Kıbrıslı Türk Bir Atatürkçü Olmak

“Ey yüce Atatürk, açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, durmadan yürüyeceğime ant içerim…”

 

Hepimiz içtik bu andı, hepimiz durduk 10 Kasımlarda saat dokuzu beş geçe saygı duruşunda.

 

Peki Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe yürümek, 2018’de Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan birisi için ne demektir?

 

***

 

Atatürk 1881’de Selanik’te Pembe Köşk’te doğdu. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Bey’di. Mahalle mektebinde okumaya başlasa da babasının ısrarlarıyla modern bir eğitim alması için Şemsi Efendi Mektebine gönderildi…

 

Bu şekilde başlayan biyografik detaylar silsilesi hepimizin kafasına kazınmış durumdadır.

 

Neden?

 

Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe yürüyebilmek için anne babasının, gittiği ilkokulun adını bilmek gerekli midir?

 

Sadece Atatürk’ün biyografisi üzerine özel ilgisi olan tarihçilerin konusu olması gereken detaylarla kafası doldurulan, Atatürk’ün düşüncelerine yön veren fikir ortamına dair bilgilenmeyen genç nesillerin şekilcilikten öte, tam anlamıyla onu anlamasını bekleyebilir miyiz?

 

***

 

Atatürk’ü anlamak, gösterdiği hedefe gitmek, savunduğu düşünceleri aynen kopyalamakla, icraatlarını külliyen savunmakla mümkün değildir.

 

“Hayatta en hakiki mürşit (yol gösteren) ilimdir” demiş, bilimin sorgulayıcılığına halkını davet etmiş bir figürün hatırasına en büyük ihanet, tam aksine, icraatlarına ve düşüncelerine aradan geçen seksen yılda ilerlemiş bilimin ışığında eleştirel yaklaşmamaktır.

 

Mesela Atatürk idaresinde kadınlara Avrupa’nın çoğu ülkesinden önce oy kullanma hakkı verilmiştir. Atatürk, bilim ve aklın işaret ettiğini Avrupa kamuoyunun çoğunluğundan önce görmüş ve dönemin bu en tartışmalı hak mücadelesini sonuca kavuşturmuştur. Bu sadece günümüzde kadın haklarını değerlendirmemizde önemli olmamalıdır, bilimin bulguları ışığında günümüzde gerçekleştirilen bir hak arayışıyla, eşcinsel hakları ve ayrımcılıkla mücadele hareketiyle paraleli kurulabilmelidir.

 

Öte yandan, Osmanlı döneminden beri gelişen bir kadın mücadelesinin meyvesi olan Türkiye’nin ilk feminist siyasi partisi, Nezihe Muhiddin’in Kadınlar Halk Fırkası, Atatürk döneminde kapatılmış, kendiliğinden gelişen bu siyasi hareket bastırılmıştır (Zihnioğlu, 2003). Kadının sosyal statüsünün gelişimi için sadece hukuki ve siyasi eşitliğin sağlanması yeterli olmayacağından, aktivizmin yeri doldurulamayacağından, bu uzun vadede olumsuz etkileri olan bir hareket olmuştur. Bu Atatürk’ün tahayyül etmiş olduğu bir sonuç değildir; ancak bizim elimizdeki veriler ışığında bu konuya eleştirel yaklaşmamız, bizi sorgulamaya iten Atatürk’e borcumuzdur.

 

***

 

Atatürk ilkelerinin bizim için ne olmasını gerektiğini daha da derinden sorgulayalım.

 

Atatürkçülüğün resmî bir ideolojik metni yoktur, buna en çok yaklaşan konumdaki Nutuk da ideolojik bir manifesto niteliğinde değildir. Sonradan Atatürkçülüğün genel hatları, altı prensibe indirgenmiştir; ancak bu aslında Atatürkçülüğün özü müdür? Bu fikirlerin nasıl meydana geldiğini, bir Kıbrıslı Türk olarak bize nasıl yansıdıklarını, günümüz bilimi ışığında incelememiz, öze inmemiz lazımdır.

 

***

 

Milliyetçilik ilkesini ele alalım.

 

Bu ilkenin gelişimi tabii çok sayıda kitaba konu olmuştur da, kısaca Atatürk özelinde bir siyasi, bir de entelektüel bağlamdan söz etmek gerekir.

 

Siyasi bağlamda, parçalanmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nda, halkı bir arada tutacak, devlete beka sağlayacak ideoloji arayışı mevcuttu. Herkesin Osmanlı tebaası olduğunu ve sadakatinin de Osmanlı Devleti’ne bağlı olması gerektiğini söyleyen Osmanlıcılık ideolojisi başarısız olmuş, Hristiyan tebaa çoktan isyan bayrağını açmış ve Rumeli’nin çoğu elden çıkmıştı.

 

Bu noktada, iki ideolojik alternatif mevcuttu: biri, Sultan Abdülhamid’in otoriter rejiminin başını çektiği İslamcılık ve ümmetçilik, ötekisi de yeni serpilen Türk milliyetçiliği.

 

Entelektüel bağlamda, bu dönemin Avrupa bilimsel dünyasında uluslara yapılan vurgunun çok revaçta olduğunu söylemek gerekir. Örneğin antropolojik olarak ırk ve uluslara dair savunulan görüşler, günümüzden baktığımızda sözde bilimsel bir ırkçılığa temel hazırlayacak kadar radikalleşmekteydi. Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk on yılında yapılan ve Atatürk’ün teşvik ettiği antropolojik çalışmalar, Türk milletinin “fiziksel özelliklerinin” belirlenmesine kadar bir yelpazeye ulaşmıştı ve o dönemin bilimsel akınlarını güçlü bir şekilde yansıtmaktaydı (Hanioğlu, 2011). Dolayısıyla Atatürk’ün milliyetçiliği, döneminin bilim dünyasında en revaçta olan görüşü temsil etmekteydi; farklı koşullar altında Atatürk’ün ideolojisi farklı da tezahür edebilirdi.

 

Atatürk’ün okuduğu kitaplar, kişisel düşüncelerini nasıl olgunlaştırdığını, özünde bilime nasıl bir bağlılık olduğunu ortaya koymaktadır. Süleyman Paşa’nın Türklüğün İslam öncesi tarihine detaylı yer verdiği, İslam’dan bağımsız bir Türk millî kimliğine zemin hazırlayan Tarih-i Âlem’i, genç Mustafa Kemal’in dimağında önemli etki sahibiydi. Fransız yazar Léon Cahun tarafından 1896’da kaleme alınan Asya Tarihine Giriş: 1405’e dek Türkler ve Moğolların Kökeni kitabı da Atatürk’ün gençliğinde çok takdir ettiği bir eser olmuştu (Gawrych, 2013).

 

Buna paralel olarak, laiklik konusunda da Atatürk’ün düşünceleri içerisinde yetiştiği entelektüel ortam tarafından şekillenmiştir; 1908 devrimi sonrası yayımlanan ve Mustafa Kemal’in takipçisi olduğu İctihad dergisi bunun merkezindeydi. Bu dergide Kılıçzade Hakkı’nın paylaştığı, kadınların eşit sosyal haklara sahip olduğu, çağdaş eğitimin takip edilip dinin sadece kişinin özel hayatıyla sınırlı kaldığı hayal (Gawrych, 2013), günümüzde hâlen biz Kıbrıslı Türklerin toplumumuzda gerçekleştirmek için mücadele ettiğimiz vizyonla örtüşmektedir.

 

Tüm bunlar, Atatürk’ün görüşlerinin birer dogma olmadığı, aksine o dönemin bilimsel görüşlerine göre şekillendiğini, Atatürkçülüğün özünde Atatürk’ün bu sürecin sonucu olarak savunduğu fikirlerin değil, bilimsel bu sürecin yattığını göstermektedir.

 

Üstelik, Atatürk milliyetçiliğini değerlendirirken, bizim hiçbir zaman Atatürk’ün kurtarmaya çalıştığı bir vatan parçasında yaşamadığımızı, Misak-ı Millî’nin bir parçası olmadığımızı da unutmamamız gerekir. Atatürk Türkiye’si, diğer Türk azınlıklarla beraber Kıbrıslı Türklerin de topraklarını bırakıp Anadolu’ya göç etmesini teşvik etmiş, bu iş için Kıbrıs’ta bir konsolosluk kurmuş ve bu da en az 2.000 kişinin göçüyle sonuçlanmıştır (Evre, 2004). Bizim Kıbrıslı Türkler olarak örnek alabileceğimiz, zaman içerisinde şekilci bir kalıba oturtulmuş olan “Atatürk milliyetçiliği”nden ziyade, Atatürk’ün düşüncelerinin temelinde yer alan bilimsel hassasiyet, ve vatanını savunmakta, tüm imkânsızlıklara rağmen kendi kendini yönetme, siyasi ve ekonomik bağımsızlığını korumakta gösterdiği dirayettir. Kıbrıs Türkü olarak zaten tam da ihtiyacımız olan budur.

 

***

 

İnceledik, irdeledik.

 

Peki Atatürkçülük özetle nedir?

 

İki kelimeyle en iyi özet, bence Şükrü Hanioğlu tarafından yapılmış, Atatürk’ün düşünce tarzı “bilimsel pragmatizm” olarak tanımlanmıştır.

 

Bu, dogmalardan arınmış bir şekilde, ülkenin koşulunu rasyonel biçimde tahlil ederek günümüz biliminin prensiplerini her alanda gelişim için kullanmayı gerektirir.

 

Ahval ve şerait zor olabilir, üretimden koparılmış, dünyanın beş yanına saçılmış, ambargolarla boğulmuş, hukuksuzluk ve yolsuzluk deryasında kendini kaybetmiş, şiddet ve taciz sarmalında sokağa çıkmaktan korkar hâle gelmiş olabiliriz.

 

Ancak eğer Atatürk’ün yolundan, gösterdiği hedefe doğru ilerlemeye devam edeceksek, bir adım geriye atmalı, soğukkanlılıkla her durumu bilimsel olarak analiz etme ve en vahim ahvalde bile çözüm önerisi üretme azmini, bir vatanı küllerinden doğuran o mücadele azmini, damarlarımızdaki kanda bulabilmeliyiz.

 

Bu bir sağ-sol, çözüm-KKTC meselesi değildir.

 

Bu memleket için bilimin ışığında olduğu sürece en iyisinin ne olacağına dair farklı inançlar olacaktır, bunlar rasyonel biçimde tartışılacaktır. Ancak içinde bulunduğumuz coğrafyada, Misak-ı Millî sınırları içerisinde yaşamasak dahi, aydınlanma değerlerine sahip her birey için Atatürk’ün yegâne ışık huzmesi olduğu bâkidir. Onun açtığı yoldan devam edebilmek, halk olarak tarih sahnesinde varlığımızı koruyabilmek için, Atatürkçülüğün özü olan bilimsel pragmatizm ilkesinin ışığından ayrılmamamız, dogmaları, ezberciliği yıkmamız gerekmektedir.

 

Yaklaşık yüz yıl önce Atatürk’ün Samsun’dan başlattığı varoluş mücadelesi, bugün on yıllardır sürdürdüğümüz varoluş mücadelemizi aydınlatmaya devam etmektedir. İşte bu yüzden, Atatürk en çok da Kıbrıslı Türkler için bir rehber olmalıdır…

 

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!

 


 

Referanslar

Evre, Bülent (2004). Kıbrıs Türk Milliyetçiliği: Oluşumu ve Gelişimi, Lefkoşa: Işık Kitabevi Yayınları.

Gawrych, George W (2013). The Young Atatürk: From Ottoman Soldier to Statesman of Turkey, Londra: I.B. Tauris.

Hanioğlu, Şükrü (2011). Atatürk: An Intellectual Biography, Princeton University Press.

Zihnioğlu, Yaprak (2003). Kadınsız İnkılap: Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği, İstanbul: Metis Yayınları.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir