Zaman ne kadar farklı bir kavram, değil mi? Sıkılınca yavaş, eğlendiğimizde hızlı, uzun süreçler sonunda “göz açıp kapayana kadar bitti” dedirtebilen bir kavram. Peki zaman tam olarak ne? Bu soru birçok kişi tarafından farklı cevaplanmıştır. Örneğin ünlü fizikçi Albert Einstein bu soruya “saatlerin ölçtüğü şey” demiş, bir başka fizikçi olan John Wheeler ise “her olayın aynı anda olmasını önleyen şey” demiştir. Zaman hem bilimsel hem de psikolojik olarak farklı hızlarda akabilir ve insana aynı olması gereken süreler farklı gelebilir.
Zaman, sonu olmayan, eylemlerin ve oluşların geçmişten geleceğe doğru aktığı süredir. En küçük zaman diliminin bile geçmişte kaldığı ve bir daha ulaşılamayacak olduğu, hayatımızı ona göre planladığımız, her işimizi ona göre yaptığımız bir konsept. Sadece konsept değil, Einstein’a göre zaman, aslında 4. bir boyut. 4. boyut derken boşluğun 3 boyutuna eklenti hâlinde değil, Einstein boşluğun 4 boyutlu olduğunu ve dördüncüsünün de zaman olduğunu söyledi.
İçinde yaşadığımız evren yaklaşık olarak 14 milyar yıldır var. Güneş yaklaşık 4,6 milyar yıldır, Dünya ise yaklaşık 4,5 milyar yıl. Peki ortalama insan ömrü ne kadar? 75-80 yıl arası. Bu süre kelebekler için sadece 2-6 hafta arası. Bu bilgileri vermemin sebebi, bu “sonsuzlukta” zaman kavramının aslında bizim sandığımızdan ne kadar değişken ve ne kadar büyük olduğunu anlatmak. İnsanların bir ömür dediği süreç bir kelebek için 6 hafta, 650 saniye kelebek için sadece 1 saniye. Dünya’nın yaşını ele alırsak ve dünyanın 24 saat önce oluştuğunu varsayarsak, insanlar yaklaşık olarak sadece 1 dakikadır dünya üstünde bulunmuş olur. İnsanlar aslında 200.000 yıldır dünya üstünde. Ne kadar kısa bir süre, değil mi? Yani zamanın bir nevi göreceli bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. Biz, zamanımızı neye harcadığımızı, neyle uğraştığımızı aslında kafamızda kurduğumuz yaşam süremize kıyaslayarak yaşıyoruz. Ama bu zamanı başka şeylerle kıyasladığımızda, ne kadar küçük bir dilim olduğunu fark etmek çok da zor değil.
Görecelik kavramına biraz girmişken, zamanın bilimsel olarak nasıl yavaşlayabileceğinden bahsedelim. Albert Einstein’ın 1905 yılında öne sürdüğü “izafiyet teorisi”, aslında evrendeki her şeyin birbirine göreceli bir şekilde hareket ettiğini ve zaman, mekân ve hareket üçlüsünün birbirinden bağımsız olmadığını söyler. Bu teorisinde en önemli noktalardan biri, ışık hızının tüm gözlemciler için aynı olduğunu ve hiçbir maddenin ışık hızına ulaşamayacağını öne sürmekti. Maddelerin hızı ışık hızına yaklaştıkça ise, mesafelerin kısaldığı ve zamanın daha yavaş aktığını belirtir. Modern fizikte çok kullanılan bu konseptler evrene tamamen farklı bir bakış açısı getirmiştir. Örneğin, 250.000 km/sa hızda giden bir cisim için 1 saniye, sabit duran bir cisim için yaklaşık 1,81 saniyeye denk gelir. İnsanların günlük yaşantılarında ulaştığı hızlar ışık hızından çok daha az olduğu için bunlardan kayda değer şekilde etkilenmiyoruz. İnsan beyni ise hiç yaşamadığı ve tanık olmadığı bu konsepti algılamakta zorlanıyor. Bunu biraz da dördüncü boyuta benzetebiliriz. Üçüncü boyutun üstünü göremediğimiz için dördüncü boyutu hayal etmek ve düşünmek çok zor.
Brian Cox’un da dediği gibi, “zaman yolculuğu imkânsız değil” demek geliyor içimden; fakat bizim merak ettiğimiz, geçmiş ve geleceğe olan zaman yolculuğu hâlâ imkânsız görünüyor. Brian Cox’un söylemeye çalıştığı şey ise, yeterli bir hıza ulaşırsanız etrafınızdaki insanlardan daha yavaş yaşlanacağınız ve bir nevi “zamanda yolculuk” yapmış olacağınız. Fakat bir insanın bu kütleyle o hızlara ulaşması da imkânsız gibi görünüyor. Geçmiş yüzyılda evrene bakış açımız ve anlayışımız çok değişti. Kim bilir, belki yüz yıl sonra zaman yolculuğu kulağa bu kadar da imkânsız gelmez.