Patates Krizi Üzerine

Roma’da yaşarken, en çok keyif aldığım şeylerden bir tanesi de Kıbrıs’ı ve gündemini uzaktan seyredebilmek ve burada yaşadıklarımdan yola çıkarak önce memleketimi daha sonra da kendimi daha iyi tanıyabilme çabasıdır. Çünkü, her zaman bir meseleye uzaktan bakınca resmin bütününü görebilmenin daha çok mümkün olduğuna inanmışımdır.

 

Uzakta olan birisi olarak, Kıbrıs’a baktığım zaman; son 10-12 güne dair aklımda kalan gündem maddeleri üzerine bir liste yapayım dedim, ortaya şöyle bir şey çıktı:

  • Patates Krizi: Piyasada kalmayan patates, olanların da 25 liraya çıktığı söylentileri.
  • Dedikodu üzerine dönen hükûmet senaryoları: Bir parti diğeriyle koalisyon kuracak mıydı, kurar mıydı üzerinden, temelsiz dedikodu ve sonsuz varsayımlara dayanan söylentileri.
  • Nikos Anastasiadis’in Kıbrıs sorununa dair açıklamaları.
  • Düşen dövize rağmen yeterince düşmeyen fiyatlar ve Ticaret Odasının tuhaf kampanyası.
  • 12 Kasım’da açılması beklenen Derinya ve Aplıç sınır kapıları.

 

Maddeleri okurken içiniz daraldı değil mi?

 

Herhâlde, Derinya ve Aplıç’ın açılışı bu listenin tek olumlu maddesi olsa gerek.

 

Sürekli bir çıkmazda olduğumuz ve her şeyin çok kötü gittiği düşüncesi hâkim olsa dahi toplumumuzda, bu yazının ve tüm yazılarımın konusu meselelere farklı açılardan bakabilmek, en azından bunu denemektir. Bunu tüm berraklığıyla söyleyebilirim, çünkü umudumuzu ve geleceğe dair hayallerimizi kaybedersek geriye ne kalır ki?

 

Patatesten bahsedelim mesela. Bir düşünün, zihninizi geriye doğru sarın lütfen. Tarım ve tarım politikaları ile ilgili ilk aklınıza ne tarz haberler, olaylar geliyor?

 

Olumlu meseleler geliyor demeyi çok isterdim ancak tarım, her defasında protesto, ödenemeyen primler, arpa paraları, geciken teşvik ödenekleri ile gündeme geliyor. Son mevzu ise: Kıtlığa düşen patates.

 

Mehmet Moreket, Havadis gazetesindeki köşe yazısında konuya dair yazdıklarında plansızlığa dikkat çekmişti. “… Mesele basit, ekmemişler. Ya da çok az ekmişler. İklim koşulları verimi düşürmüş, dövizden dolayı gübre fiyatı artmış… Hatta Ağustos’ta ekim yapacaklarında parasını verseler de gübre bulamamışlar. Yani sizin anlayacağınız, önümüzdeki dönem de sorunlu. Daha önce de yazmıştım vurgunu. Efendim toptancı, 1 lira 20 kuruştan patatesi almış depolamış. Arkası gelmeyince, fiyatı 8-10 liralara çıkartmış. Hâlâ elinde patates varmış ama, fiyat kırmamak adına satmıyormuş…”[1]

 

Moreket’in söylediklerinden de anlayabileceğimiz üzere, bir plansızlık ve politikasızlık aldı başını gidiyor.

 

Kuzey Kıbrıs’ta durum vaziyet böyleyken, gelişmiş ülkeler “2050’deki dünya nüfusuna yetecek kadar gıdayı nasıl üretiriz?” sorusuna yanıt arıyor. Merkezi Roma’da bulunan FAO (BM Gıda ve Tarım Örgütü), “2050’de dünyayı nasıl besleyebiliriz?” başlıklı önemli bir rapor yayınladı, geçtiğimiz yıllarda. Henüz okuma fırsatı bulamadığım, sadece özetini okuduğum rapor, genel hatları ile 9 milyarı bulacak olan dünya nüfusunu “Nasıl besleyebiliriz?” sorusunun cevabını bugünden arıyor.

 

Bir ada ülkesi olarak su sorunu yaşadığımız inkâr edilemez bir gerçek. Dahası, genişleyen şehirler tarım alanlarını günden güne azaltan ve yok eden bir hâl alıyor. Bu meseleleri düşününce, esas tartışmamız gerekenin verimliliği nasıl daha çok artırabileceğimiz, su ve diğer kaynaklarımızı nasıl daha etkin kullanabileceğimiz olduğunu düşünüyorum. Akabinde ise, dikey tarımı konuşmamız gerektiği düşüncesi beliriyor zihnimde. Kelimenin tam anlamıyla, dikey olarak gerçekleşen, geleneksel tarımdan farklı bir metottan bahsediyoruz. İnternette yaptığım küçük bir araştırmadan sonra şöyle bir tanım ile karşılaşıyorum. “… Dikey tarım, geleneksel çiftçilik kavramını tam anlamıyla tersine çevirir ve dünyanın en yoğun şehirlerinden bazılarında küçük ayak izleri taşıyan yüksek binalarda üretilen tarım çeşididir. Başta Singapur, Japonya ve ABD olmak üzere dünyanın pek çok  bölgesi dikey tarım tesislerine sahip. Bu tesislerde tonlarca üretim yapılıyor. Tesisler enerjisini güneşten, rüzgardan sağlıyor. Üretim yağmur suları ile yapılıyor. Şu anda dünyanın en büyük dikey tarım tesisi Japonya’da bulunuyor ve normal bir tarım arazisinde üretildiği zaman harcaması gereken suyun sadece %1’ini kullanarak aynı miktarda ürün üretiyor. Ayrıca %80 daha az enerji harcıyor…”[2]

 

Kaynakları daha verimli kullanmanın yanında, markalaşma noktasında da sıkıntılar yaşadığımız bir gerçek. Geçtiğimiz ilkbaharda ziyaret etme şansı bulduğum Trodos “Commandaria” köyleri beni hayrete düşürmüştü. Kısaca, turistlere yönelik dizayn edilen bir şarap rotası ile, tüm bu köylerin ziyaret edilmesi, bilinmesi sağlanıyordu.

 

Protestolar, ödenemeyen teşvikler, plansız ve verimsiz bir tarım sektörü yerine agro-turizmin konuşulduğu ve uygulandığı bir Kuzey Kıbrıs hayal ediyorum. Yeşilırmak’ta gerçekleşiyor aslında. Mevsimi geldiğinde, herkes çilek toplamaya gidiyor bu güzide köyümüze. Böylece, hem üretici kazanıyor, hem müşteri keyifli bir gün geçiriyor. Bu konsept, rahatlıkla zeytin hasadı, portakal toplama gibi farklı alanlarda da uygulanabilir, yabancılar ülkemize sırf bu konseptleri deneyimlemek için gelebilir. Yeter ki, biraz daha farklı açıdan bakabilelim.

 

Daraltıcı ve boğucu bir gündemin üzerine, ferahlatıcı bir iki fikir jimnastiği, olumlu bazı düşünceler, hayaller paylaşmak istedim sizlerle.

 

Gelin bu haftaki yazıyı klişe bir söz ile bitirelim: “Hayat size limon veriyorsa, siz onunla limonata yapın.”

 

Herkese güzel bir hafta dilerim.

 


 

Referanslar

[1] Mehmet Moreket: Patates meselesi.

https://www.havadiskibris.com/patates-meselesi/

[2] Neden Dikey Tarım?

http://www.tarim.com.tr/Neden-Dikey-Tarim,39340h

 

  • Fotoğraf: Anadolu Ajansı

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir