Cumhuriyetin 95. Yılında Üniversite Eğitimi

Bugün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı.

 

Türkiye Cumhuriyetinin 95. kuruluş yıl dönümü.

 

Her yıl kutlanmakta olan bu bayram Türk halkı için olduğu kadar biz Kıbrıslı Türkler için de önemli bir gündür. Bu yazının amacı ne Atatürk İnkılaplarını sizlere anlatmak, ne 29 Ekim’in ehemmiyetinden bahsetmek ne de size bir tarih dersi vermektir. Bu hususların çoğu hepinizin malumu olmakla birlikte yazının retrospektif olarak geçmişi incelemesi geleceğe dair yapılacak şeylere kıyasla önemsiz kalmaktadır. Mustafa Kemal’in 29 Ekim 1933’te, genç bir cumhuriyetin Ata’sı olarak yaptığı ve tarihe “10. Yıl Nutku” olarak düşen konuşmasında da dediği gibi, “bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir.” Bunun için geriye dönük bir inceleme, özellikle böyle bir günde, geçmişe değil geleceğe odaklı olmalıdır. Bu bağlamda, Atatürk’ün de dediği gibi:

 

“Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.”

 

Bunlar da hepinizin bildiği gibi sadece eğitim ile mümkündür…

 

Bu yazı toplumumuzun üniversite eğitimine olan bakış açısına bir eleştiridir…

 

İşte bu yüzden bu yazı terakki ve medeniyet yolunda yürürken kendi önüne suni engeller koyan, çocuğunun geleceği için torununun geleceğini riske atan ve en önemlisi de bunların da farkında bile olmayan Kıbrıs Türk ve Türk halklarına ithafen kaleme alınmıştır.

 

Bu bağlamda vasıl olduğumuz nokta ve geleceği daha iyi anlayabilmek için Atatürk’ün eğitime verdiği önemi gözler önüne serecek bir örneğe göz atıp, şimdiye ve geleceğe dönük durumumuzu değerlendireceğiz bu yazıda.

 

I. Atatürk ve Terakki

 

Atatürk’ün Türk toplumunun muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkabilmesi için kendi nezdinde şart koştuğu en önemli kıstas toplumun eğitilmesiydi. Bu bağlamda halkın eğitimine verdiği önem gerek Atatürk İnkılapları gerekse de cumhuriyetin ilanından sonra attığı adımlardan anlaşılabilir. Bunlara önemli bir örnek Halkevleri’nin açılışıdır.

 

Atatürk’ün cumhuriyetin ilanını takip eden zaman diliminde Anadolu’yu karış karış gezmesiyle birlikte, cumhuriyetin ilanından sekiz sene sonra bile yapılan inkılapların halk tarafından algılanmadığını ve ülke çapında vuku bulmasını hedeflediği değişimin hayata geçmediğini görmüştür. Atatürk Anadolu’nun ücra köşelerine yaptığı gezilerin bazılarında padişahlığın hâlâ devam ettiğini sanan ve kendisine “Padişah” ile hitap eden bir halk tarafından karşılanmaktaydı (Özdemir ve Aktaş, 2011, s.242). 1930 yılına gelindiğinde halk ile devlet işlerinin yoğunluğu içinde boğulup halktan uzaklaşan elit kesimin hareketi ülke çapına yaymayı tam anlamıyla başaramadığından artık emin olan Mustafa Kemal, Halkevleri’nin kurulmasını emreder. Böylelikle Halkevleri 1932 yılında halkı modern bir zihniyete kavuşturmak, toplumun içinde bulunduğu cehaletten doğan dogmaları yıkmak, bilinçli ve batıya dönük bir gençlik yetiştirmek ve kadınların sosyalleşmesi ve para kazanarak aile bütçesine katkı vermeleri için bir olanak sunması amacıyla açılır.

 

Toplumun parlak bir gelecek için tek mühimmatı eğitimdir. Bunun ehemmiyetini devlet görevi ile Sovyetler Birliği’ne gönderilen Falih Rıfkı Atay’ın Yeni Rusya kitabına bakarak anlamak mümkün:

 

Rusyadan ben bir ders getiriyorum:

 

Bu ders, Türk ihtilâlini organize etmek, yeni gençliği yetistirmek, ve Türk cemiyetini bir kaç hamlede terbiye etmek usulleridir. Bu asırda cemiyetsiz yaşamak imkânsızdır; ne kapitalizm, ne Bolsevizm, ne sosyalizm, hiç biri, teknik ve makinenin ve elektriğin tarlaya kadar girmiş olduğu bir asırda, bütün cemiyet terbiye edilmis olmaksızın, teessüs edemez (ortaya çıkamaz); temel atamaz . . . Bütün Türk cemiyeti bu asrın terbiyesini almadıkça, inkılâbın kökü havadadır.” (Atay, 1931, s.170)

 

II. Global Ölçekte Türk Üniversitelerinin Yeri

 

BBC’nin internet sitesinde geçen hafta yayımlanan bir haberde Suudi Arabistan merkezli Dünya Üniversiteleri Sıralama Merkezinin (The Center for World University Ranking – CWUR) 2018 yılı raporunda yer alan verilerden Türk üniversitelerinin global sıralamalarına yer verdi. Sonuçlar, Türkiye’de “bu asrın terbiyesini” kendi halkına yaymaya çalışan üniversitelerinin ne kadar vahim bir durumda olduğunu gözler önüne sermektedir. Türkiye’nin medar-ı iftiharı olarak kabul gören İstanbul Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi dünya çapında ilk 500’e girmeyi başaramamışlardır. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinin dünya sıralamalarını gördükten sonra Kuzey Kıbrıs için de söylenecek çok da fazla söz kalmıyor. İyi eğitim kurumlarını içinde barındırmak isteyen; okudukça öğrenmek, öğrendikçe gelişmek ve geliştikçe üretmek için bu kadar hevesli bir toplumun nasıl olur da üniversiteleri bu öğrenme ve inovasyon isteğine cevap veremez!?

 

Sayılabilecek bütün ek unsurlara rağmen, bu üniversitelerin bu vahim durumunun sebebi (ki Celâl Şengör’ün neden her fırsatta “Türkiye’de üniversite yok!” dediğini biraz da olsun anlamamıza yardımcı oluyor) toplumun eğitime karşı olan yanlış ve çıkarcı bakış açısıdır.

 

III. Üniversite Nedir?

 

Türk Dil Kurumu’na göre üniversite kelimesinin anlamı:

 

“Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul vb. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu, darülfünun.”

 

Peki topluma göre üniversitenin anlamı nedir?

 

Maalesef içinde bulunduğumuz toplumda üniversiteler genel olarak liselerin uzantısı olan eğitim kurumları olarak görülmektedir. Böyle bir telakki doğrultusunda ilerlemek, zengin geçmişi olan bu üniversitelerin şu anki durumlarının sadece daha da kötüye gideceğinin bir göstergesidir.

 

Sırf elinde bir diploma olması için üniversite okuma isteği, öğrenmekten ziyade “herkes bir üniversiteye gidiyor neden ben de gitmeyim?” benzeri sürü psikolojisi ürünü düşünceler üniversite eğitim almak için hiçbir zaman geçerli bir sebep olmamalıdır. Üniversitelerin esas temeli bilim yapmaktır. Ama bizim toplumumuzun beklentisi çoğu zaman üniversitede bilim yapmak değil, üniversiteyi amaç yerine bir araç olarak kullanmaktır. Bu bütün dünyada hüküm süren bir düşünce. Lakin, herkesin de bildiği gibi çoğu insanın aynı şeyi söylemesi veya yapması o faaliyetin doğru olduğu anlamına gelmez. Üniversite eğitimini ulaşılabilir yapma çabası ile üniversite diplomasının değerini düşürmek arasında çok ince bir çizgi vardır. Üniversite eğitiminin herkese değil, hak edenlere verilmesi gerekir. Üniversitelerin amacı toplumun her bireyinin eline bir kâğıt parçası tutuşturmak değildir. Bu bağlamda üniversite kazanamayan bir zümrenin sırf belirli bölümlere yerleştirilmesi için baraj puanlarının düşürülmesi sadece ülkenin zararınadır. Halkın üniversitelerden olan beklentileri üniversitelerin işlevleri ile bağdaşmadığı sürece istenen seviyede üniversitelere kavuşmak bizim için sadece bir hayaldir.

 

IV. Yanlış Eğitim Politikası

 

Bir toplumu muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarabilmenin kilit taşlarından bir tanesi de liyakat sistemine dayalı eğitim sistemidir. Bu sistemde lise sonrası ihtisas yapmak isteyen öğrenciye sırf üniversite okumak için kolaylık sağlansın diye yeni, düşük kaliteli eğitim merkezleri açılmaz. Üniversitelerin amacı bir filtre görevi görmektir. Kalifiye olanı olmayandan ayırma görevi. Yapılması gerekenler giriş ve başvuru gereksinimleri yükseltmek, ve yeni üniversite kurmak ve idare etmek için gerekecek maddi ve zihinsel kaynakları ülkemizde hâlihazırda bulunan köklü üniversitelerin geliştirilmesi, vasıflı eğitimcilerin istihdamı, daha kaliteli akademisyenler yetişmesi için burslar ve araştırma geliştirme bölümlerine aktarmaktır. Üniversite eğitimi koşulsuz bir hak değildir. Üniversite eğitimi bireyin kapasitesi ve kabiliyeti ile kazanacağı bir ayrıcalık olmalıdır. Her seviye insanın sırf üniversite mezunu olabilmesi için yeni, düşük akademik kalibredeki insanların yönettiği “üniversiteler” açılması uzun vadede üniversite diplomasının değerini lise diplomasına indirgeyecektir. Bu bağlamda, Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulunun (YÖDAK) KKTC Yükseköğretim Stratejik Planlama Çalıştayı 2018 verilerine göre KKTC’de şu anda eğitim veren ve gelecekte eğitim vermek için akreditasyona sahip toplamda 30 (otuz) üniversite bulunmaktadır. Bu üniversitelerin altı tanesi dışında hepsi 2011 yılı ve sonrasında açılmıştır veya açılacaktır. Benzer bir akım Türkiye’de de gözlemlenmektedir. Sadece 2018 yılında Türkiye’de ülke genelinde 30 üniversite açıldı ve ülkedeki üniversite sayısı 206’ya yükseldi (Yüksek Öğretim Kurulu). Akademinin her alanında öncü üniversitelerin bile kalifiye akademisyen açığı olduğu bir ortamda, kalifiye olmayan insanlara bir eğitim yuvası yönetme ve yeni jenerasyonları eğitme görevi verilmesi gelecek nesillerin alacakları ortalamanın altındaki eğitim kalitesiyle “yarı cahil” olarak yetişmelerine zemin hazırlamaktadır.

 

Üniversite eğitimi gibi kutsal ve önemli bir fırsatı ulaşılabilir kılmak ülkenin kalkınmasına yapılabilecek en büyük katkılardan biridir. Lakin bu eldeki köklü ve nüfuzlu üniversitelerin kaynaklarına (gerek maddi gerek teknik olarak) dokunmadan yapılmalıdır. Aksi takdirde ülke kutsal bir amaç uğrunda izlenen yanlış politika yüzünden eldeki kaliteden de mahrum kalır. Yukarıda bahsi geçen çoğu üniversitenin ilk 500 içinde bulunmamasındaki sebeplerden biri de Eğitim Bakanlığının yeni kurulan üniversitelere yeterli kaynak yaratmamakla beraber, köklü üniversitelere verdiği fonları da sıfırdan inşa edilen üniversitelere yönlendirilmesidir.

 

Eğer yeni üniversitelerin açılması için devlet tarafından İTÜ, ODTÜ, Mimar Sinan Üniversitesi, Ankara Üniversitesi gibi köklü, kendilerini belirli alanlarda kanıtlamış ve öncü seviyeye getirmiş üniversitelerin kaynakları kullanılacaksa, varsın yeni üniversiteler açılmasın. Yeni üniversitelerde açılacak bölüme alınacak akademisyenlerin kaliteleri, kendi alanlarında öncülük yapmaları ve akademik üretkenlikleri göz önüne alındığından, şimdiki en iyi üniversiteleri aşma hedefiyle kurulmayan üniversitelerin bu ülkeye faydacı bir bakış açısıyla ne gibi bir faydası olabilir ki?

 

V. Sonuç

 

Pek çok ülkede olduğu gibi, Türkiye ve KKTC üniversitelerin amaçlarını ve onlar üzerinden edinebilecekleri kazanımları sadece maddiyat üzerinden değerlendirmektedir. Toplumumuzun ve devletin üniversiteleri bilim merkezleri olarak görmeye başlamadıkları sürece ne muasır medeniyetler seviyesine gelebiliriz, ne de üniversitelerin yetiştireceği kalifiye insanlardan iktisadi, siyasi ve sosyolojik bağlamda fayda sağlayabiliriz. Kısa vadede ülkenin geleceğini aydınlatması için binlerce ortalama ve altı eğitim almış insan yetiştirmektense, bu kaynaklar daha küçük ve elit bir grubun yetişmesi ve gelecek nesli iyi eğitebilmesi için harcanmalıdır.

 


Referanslar:

Atatürk’ün 10. Yıl Nutku: https://www.youtube.com/watch?v=wQPtkbAiRrU&t=311s

Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu, KKTC Yükseköğretim Stratejik Planlama Çalıştayı 2018

Atay, F. R. (1931) Yeni Rusya. Ankara: Hakimiyeti Milliyet Matbaası

BBC Türkçe, ‘Türk üniversiteleri neden ilk 500 içerisindeki yerini kaybetti?’: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45937704?fbclid=IwAR1fFw_ok8flShYreeKVhvyES8SuDP8sqbxZ8RCc6D_kJMsROO21AgrDxz8

Özdemir, Y. Ve Aktaş, E. (2011) “Halkevleri: 1932’den 1951’e” A.Ü.Türkiyat Arastırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 45, ERZURUM 2011, 235-262

Bir yorum

  1. Çok haklısın Doruk.Tebrikler.Fakat bana göre şu soruyu da sormalıyız “ülke için nasıl bir gençlik hedefliyoruz? “Peki efendim”ci mi? Yoksa “vizyon sahibi ,sorgulayan ,araştıran”.Bu sorunun cevabı eğitim sistemimizi şekillendirebilir.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir