Kadın Olmak: Türkiye’de Kadına Şiddet

Son dönemlerde magazin dünyasında büyük yer bulan Sıla – Ahmet Kural ayrılığını ve ayrılığın sebebi olan “kadına şiddet” tartışmalarını eminim ki duymuşsunuzdur. Okuduğum her yazıda, tekrar tekrar yinelenen bir yorum çarpıyor gözüme: “Ya abi bu Sıla’ya yapılır mı?” Bu, toplum olarak kadına değil, kadının adına veya güzelliğine verdiğimiz önemi simgeler aslında. Sosyal medyada bir makaleden diğer köşe yazısına atlarken:

 

“Bu, hiçbir kadına yapılır mı?” diye düşünmeden edemiyorum, kendim de pek çok kez tacize uğramış bir kadın olarak. Kadın nedir? Neden bu kadar önemlidir? Bu tanımlamaya, ilk etapta ontolojik açıdan yaklaşmak çok önemlidir. Erkek, kadından doğmadır; öyle ki, bir annenin karnında taşınıp var olmadan, erkek yoktur, yaşamdan yoksundur. Erkeğin yaratılışında, kadın şüphesiz ki başroldedir. Bu yaklaşımdan, erkeğin öneminin yanında, bunun arkasında yatan kadının kutsallığı hakkında yeterli olguya erişebiliriz. Fakat Türkiye’de, bu farkındalık maalesef ki çok yetersiz düzeyde seyretmektedir. Peki neden Türkiye’de kadına şiddet bu kadar çok artmakta? Şahsi görüşüm, Türkiye’deki bugünkü siyasi düzenin buna elverişli olmasıdır. Sürekli bir yenisi çıkan af yasaları ile failler her geçen gün aklanıp serbest bırakılmakta ve şiddet gören kadınların sesi bastırılmaktadır. Maalesef ki günümüzde, sevmek ve dövmek çoğu insanın bilincinde aynı kategoriye girmekte ve yakından ilişkilendirilmektedir. Peki bu hep böyle miydi? Cevap, kesinlikle hayır. Osmanlı Tanzimat Döneminde kâğıt üzerinde başlayan kadın erkek eşitliği, Atatürk zamanında pratiğe dökülmüş ve gündelik hayata yansımaya başlamıştır.

 

Türkiye’de kadın olmak maalesef gece (hatta bazen gündüz bile) tek başına dışarı çıkmaya korkar olmak, kırk derece ağustos sıcağında tutucu mahallelerde son baharlık giysiler ile gezmek, hava karardığında arkandan bir erkeğin geldiğini ve seni takip ettiğini düşündüğünde yaşadığın yürek çırpıntısıdır; yanında bir erkek olduğunda sokakta kendini güvende hissetmek, barda biri numaranı sorduğunda veya sarkıntılık ettiğinde “istemiyorum”un cevap olarak kabul edilmediği, rahat bırakılmanın tek yolunun “erkek arkadaşım var” olmasıdır.

 

Haberlerde, ünlü kadınların, sesini çıkaramayan kadınları savunması gerekirken, kadına şiddeti “bayanların” suçu olarak görmek, “kuyruk sallamıştır” gibi çirkin söylemlerde bulunmak, olayın içerdiği farklı anlayışları tüm acısıyla gözler önüne sermektedir. Peki ne yapmalı? Toplumun konudan rahatsız olan kesimi olarak bu sorunla nasıl başa çıkmalıyız? Maalesef, bu problemin kökeni sosyolojik olmasına rağmen, siyasetçiler tarafından desteklenmektedir. Sosyal yapı yönünden, Türkiye’nin ataerkil bir toplum olduğu doğrudur. Özellikle geleneksel Türkiye’de, annelerin çoğu oğullarına ve kızlarına farklı derecede özgürlükler tanırken, erkekler birçok övgü almaktadır. Kızların regl hakkında konuşması sakıncalı bulunurken, erkek çocukları şaşaalı sünnet düğünleri ile övülmekte, ayrıcalıklı kılınmaktadır. Türkiye’de erkeğin kadını taciz veya tehdit etmesi yeterli değildir, erkeğin ceza alması için; o kadın öldürülmelidir.

 

Peki biz kadınlarımızı korumak için ne yapmalıyız? Siyasi açıdan, maalesef art arda çıkan aflar ve “sen kadınsın, sesli gülme”, “karı gibi konuşma” gibi deyişlerin siyasetçilerin bile ağzına sakız olması, zanlılara ve potansiyel zanlılara kapı açmakta ve gönül ferahlığı vermektedir. Evet, tüm siyasi düzeni bir anda değiştiremeyiz elbette fakat, kolektif çözümler, birey olmadan gerçekleşemez. Eğer sen komşun şiddete uğradığında sessiz kalırsan, şiddete izin veriyor, kabulleniyorsun demektir. Kadına şiddeti alevlendiren, korkudur. Şiddete uğrayan kadınlar için sığınma evleri ve kadına şiddeti kabullenmeyen bir toplum, bu sosyal problemi çözmenin ilk adımlarıdır. Değişim evden başlar. Oğullarımıza kadınla erkeğin eşit olduğunu, rıza ve izin alma kavramını ve bir şeyi biri istemeden, zorla yapamayacaklarını öğretmemiz gerekir. Oğullarımız kendilerini kızlardan yüksekte görmemeli, kızlarımız kendilerini erkeklerden alçakta görmemelidir.

 

Eğer bunları yapmazsak, kadına şiddete dolaylı yoldan ortaklık etmiş oluruz. Kadına şiddet, sadece ünlü birinin başına geldiğinde gündemimize oturmamalıdır. Farkındalık yaratmak için #Me Too (#Ben De) tarzı sosyal medya akımlarını beklememeliyiz. Bu, bizim vatandaş olarak, kadın nüfusun 2040’ta erkek nüfusunu geçeceği bir toplumda, önemli bir toplumsal sorumluluğumuzdur. Eğer bir gün bile herhangi bir kadına taciz ve şiddete tanıklık etmiş ve buna sessiz kalmışsak, hiç şüphesiz ki, kadına şiddet konusunda tüm toplum olarak sınıfta kalmışız demektir. Eğer bunlara göz yummaya devam edersek, tarihimizi unutmuşuz demektir. İşte o zaman, denecek tek bir söz kalır. Bize, bizim kadınlarımıza yazık olmuş, çok yazık…

 

Fotoğraf için tıklayınız

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir