Bir Dereboyu Çocuğunun Hayalleri

Cambridge’te bir cuma gecesi…

Dükkânların ve lokantaların yoğunlaştığı şehrin ana caddesinin kaldırımlarında, tekerlekli sandalyeli bir genç, akşam eğlencesinde hızla koşuşturan arkadaşlarını kahkahalar atarak takip ediyor.

Gece geç vakit trenden eve yürüdüğüm, yorgunluktan gözlerimi zar zor açık tuttuğum bir gece olmasına rağmen gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Çok derinlerde bir şeylere dokunuyor bu engel tanımayan gençlik enerjisi…

***

Cambridge’te bir başka cuma gecesi…

Kanser tedavisinde bireysel gen profillerinin önemi konulu bir seminere katılıyorum, konuşmacı buradaki tıp fakültesinin en prestijli profesörlerinden biri. Konuyu anlatırken ansızın Kıbrıs’tan bahsetmeye başlıyor, meğerse yapılan çalışmaların bir kısmı Kıbrıs’ta gerçekleştirilmiş.

Gözlerim yine fal taşı gibi açılıyor.

Bir süre anlattıktan sonra diyor ki, “adanın güneyinden bu verileri aldıktan sonra, Kuzey Kıbrıs’ta da inceleme yapmak istedik. Şimdi Kuzey Kıbrıs, uluslararası toplumdan izole bir bölge, güneyine göre geri kalmış, başkent Lefkoşa’nın kuzeyine ayak bastığınız anda bunu anlıyorsunuz…”.

***

Bizim sorunumuz bir noktada bir imaj sorunu. Hem kendi gözümüzde kendimize ait imajımızla, hem de uluslararası topluluğun gözündeki imajımızla ilgili bir sorun.

Yaşadığımız mekânın fiziksel durumu, dış görünümü, toplum olarak her türlü konuda kendimizi nerede hayal edeceğimizi etkileyen bir etmen aslında. Herhangi bir konuda cesur bir vizyon ortaya konulacağında her zaman ileri sürülebilir “burası Norveç değil” gibi argümanlar, doğru ya, Lefkoşa’nın yolları bile “lukkolarnan doluykan”…

Hocanın Kuzey Kıbrıs’la ilgili dedikleri doğru değil mi? Elbette ki doğru. Ancak dış mekânın yansıttığı “geri kalmışlık”, toplumsal bir geri kalmışlık mantalitesi olarak da geri dönüyor bir noktada ve ilerlemenin önüne set çekiyor. Bunun bilimsel literatürdeki paralelleri arasında bir şehirdeki suç oranının dış görünümdeki izbelikle bağlantılı olduğunu öngören “kırık pencere teorisi” de vardır (bu teorinin doğruluğu elbette ki bilimsel açıdan tartışmalıdır).

***

Üstelik bunun yansıdığı tek alan toplum olarak vizyonumuz değil, turizm alanında çok daha doğrudan yansımaları var tabii ki.

Onur Olguner’in Lefkoşa’ya dair vizyonunu ortaya koyduğu Yenidüzen’deki yazılarını, çocukluğunu ve ilk gençliğini Kumsal bölgesinde, Dereboyu’nun delik deşik, düzensiz, annemin gençliğinden beri yenilenmemiş kaldırımlarında geçirmiş biri olarak hep çok takdir etmişimdir.

Kendisinin bu yazıları arasında, “Lefkoşa Manifestosu” yazı dizisi, “Lefkoşa’da Shakespeare Caddesi Nerde?” ve “Lefkoşa’nın Meydanlarına Heykel Gerek” başlıklı yazıları özellikle okunmaya değer yazılardır.

“Lefkoşa’da Shakespeare Caddesi Nerde?” yazısında yaptığı çok doğru bir tespit vardır: “Turistimizi surların dışına çıkarmaya adeta korkuyoruz. Elinde su şişesiyle Lokmacı Sınır Kapısından geçirilen turist on yıldır gözden geçirilmeyen mavi bir çizgide hızlıca dolaşıyor ve elindeki su bitmeden güneye dönerek parasını orada harcıyor.”

***

Dereboyu’nun düzenlenmesi, Lefkoşa’nın çağdaş bir şehir imajına kavuşması açısından hayati öneme sahiptir.

Erişebileceği potansiyel açısından Sofya’nın Vitoşa Caddesi’ni örnek verebilirim. Mimari açıdan kendisini sıradan bir sokaktan ayıran pek bir özelliği olmayan bu cadde, trafiğe kapalıdır (bu elbette ki Dereboyu’nun trafiğe kapatılmasının bir ön şart olduğu anlamına gelmemektedir), caddeye yayılan ferah yeme içme mekânları, şık ve tatlı mağazaları, hareketli sokak ortamıyla, yakınlardaki ana turistik mekânlardan ciddi manada ziyaretçi çelmektedir.

Surlariçi ile Dereboyu arasındaki mesafe, bir bölge anlamında “Dereboyu”nun meclisin yanından başladığını düşünürsek pekâlâ yürünebilecek bir mesafedir.

Eski adı Shakespeare, yeni adı Mehmet Akif Caddesi olan bu caddemize, Sn. Olguner yazısında Shakespeare temalı bir heykel dikilmesini önermektedir. Katılıyorum ve arttırıyorum: Bu bölgemiz özellikle edebiyat temasıyla bir cazibe merkezine dönüştürülebilir.

Elbette ki ilk adım, caddedeki kaldırımları yekpare ve engellilerin erişimine müsait bir hâle getirmektir. Yapılması öngörülen, trafiği rahatlatacak ve Dereboyu’ndaki yolun genişliğini azaltacak paralel yol elbette ki geniş ve ferah bir kaldırım yapılabilmesi için ön şarttır; ancak bu proje eldeki imkânlarla uzun süre mümkün olamayacaksa dahi mevcut şartlar altında bir çevre düzenlenmesine gidilebilir, kaldırımın daraldığı yerlerde karşıdan devam etmek için yaya geçitleri düzenlenerek engellilerin erişimi kolaylaştırılabilir.

Mevcut belediye yönetimini engellilerin erişimi konusunda hassasiyet gösterdiği bir gerçektir, gerek Surlariçi, gerekse Şehit Ecvet Yusuf Caddesi’ndeki son düzenlemelerinde bu hususu dikkate aldıkları için Mehmet Harmancı’nın yönetimini tebrik etmek gerekir. Ancak bu hassasiyetin en kısa sürede Dereboyu’na da sirayet etmesi gerekmektedir ki yazımı açarken betimlediğim sahneler bizim de gündelik bir gerçeğimiz olsun.

Kaldırım ve çevre düzenlemesi, Surlariçi’nden yönlendirici güzergâh düzenlemeleriyle tek başına iyileştirici etmenler olacaktır.

Cazibeyi daha da arttırmak için, bahsettiğim edebiyat teması işlenebilir. Pronto Çemberi’ne atıfta bulunduğum yazılarda da dendiği gibi Shakespeare temalı bir heykel dikilebilir, başka bir noktaya bir Mehmet Akif Ersoy büstü yerleştirilebilir; ancak belki de daha da önemlisi, yol boyunca müsait noktalara Kıbrıs Türk edebiyatından örnekler içeren levhalar yerleştirilebilir.

Hayal edin bir… Yürürken bir tarafınızda Neriman Cahit’in Lefkoşa’ya mektuplarından kesitler, diğer tarafınızda Mehmet Yaşın’ın Yenişehir’e dair şiirleri, elbette ki hepsi İngilizce çevirileriyle… Ve hatta edebiyatla sınırlı da tutulmayabilir bu levhalar, Köşklüçiftlik ve Kumsal mahallelerinin toplumsal hafızaları, tarihçeleri işlenebilir, yapayalnız duran, en büyük toplumsal travmalarımızı yansıtan Barbarlık Müzesi, toplumsal hafızamızın yansıtıldığı bu kültüre entegre edilebilir…

Ve sonrasında Dereboyu’nu sadece bir alışveriş, yeme-içme değil, bir kültür güzergâhı olarak da tanıtabiliriz meraklısına.

Hem bu, buralarda gezinen gençliğimizin, unutulmasından o çok endişe ettiğimiz değerlerimizden haberdar olmasına, yaşatmasına da önayak olabilir.

***

Fikirler çok, imkânlar sınırlı.

Çok mu hayalperestiz?

Belki de öyle. Belki de Lefkoşa’nın kuzeyi, yerlilerinin “lukkolarıyla”, yabancıların gelişmemişliğiyle andığı bir yer olmaya devam edecek…

Ancak beklentilerimiz, umudumuz ve vizyonumuz körelmemeli. Surlariçi’nin bireysel inisiyatiflerle başlayıp toplumsal bir tutunmaya dönüşen canlanış hareketi, bir ışık huzmesi gibi etrafını aydınlatmalı, umudumuzun rehberi olmalı. Ta ki bizim engelli gençlerimiz Dereboyu’nda arkadaşlarıyla gezinip gülüşebilsin, ta ki gelen turistler Kuzey Lefkoşa’nın düzenlemesinden etkilenip geldikleri yerlerde anlatabilsin…

Çünkü Lefkoşalı bir Kıbrıslı Türk olmak, inatla, umutla direnmek demektir.

 


Referanslar

Onur Olguner’in yazıları:

“Lefkoşa’da Shakespeare Caddesi Nerde?” http://www.yeniduzen.com/lefkosada-shakespeare-caddesi-nerde-10087yy.htm

“Lefkoşa’nın Meydanlarına Heykel Gerek” http://www.yeniduzen.com/lefkosanin-meydanlarina-heykel-gerek-11225yy.htm

“Lefkoşa Manifestosu: 3- Kışkırtıcı Bir Kent” http://www.yeniduzen.com/lefkosa-manifestosu-3-kiskirtici-bir-kent-11448yy.htm

Bir yorum

  1. Tebrikler Mehmet. Çok güzel tespitler ve önerilerde bulundun.Bence görüşlerini Lefkoşa Belediye başkanına iletmelisin .Yurt dışındaki yaşanmışlıklarını da aktarmalısın.Eminim seni dikkate alacaktır.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir