Kuzey Kıbrıs’ta Kentleşme (2)

4 parçalık yazı serisinin ilk parçasına buradan ulaşabilirsiniz.


İlk yazımda da bahsettiğim gibi, trafik sorunu bu ülkenin çözülmeyi bekleyen sorunlarından sadece biridir. Nüfusa oranla baktığımızda, küçük nüfusumuza rağmen kimi saatlerde insanı çileden çıkartacak düzeyde araç yoğunluğu olabiliyor. Yakın gelecekte de gerek yetkililerin bu konuya fazla önem vermemelerinden, gerekse şehircilik meselelerindeki rant ve plansızlıklardan dolayı yakın gelecekte de çözüleceğe benzemiyor. Bu sebeple çeşitli fikirler yıllar boyunca ortaya atılmış fakat pratikte uygulanamamakla birlikte tarihin tozlu sayfalarında yerlerini almıştır.

 

Bunlardan en mantıklı gözükeni ve en kapsamlı olabilecek olan hepimizin tahmin ettiği gibi toplu taşımacılıktır. Hem kentlerimizde, hem de köyler ve kasabalar arası çok fazla ilave altyapıya ihtiyaç duymadan uygulanabilmesi, bunu diğerlerine nazaran daha çekici yapmaktadır. Toplu taşıma, hemen her gün eksikliğini hissettiğimiz, ülkemizde çağın çok gerisinde kalmış bir çözüm şeklidir. Ülkemizde şehirler arası taşımacılığın küçük, sıkışık ve her anlamda düzensiz minibüslerle yapılması bir yana, şehir içi toplu taşıma imkanları da tam anlamıyla bir felaket niteliğindedir. 40-50 yıllık, hurdaya çıkma zamanı çoktan geçmiş külüstür minibüslerle bu durum uzun zamandır idare ettirilmeye çalışılıyor. Bu minibüslerin ne düzenli bir saati, ne belirtilmiş durakları, ne de konforlu ve temiz yolcu bölümleri var. Her gün trafikte bunalan binlerce kişinin ayrı ayrı araçlarda seyahat etmek yerine otobüs kullanmaları hâlinde trafik büyük ölçüde rahatlayacak, zaman ve bolca yakıt tasarrufu yapılacaktır. Tabi ki bu konu ilk fazda yüklü miktarlarda yatırım gerektirmektedir, fakat düzgün kampanyalar ve düzenin oturtulmasıyla ekonomik faydalar uzun dönemde etkisini gösterecektir. Sadece vatandaşlarımıza değil, turizme de olağanüstü katkıları olacak, özellikle Girne gibi turistik şehirlerimizden diğer şehirlerimize turist akışı sağlayacaktır. 24 saat boyunca arza göre şekillenen seferler, geceleri de ulaşımı mümkün kılabilecektir. Belki de bu sayede ölümlü trafik kazalarının da önüne geçmiş oluruz, kim bilir?

 

Diğer bir öneri ise toplumumuzun genellikle genç kesimi tarafından aktif olarak desteklenen ve savunulan bisiklettir. Bisiklet gerçekten de faydalı ve toplumumuza kısmen uygun bir araç olmakla beraber, bu unsur ile bisiklet yolları oluşturma tek başına sanıldığı kadar etkili değildir. Bilakis toplu taşıma bizim gibi dağınık yerleşimlerin olduğu, iklimin sıcak geçtiği ülkelerde daha etkilidir diyebilirim. Masrafları bisiklete göre daha fazla olmakla beraber, uzun vadede daha fazla yarar ve kâr sağlar. Bugün dünya üzerinde gerek Avrupa’da gerekse dünyanın diğer ülkelerindeki şehirlere baktığımızda bisiklet yollarının daha çok şehirlerin yoğun olduğu iç merkezlerde kullanıldığını görürüz. Dahası bu şehirler bisiklet sürmeye yapısı nedeniyle (geniş yollar, entegre ulaşım imkanları ile) daha elverişlidir, bu da on yıllar süregelen çalışmaların ürünüdür.

 

Siz, iyi niyetle olsa bile bugün herhangi bir şehrimizde işte bisiklet yolları yaptık, hadi kullanın deyip bunu halka yayamazsınız. Toplumumuz maalesef araba sürmeye yatkın, rahatına düşkün bir toplumdur ve insanlarımız haklı gerekçelerle, trafikte can güvenliği gibi ciddi konuların yanında iklimimizin de fazla müsait olmayışını bahane ederek bisiklet sürmeye pek yanaşmıyor. Bundan 50-60 yıl önce bir yerden bir yere gitmek için binek hayvanları kullanan bir toplumdan, baş döndürücü bir hızla motorlu araçlara geçiş yaptık. Bugün neredeyse herkesin mahalle bakkalına bile gitmek için kullandığı bir arabası var. Bakkala bile arabayla giden, 100 metre ilerde otopark olmasına rağmen arabayı ille de dükkân önüne, bazen kaldırımların üzerine parkeden bir milletiz. Hâl böyle iken yaz sıcağında öğle vakti, kış yağmurları altında isten çıkışta bisikleti kim sürecek? İnsanlar yine işlerine arabayla gitmeye devam edecek. Bisiklet yollarını bırakın, otoparkları, dairelerde ofislerde değişim odaları var mı? Yok, yani tek yapılacak altyapı demek ki bisiklet yolu “çizmek” değil. Ki şehir içi yollarımız bunu kaldıramayacak kadar da dar. Ya yollardan, ya kaldırımdan ya da park yerlerinden feragat etmek zorunda kalınması zaten kısıtlı olan alanımızı daha da daraltacağından pek de istenen bir şey değil. Öyleyse nasıl bisiklet sürsün ki bu insanlar, küçücük bir adada yaşıyor olmamıza rağmen? Yollarımızda seyahat etmek aracın içindeki sürücüler için bile yeterince tehlikeliyken, sadece kaskla korunan bisikletli kendini nasıl güvende hissetsin o kadar araçla beraber? Dünyanın sayılı şehirlerinden olan Londra’da bile, 2015 yılında yapılan araştırmalara göre insanlar yollarda araçlarla bisiklet kullanmayı yeteri kadar güvenli saymıyorlar, peki biz ne yapalım? Bu durumda bizim yapmamız gereken sadece arabayla ulaşıma böyle alternatifler sunmak, insanları cesaretlendirmeye çalışmak değil, ayrıca bu alternatifleri araba kullanmaktan daha çekici hâle getirmektir.

 

Amerika Birleşik Devletleri ile yarışan (ki yarıştığımız nadir konulardandır) nüfusumuza düşen trafikte aktif araç sayımız Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığının 2017 yılı sonunda yayınladığı verilere göre 198.000’dir. Bu sayı gerek nüfusumuz gerekse yüz ölçümümüz hesaba katıldığında bu astronomik düzeyde bir rakamdır. Fakat yollarımız ABD ile yarışabilir mi? Güldüğünüzü duyar gibiyim. Ne tam anlamıyla güvenli, ne de kontrollü giriş çıkış sağlanan, kaymak gibi kaliteli, çukursuz, yamasız yollarımız, ne uluslararası standartlarda kavşaklarımız, ehliyet sınavlarımız -burada bakanlığın hakkını yememek lazım, düzenlenen yeni eğitim tarzı ve sınavla beraber 2019 Ocak ayı itibariyle yeni ehliyet sınavına geçilirken yüksek ihtimalle bakkaldan ekmek alır gibi kolay ehliyet alma dönemi de son bulacak, fakat bu zamana kadar alan almış zaten- ne de iyice ışıklandırılmış, birbirine güzelce bağlanmış ana caddelerimiz var. Hâl böyle olunca da yollarda ölümler kaçınılmaz oluyor.  Herkesin ne güzel arabası olsun, hiç kimse otobüs vesaire kullanmasın, gerek yok, zaten küçücük ada, biz yol da yaparız diyebilirsiniz. Fakat yaygın kanının aksine, yeni yollar yapmak trafiğe kesin çözüm değildir. Şehir dışından gelen araç yoğunluğuna yardımcı olmakla beraber, insanlar takılmadan şehir merkezlerine gelebileceği için şu an şehir içlerindeki durma noktasına gelen trafiği tamamen kilitler. Ya daha sonra? Trafik resmen Gordion’un düğümü misali çözülemez duruma geldiğinde, Büyük İskender’in sabırsız davranıp gördüğü tek çözüm olan düğümü kesmesi gibi, var olan binaları yıkıp şehir içinden ana yollar mı geçireceğiz? Kim ki buna gücü yetebilecek kişi? Tabii ki gerçekçi olmak lazım, Lefkoşa’nın kuzeyinde yapılacak bir çevre yolunun güzergâhını bile tam olarak belirleyemeyen, istimlak edemeyen ve yıllar boyunca atıl bırakan; Lefke’de, İskele’de başladığı yolları bir türlü bitiremeyen devletimiz, hangi yeni yolu yapacak? Bu açıdan baktığımızda bu opsiyonun da bizim için “şimdilik” uzak bir hayal olduğunu görmek zor değil…

 

Fotoğraf Detay Gazetesi’nin web sitesinden alınmıştır.

Bir yorum

  1. Evet toplu taşımacılık en iyi çözüm yolu olarak görünüyor. Fakat kongorlu bir otobüs veya minibüs oldukça pahalı olacaktır.Mevcut araçlar da zaten bu nedenden dolayı yenilenemiyor.Ancak devlet bu noktada katkı yapabilir belki.Fakat devletimizin buna gücü yeter mi ?

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir