İnsan Haklarını Anlamak (3)

Serinin ikinci yazısında evrensel ve bölgesel insan hakları sistemlerinden, farklı etki alanlarından ve Avrupa İnsan Hakları Sistemi’nin gücünden bahsetmiştik. Serimizin üçüncü ve son yazısında ise dünyanın farklı yerlerinde insan haklarının kabulünü ve farklı kişi ve kesimler tarafından algılanışını ele alıyoruz.

 

İnsan haklarının dünya üzerinde var olan tüm insanlara eşit olarak sunulduğu ve evrensel olduğuna dair genel bir ilke söz konusudur. Ancak insanlara tanınan tüm bu hak ve özgürlüklerin insanlar tarafından ne derecede bilindiği, anlaşıldığı ve kullanıldığı değişkenlik göstermektedir.

 

Uluslararası sözleşmeler uyarınca devletler, insanların temel hak ve özgürlüklerini korumakla yükümlüdürler. Ancak, tüm devletler bu yükümlülüklerini eşit derecede yerine getirmemektedir. Birçok devletin temelde ve yasa bazında insan haklarını tanıdıkları görülse de uygulamada eksiklikler yaşanırken, öte yandan bazı devletlerin bu haklardan birçoğunu tanımadıkları dahi görülmektedir.

 

Yaşadığımız yüzyılda farklı coğrafyalarda, farklı jenerasyon haklarının tanınırlığı veya ihlali söz konusu olabilmektedir. Bu gelişmeye iki farklı faktör sebep olarak gösterilebilir. Birincisi, devletlerin insan hakları üzerinde olan etkin kontrolleri ve bazı hakların kullanılmasında yarattıkları engellerdir. İkincisi ise insanların kendine tanınan bazı hakları diğerlerine oranla daha önde tutmalarıdır.

 

İlk olarak devletlerin insan hakları üzerinde oynadığı etkin rolü ele alacak olursak, bazı devletler insanlarının haklarını kendilerine eşit derecede sunmamakta ve aralarından bazı hakları hiçe saymaktadır. Günümüzde en temel hak olarak görülen yaşam hakkı -sorunlu da olsa- neredeyse tüm devletler tarafından tanınmakta ve uygulanmaktadır. Ancak konu daha çok sosyal ve siyasi insan haklarına geldiğinde, devletler bu gibi hakları çok kolay gasp edebilmektedirler. Örneğin, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (İHEB), 18., 19. ve 20. maddelerinde yer alan, sırası ile, düşünce ve inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü gibi siyasi haklar, gasp edilen hakların başında yer almaktadır.[1]

 

Öte yandan, devlet tarafından gasp edilen haklar sadece siyasi haklarla kısıtlı kalmamaktadır. Bazı devletler sosyal insan haklarını da ihlal etmektedirler. Örneğin, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Uluslararası Sözleşmesi’nin, 3. maddesinde yer alan kadın ve erkeklerin siyasi ve sosyal haklardan eşit faydalanmaları hakkı bir çok ülkede yıllarca ihlal edilmiş, günümüzde de bazı Müslüman ülkelerde hâlen daha ihlal edilmektedir.[2] Ayrıca, yine aynı sözleşmenin 27. maddesinde tanınan etnik, dinî veya dilsel azınlıkların haklarını ihlal eden birçok ülke bulunmaktadır. Kısacası, devletler insan haklarını kendi perspektiflerine göre uygulamakta ve çoğu hakların kullanılmasında ise seçici davranmaktadır.

 

İnsan haklarının tanınırlığında ikinci faktör olan, insanların kendi haklarını algılama, anlama ve kullanma durumuna bakacak olursak yine dünyanın farklı yerlerinde değişiklikler görmekte oluruz. Bu değişiklikler farklı değişkenlerden ortaya çıkabilir, fakat benim görüşümce en önemli değişken siyasi kültürdür. Siyasi kültür, bireylerin ve toplumların kültürel değerlerin siyasi tutumlarına yansıması olarak görülebilir. Bu bağlamda, bireyselliğin ön planda olduğu toplumlarda (genelde Batı toplumları) insan hakları farkındalığının daha fazla olduğu, toplum bilincinin hak savunuculuğu konusunda daha yüksek olduğu söylenebilir. Özellikle, kişisel ve siyasi hakların ön planda olduğu bireysel toplumlarda, insan hakları ihlallerinin kolay kolay sindirilmediği gözlemlenebilir.

 

Kolektivist kültürlerde ise, toplumun birliği, toplum refahı gibi sosyal algılar daha ön planda olduğundan ötürü, siyasi kültür daha toplumcu bir eğilime sahiptir. Bu nedenle, bu gibi toplumlarda insan hakları bilincinin bireysel toplumlara nazaran daha düşük olduğu gözlemlenebilir. Ayrıca, diğer önemli bir farklılık ise kolektivist toplumlarda, bireysel hak ve özgürlükler yerine toplumsal hakların daha ön planda olduğu, bilgi sahibi olunulduğu ve savunulduğu söylenebilir.

 

Sonuç olarak, her ne kadar evrensel olsalar da, insan haklarının algısı, tanınırlığı ve kullanılması devletler ve toplumların yapısına göre değişkenlik gösterebilmektedir. Bu değişkenliği en aza indirgemek ve tüm insanlığın kendi haklarının farkına varmalarını sağlamak adına büyük ve yapıcı adımlar atılmalıdır.

 

Bu adımlara örnek verecek olursak, en önemlisi, insan hakları eğitimi olacaktır. Gerek örgün eğitim bünyesinde, gerekse yaygın eğitim çerçevesinde insan hakları eğitimi tüm insanlara verilmelidir. İnsan hakları eğitimleri, gençlerin insan haklarının farkına varmalarına ve ileride hayatlarında bu hakları talep etmekte ve yeri geldiğinde ise uygulamalarında yardımcı olacaktır.

 

Üç yazılık “İnsan Haklarını Anlamak” serimizin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Umarım küçük çapta da olsa çevremdeki insanlara ve bu yazının ulaştığı herkese insan haklarının ne olduğunu ve önemini anlatabilmişimdir. Seriyi meşhur insan hakları sloganı ile tamamlamak istiyorum: “İnsan hakları, herkes için!”

 


 

Referanslar

[1] Birleşmiş Milletler. (1948). “Universal Declaration of Human Rights”. Birleşmiş Milletler.

[2] Birleşmiş Milletler. (1966). “International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights”. Birleşmiş Milletler.

 

Fotoğraf için tıklayınız.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir