Buğday’dan Notlar (3): Muazzam İkilemler

Antik Mağusa’da bir akşam vakti, etraf sessiz. Delikanlı, soğuk demleme kahvesi ve sürekli okuduğu haftalık dergisiyle birlikte masasına oturdu. Hafif bir akşam rüzgârı ve alçalan güneşle birlikte gökyüzü her zaman olduğundan daha güzel gözüktü gözüne.

 

Delikanlı, kahvesinden bir yudum alarak Buğday Camisi’ni seyretmeye başladı. Son birkaç ayın kaotik gündemi birer birer aklından geçti. Yavaşça hepsini hatırlayıp daha sonra son on günde yaşananları düşündü ister istemez. Sahi insanoğlu ne çabuk unutuyordu?

 

Delikanlı içinden şöyle bir düşünce geçirdi: “Karantina öncesi hayatlarımıza geri dönmüş gibiyiz ama sanki bundan da emin değilim…”

 

Muazzam bir ikilem ve kararsızlık yaşıyordu. Diyelim ki çabucak unuttuk ve dünyanın bir anda dükkânı kapatışından hiçbir şey öğrenmedik. Sonuçta, gayet olası bir senaryo bu. Peki çabuk unutabilmek kötü bir şey mi?

 

Durup, derin bir nefes aldı ve etrafını gözlemledi bir an için. Sonra, o kadar da kötü bir şey değil diye düşündü. Önemli şeyleri unutuyoruz evet ama, bu özelliğimiz sayesinde büyük acılarımızı da atlatabiliyoruz. Gerçekten zamanla her şey geçiyor. Delikanlı, bunları düşünürken sanki her şeyin biraz daha netleşmeye başladığını hissetti ama bunun tam olarak ne olduğundan da emin değildi. Hiçbir şey olmasa da kesinlikle bir şeyler oluyordu.

 

Yaklaşık 20 saat buzlukta bekleyerek demlenen kahvesinden bir yudum daha alan delikanlı, okumak için sabırsızlandığı ekonomi dergisini karıştırmaya başlıyor. Ancak gündem pek iç açıcı değil. Derginin manşetine göre gelecek pek umut verici gözükmüyor. Zaten son günlerin sosyal medya tartışmaları ile okuduğu birkaç başka makale de bunu söylüyordu. Delikanlı, bu tarz durumlarda kendisini 1941’de yaşayan bir genç olarak hayal etmeyi severdi. Düşünsene, çocukluğun Birinci Dünya Savaşı’nda geçmiş, 1929 Büyük Buhran’da ilk gençliğin ve 10 sene sonra gelen İkinci Dünya Savaşı. İnsan bu koşullarda nasıl umutlu olabilir, geleceğe nasıl iyi bakabilirdi ki?

 

İşte 2020 sonrası için felaket senaryolarının döndüğü bir zaman diliminde yaşayan ve içi oldukça sıkılan delikanlı, kaçış yolunu böyle buluyordu. Biz mutlu değiliz, belki umutlu değiliz ama gerçekten durum o kadar kötü mü?  Bu yaptığı bir teselli çabasından mı ibaretti yoksa 1941 daha mı umutsuzdu bilinmez diye düşünürken birden güneşin battığını fark etti. Etraf kararmaya başlamıştı. Aynı anda, Buğday Camisi’nin tepesinden geçen ve dairesel hareketlerle uçan kuş sürüsü dikkatini çekmişti.

 

Sahi, Buğday Camisi nasıl hissediyordu? Kocaman görkemli bir kilise olarak inşa edilen bu yapıt, herhalde ömrünün en sessiz ve sakin zamanlarını yaşıyordur. Akıbetinden memnun mu ya da daha kalabalık günleri ne zaman görecek gibi ilginç sorular bir anda delikanlının kafasında dolaşmaya başladı.

 

Biraz sonra kahvesini bitirdi ve derin bir nefes aldı. Tam kalkıp yürüyüş yapmak niyetindeydi ki, nedense çok eski bir arkadaşı aklına geldi. Beraber çok vakit geçirmişler ama daha sonra hayatın koşturmacası içinde kopmuşlardı. Sahi ne yapıyordu? Neredeydi acaba? Hayatımızdan gelip geçen insanlar nereye giderler? Hep bizimle kalırlar mı? Galiba, yaşamımızın bir döneminde iz bırakan insanlar, görüşmeyi bıraksak da bizimle yaşamaya devam ederler. Çünkü insan bir bakıma arkadaşlık ettiği insanların toplamıdır. Delikanlı, bu düşünceden tam olarak emin olamadı. Ancak emin olduğu bir şey varsa, o da tüm dünya ve tarih içinde minik bir damla olduğumuzdu. Dünya geçiciyken, bu kadar hırs ve öfke niyeydi?

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir