Türkçenin resmî denetleme ve geliştirme müessesesi Türk Dil Kurumu, edebiyatı “Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı” olarak tanımlar.[1] Bu açıklamaya bakıldığı zaman yazılı veya sözlü olarak aktarılan her şey bir edebî eser olarak kabul edilebilir. Lakin, benim burada kafamı kurcalayan soru edebî eser kategorisine yerleştirdiğimiz her yapıtın sanat -yani edebiyat tanımının asıl özünde bulunan kavram- olup olmadığıdır. Edebiyatın bünyesinde barındırdığı eserler içerik ve şekil bakımından farklılık gösterse de asıl önemli olan detay yazılanlara sanat gözüyle bakılıp, bakılamayacağıdır.
Dilimizin güzide kurumuna (!) geri dönersek sanatı da “Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık” olarak tanımlar.[2] Burada dikkatinizi son iki kelimeye çekmek istiyorum. Eğer ilk açıklamayı doğru kabul edersek, edebiyatın aynı zamanda üstün yaratıcılık gerektirdiğini de kabul etmiş oluruz. Bu da bizi daha önemli iki kelimeye getiriyor: Özgünlük ve derinlik. Bu noktada resmî tanımlardan uzaklaşıp bu iki farklı kavramı kullanarak neden edebiyatın her şeklinin aslında tam anlamıyla edebiyat olmadığını ve sanatsız edebiyatı neden aşmaya çalışmamız gerektiğinden bahsedeceğim.
Şu anda yazmakta olduğum ve en iyi ihtimalle bir “deneme” olarak nitelendirilebilecek bu yapıt şu anki bakış açıma göre kesinlikle bir sanat değildir. Bu yazıyı bu raddeye getirmek için yarım saatten biraz fazla vakit harcamış biri olarak, sanatın üstün yaratıcılık kıstası ile ilgili derinlik noktasına hiç girmediğimi, özgünlük noktasına ise ucundan dokunduğumu rahatça söyleyebilirim. Peki özgünlük ve derinlik içeren ve bu yüksek yaratıcılığın sonunda da sanat olan eserler, nasıl sanat ve dolayısıyla edebiyat olurlar?
Sözlü edebiyata bilgi kısıtlılığımdan dolayı bu noktada ve bu yazının ilerleyen bölümlerinde giriş yapmayacağım; onun yerine yazılı edebiyata ve iki ana türü olan düzyazı ve şiire odaklanacağım. Büyük yazar olarak nitelendirebileceğimiz birçok isim vardır: William Shakespeare, Fyodor Dostoyevski, Victor Hugo, Franz Kafka, Ernest Hemingway… Bu yazarların ortak noktaları eserlerinin bir öncekilere göre kayda değer manada özgünlük ve -işledikleri konu bakımından- derinlik içermesidir. Belki de bu yazarların döneminden duymadığımız veya günümüzde ulaşmayan eser sahipleri de vardır, fakat bu bahsettiğim yazarların yapıtlarındaki “üstün yaratıcılığı” alıp götürmez. Aynı şekilde bu yazarlar, bulundukları döneme ait bilinen meslektaşlarına karşı da farklılık göstermişlerdir. Örneğin Fyodor Dostoyevski; İvan Turgenyev, Lev Tolstoy ve İvan Gonçarov gibi Rus edebiyatının sembol isimleri ile aynı dönemde eser vermiş olmasına rağmen gerek işlemiş olduğu temalar gerekse de kişisel düşünce yapısı bakımından diğer yazarlardan ciddi ölçüde ayrılır. Yeraltından Notlar adlı eseri tema bakımından Avrupalı varoluşçulara daha yakın bir eserdir.
Bir yazarın bir eser üretirken düşünmesi gereken belli başlı ölçütler olmalıdır. Bunlar öncelikle eserin neden verileceği ve nasıl verileceği gibi genel geçer sorular olurken ilerleyen seviyelerde eserin özgünlüğü ve işlenen konudaki derinlik gibi faktörlerdir. “Sanat, sanat içindir.” veya “Sanat, toplum içindir.” kamplarına karşı “Sanat, sanatçı içindir.” tezini destekleyen biri olarak yazılı edebiyatı oluşturan yegâne birim olan yazarın ürettiği eserde ne kadar ileriye giderse o kadar zengin bir sanat eseri ortaya çıkacağı kanısındayım. Bu iki görüşe karşı çıkma sebebim, toplumun hareket edeceği yöne rehberlik edecek bir sanatı yine sanatçının belirlemesi gerektiğine dair inancım ve sanatın yine sanatçının üretimi, derinliği ve özgünlüğü ile tanımlanacak bir olgu olduğunu düşünmemdir. Eğer sanatçı yukarıdaki kıstaslara bağlı kalacak şekilde özgür bırakılırsa, hem sanatı saf sanat olduğu için düşünen insanların, hem de toplumun bir şeyler alabileceği eserler üretebilir.
Bu noktada şiire de değinmek istiyorum. Şiir düzyazıya nazaran estetik kaygısı çok daha yüksek bir yazı biçimidir. Şiirde anlam aramak ve sonucunda bulmak, nesirde (düzyazı) anlam aramaktan daha zor ve uğraştırıcıdır zira ikisinin temel bir farklılığı da sembollerin şiirlerde daha çok ön plana çıkmasıdır. Şiir tamamen sanatçının insafına kalmış bir tür olup, yukarıda belirttiğim kıstaslara uyulmadığı takdirde “mısralar hâline sokulmuş kelimeler bütünü” dışında başka bir tanıma uygun olmayacak bir eser hâline gelir. Şiir yazmanın karmaşıklığı -basit göründüğü hâlde yazması zor olan “haiku”lar sadece bir örnektir- ve bunun yanında gelen şıklığı malumunuzdur, bundan dolayı en az düzyazı kadar, hatta belki de daha fazla, üzerinde düşünülmesi gerekir. Sanatçı şiir üretirken mutlaka özgünlüğün ve derinliğin yanında estetik açıdan yüksek nitelikli bir yapıt oluşturmayı düşünmelidir.
Son olarak felsefi yazım türünü ele almak istiyorum. Felsefi eserler çoğunlukla nesir kategorisinde değerlendirilebilir. Bu tür yazılar özgünlüğün ve derinliğin had safhada olduğu yazılardır. Savını açık fakat detaylı biçimde ortaya koyamayan, bunun yanı sıra tartıştığı noktayı kendinden bir şeyler katarak geliştiremeyen bir yazarın, sanatçı olması mümkün değildir. Felsefi yazın bir argüman sunma, yorumlama ve geliştirme sanatıdır; özgünlük ve derinlikten yoksun, dolayısıyla da yaratıcı olamayacak yazıların bollukta olduğu bir toplumda felsefi yazın üretilmesi epeyi zordur. Şiirsel bir biçimde de yazılabilecek felsefi yazılar ister gerçek dışı ister gerçeğe dayalı yazılsınlar, sanatın yazı biçiminde ulaşabileceği en yüksek seviyelerden biridir. Gerçek bir edebiyat, bu tür yazıların zengin biçimde bulunduğu edebiyattır.
Bugünlerde özgün ve derinliğe sahip eserler veren yazarlar hâlen bulunmaktadır ve hâlen edebiyata tam manası ile uyan yapıtlar karşımıza çıkmaktadır. Lakin geçmişin bugünden en büyük farkı, eski zamanlarda eser yayınlamanın bu kadar kolay olmamasıdır. Bugün dünya üzerinde her yıl milyonlarca kitap basılmakta ve kitapların değeri içerik özgünlüğü, olay derinliği gibi kıstaslar yerine satış rakamları ile değerlendirilmektedir. Kitapçılar, bir pazarlama metodu olarak kitapların üzerine “No.1 Bestseller” yazılı yapışkanlar yerleştirmekte bir beis görmemektedirler. Edebiyatın metalaştırılması hem günümüz toplumu hem de gelecek kuşaklar için büyük bir trajedi olup, insanın özgün ve derin sanat yapabilmesini kısıtlamakta ve böylelikle insanın tüm potansiyelini değerlendirebilmesini engellemektedir.
Günümüz için en önemli olan şey, bu pazarlama dalgasına karşın sanat değeri olabilecek ölçüde eserler verebilmektir. Toplum içerisinde edebî dil kullanımı yaygınlaştırılmalı ve edebiyatın niceliği değil niteliği tartışılmalıdır. Sanatı sadece resim, müzik ve heykel gibi görsel ve işitsel olarak görmek yerine edebiyatın da bir sanat olduğu kabul edilmeli ve bu doğrultuda “sanat üretilmelidir”. Zira, edebiyatın ana amacı pazarlanacak, müşterinin beğenisine sunulacak ve en sonunda kullanım tarihi geçecek eserler vermek değil, aksine yüzyıllar sonra bile okunabilecek ve insanların içinden bir şey bulabileceği sanat eserlerini gün yüzüne çıkarabilmektir.
Referanslar
- http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5c4518a5448c53.69185238, “edebiyat” adlı girdi. Erişim tarihi: 21 Ocak 2019.
- http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5c4518a5448c53.69185238, “sanat” adlı girdi. Erişim tarihi: 21 Ocak 2019.
Fotoğraf için tıklayınız.