Ekim ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi ile beraber bir anayasa değişikliğini karara bağlamak adına referanduma da gidiyoruz. 143’üncü maddenin değişmesiyle 8 üyeli Yüksek Mahkeme Yargıcı sayısının en az 8 en fazla 16 olacak şekilde düzenlenmesini öngören değişiklik ekim ayında halk oylamasına sunulacak.
Yargıtay, Yüksek İdare Mahkemesi (ve istinafı), Yüce Divan ve Anayasa Mahkemesi olarak görev yapan Yüksek Mahkeme Yargıçları aynı zamanda Yüksek Adliye Kurulu ve Yüksek Seçim Kurulu üyeliği yapmaktadır. Yüksek Mahkeme Yargıçlarının üç tanesi ayrıca askerî mahkeme ile de meşgul olmaktadırlar. Yüksek Mahkeme Yargıçlarının yoğunluğu yargının en önemli sorunlarından biri olmakla beraber basında sıkça eleştirilen “yargıda yavaşlık” söyleminin en büyük muhtemel kaynağıdır.
Yüksek Mahkeme Yargıçlarının arttırılmasının gerekliliği yargıda pek de bir tartışma konusu değildir. Yasama ve yürütme ile beraber devletin üç bacağından biri olan yargıdaki hemen herkes bu gerekliliğin farkındadır. Ancak bazı siyasi çevreler bu anayasa değişikliğine karşı söylemlerde bulunmaktadır. Bunların başında “Geçici 10’uncu madde değişmeden hiçbir maddenin değişmemesi gerektiği.” başlıklı bir argüman gelir. Bu argüman, ortaya siyasi bir irade konması gereken bir mesele olan ilgili değişikliği diğer tüm meselelerin üzerine koyarak rasyonaliteden uzak sürrealist bir yaklaşım ortaya koymaktadır.
Bu mantıkla anayasada istenilen madde değişmeden hiçbir yasanın da değişmemesi, yani yasamanın tamamen durdurulması gerekir. Mademki öncelikli mesele değişmeden herhangi başka bir değişiklik vuku bulamaz, o zaman uzlaşı sağlanması oldukça zor olan bu tarz öncelikli meseleler ile karşılaşıldığında “dükkânı kapatmak” gerekir. Bu tutum sürrealist mükemmeliyetçilik meselesine de güzel bir örnektir.
Bu çevrelerin motivasyonun aslen anayasa tadilatının içeriği ya da geçici 10’uncu madde değil siyasi çıkarlar olduğu yönünde bir intiba vardır. Özellikle 2014’te meclisteki hiçbir partinin “hayır” dememesine ve kâğıt üstünde desteklemesine karşın halkın %62,32’lik bir oy oranı ile değişiklikleri reddetmesi önemli bir detaydır. O dönemde önceden “evet” denildiği için hiçbir parti çıkan “hayır” sonucunun üzerine tabiri caizse “konamamıştı”. Şimdi ise halkın bir kısmının yine içeriği okumadan vermesi muhtemel olan “hayır” oyuna siyaseten “konmak” için yersiz ve desteksiz bir “hayır” propagandası ortaya konuluyor.
Hâlbuki yapılan aslında çok sarih şekilde sadece yargının işleyişini kolaylaştırmak adına üzerinde siyasi hesaplaşmayı kaldırmayacak bir değişikliktir. Yargının siyasete kurban verilmesi de “son kale” olarak görülen yargıya karşı halkın ödevinin yerine getirmemesi olarak görülür. Yargının işleyişine böylesine katkı verecek bir değişikliğin siyasi emeller uğruna göz ardı edilmesi önemli bir hata olacak olup halkın bu şekilde düşünce gösterenlere müsamaha etmeyeceği kanısındayım.
Fotoğraf için tıklayınız.