çeşitli bloklardan destek alınması gerekir. Bu diplomatik ilişkilerde müttefik devlet olarak Türkiye’den yardım görülme ihtiyacı olması çok muhtemel olsa da Türkiye’nin diğer dış aktörlerle gergin ilişkileri sebebiyle bugün vereceği katkı sınırlı olabilir.

 

Bu çalışmada dikkat edilmesi gereken önemli bir diğer nokta bir “devlet” olarak, özellikle de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak bir üyeliğin başta 541 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı uyarınca mümkün olamayacağıdır. Paralel bir şekilde Asamble’de bir devlet iddiası ile yapılacak başvuruya diğer üyelerin bakışı çok daha zayıf olacaktır. Bunun yerine devlet iddiasının bir çeşit ispatı yerine burada bir toplumun var olduğunun gösterilmesi ve aynı şekilde bu toplumun özellikle sağlık gibi önemli bir alanda temsiliyetinin talep edilmesi önem taşır. Hasgüler’in çalışmasının da “KKTC’nin DSÖ’ye üyeliği” şeklinde yorumlanması hem hatalı hem de çalışmaya zarar verici bir durumdur. Çalışmada da bir “devlet”ten söz edilmemekte, toplumsal temsiliyetten bahsedilmektedir. Başbakan Ersin Tatar gibi birtakım siyasi amaçlar adına “devlet” vurgusu yaparak bir demagoji yaratmak kazanılabilecek ilginin de uzaklaşması anlamına gelmektedir.

 

Bu başvurunun Asamble tarafından kabul görmesi oldukça düşük bir olasılık olarak değerlendirilebilir. Ne var ki mesele sadece ortak üyeliğe kabul görme iddiasından öte, bir ses çıkarma hareketidir. Özellikle liderliğin çözüm için gösterdiği duruş ve salgın sürecinde evrensel olarak yaşanan sıkıntılar göz önüne alındığında başta sağlık alanında uluslararası toplumdan dışlanmamızın gayriinsani bir tutum olduğunun açıklanması ve buna karşın bir hareketlilik gösterilmesi önemlidir.

 

2 yorum

  1. Merhaba
    Yazınızın içeriğini çok beğendim. Aynı konuda benim de yazmış olduğum bir yazı var. Bu konuda herhangi bir çalışma yaptınız mı? Bu arada ben de Aberdeen Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yüksek lisans yapmıştım:) 2002-2003 yılında….

    1. Bilun Hanım merhabalar,

      Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Konu hakkında akademik bir çalışmam yok ancak imza kampanyası hakkında görüşlerim istendiği için bir okuma yapıp görüşlerimi anlattım ve biraz daha hafif şekilde burada anlatmaya çalıştım. Sizin çalışmanızı da çok merak ettim doğrusu, mümkünse bana iletebilirseniz çok mutlu olurum.

      Ben de 2016 yılında başladığım lisansımı bu yıl bitirmiş oluyorum. Uzak kalalı üç ay olduğu hâlde oraları şimdiden özlemeye başladım. Sizin döneminizde fakülte ne durumdaydı dinlemek isterim.

      Yorumunuz için tekrardan teşekkürler.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir