Meşhur bir deyiş vardır bizde: “…Dünyanın hiçbir yerinde yoktur böyle bir şey…” Öyle emin bir şekilde söylenir ki bu, sanırsınız bunu söyleyen her köşe bucağı gezdi.
“…Gardaş, olur mu yahu, dünyanın hiçbir yerinde olmaz böyle saçmalık…”
“…Abi burası KKTC, biling…”
Bu gibi diyalogların ardını elbette mangal lafı takip eder. Hemen takip etmese bile, birkaç gün sonra eder, illa ki eder. Sonuçta üç günlük dünyada en güzel keyiflerden bir tanesidir değil mi mangal sefası?
“…Gardaş, hafta sonu gel, yakalım mangalı da tamamdır, napalım, keyfe bak…”
Tüm dertler unutulur mangalın başında, kısa bir süreliğine de olsa.
Gelgelelim, bir Kıbrıslı olarak neden Roma’da pek yabancılık çekmediğim sorusunun cevabını dün akşam gittiğimiz stand-up gösterisinde buldum. Girişi yapan kişiden sonra sahneye çıkan ilk İtalyan aşağı yukarı şöyle dedi “…Şu sıralar, İtalya’da kötü günler geçiriyoruz. Ekonomik kriz ve bizi endişelendirecek birçok problem var. Ancak söyleyin bana cacaio e pepe (bir makarna çeşiti) yerken nasıl endişelenebilirsin ki?…”
Burası gerçekten de keyfine düşkün insanların ülkesi. İtalyanca âdeta bir şarkı söylermişçesine ahenkli geliyor insana. Hiçbir sebebiniz olmasa bile, İtalyancayı öğrenmek için yeterli bir nedendir bu gerçek. Öte yandan, yemek kültürleri ise bambaşka bir dünya. İtalyan mutfağı üzerine yazabilmek için daha kırk fırın ekmek yemem gerekiyor, ancak yemeğe olan bakış açısı ve denediğim lezzetler gerçekten nevi şahsına münhasır bir özellikte. İtalya, yaşamak için yemek yiyenlerin değil yemek yemek için yaşayanların ülkesi. Aynı Kıbrıs gibi.
Özellikle, sadece içeceğinizi ödeyip yanına açık büfe yiyecek alabileceğiniz aperitivo konsepti bunun en güzel örneği. Adından da anlaşılacağı üzerine aperitif, yani akşam yemeğinden önceki atıştırma kısmı oluyor kendileri. Genelde akşam 6’da başlayıp 9’da bitiyor. Lakin, çoğu zaman öyle doyurucu oluyor ki, aperitivo sonrası başka bir şey yemek ihtiyacı hissetmiyorsunuz. Biz öğrenciler, elbette böyle şeyleri çok seviyoruz. Pizzaların envaiçeşit oluşu ve bizim Kıbrıs’ta yediklerimizle pek alakası olmaması ise başka bir yazının konusu olabilecek genişlikte olan apayrı bir mesele.
Bir diğer nokta, şehrin farklı noktalarına serpiştirilen mercato’lar size sebze, meyve, balık, et, peynirden tutun da giysi ve ayakkabı gibi birçok şey sunar. Bildiğimiz pazar olan mercato, bazı yerlerde sizi kapalı olarak “bandabuliya” konseptinde karşılarken, bazı yerlerde ise açık pazar olarak vücut buluyor. Kimisinde yukarıda saydığım çeşitlerin hepsi bulunurken, kimisi ise sadece sebze-meyve veya sadece elbise pazarı.
Öte yandan, kitapçılarda gezerken, bu kültürü anlatan, İtalyanların düşünce yapısını, tarihini anlatmaya çalışan birçok kitapla karşılaşıyorum. Bunların çoğunluğu burada yaşamış olan yabancı yazarlar tarafından yazılan eserler. Elbette, aradan birkaç tanesini alınacaklar listeme kaydetmeden edemiyorum. Şüphesiz ki, bir ülkeyi en iyi yaşayarak öğrenebilirsin; ancak bir yabancı olarak burada yaşamış olanların tecrübelerini ve gözlemlerini de okumak, öğrenmek göz çıkarmasa gerek.
Bir başka nokta, kahve kültürü ile ünlü olan İtalya’da Starbucks ve benzeri kahve zincirlerini kolayca bulmak pek mümkün değil. Yıllarca Starbucks’ın olmadığı nadir yerlerden biri olan İtalya’ya ilk Starbucks dükkanı bu senenin eylül ayında açıldı. Starbucks’ın Kuzey Kıbrıs’ta ise hâlen bir şubesi bulunmamakta. Hiç şüphesiz, bu ünlü kahve zincirinin olmayışına dair farklı sebeplerimiz olsa da, yine de altını çizmek istiyorum bu durumun.
Ayrıca, cappuccino sabahları içilen bir şey buralarda. Öğleden sonra sipariş etmeniz pek makbul sayılmıyor.
Bu haftaki yazımda Kıbrıs ve İtalya’da yaşanan hayatların, Akdeniz kültürü ile yoğrulmuş benzerliğine dair gözlemlerimi paylaştım. Bu yazımda bir değişiklik yaparak, biraz daha hatırat tadında, hafif bir yazı yazdım. Politikamız, grevlerimiz, keyif yapmayı sevmemiz, rahatlığımız ve daha bir çok ortak noktamız olsa da, aşikâr olan şey o dur ki: İtalya’ya dair öğrenmem gereken daha çok şey var.
*Başlıktaki deyişin anlamı: İyi yiyin, sık gülün, çok sevin.