Arzularımızın saf bize ait olduklarından ne kadar eminiz? Hiç arzu ve isteklerinizin size ait olmadığı hissine kapıldınız mı? Neden kapılasınız ki! Siz de herkesin yaptığı gibi isteklerinizi, özgür iradeniz doğrultusunda kendi zihninizde oluşturuyorsunuz, değil mi?
Ünlü Fransız tarihçi, antropolog ve filozof René Girard’a göre arzularımızın kendimize ait olduğunu düşünmeyi ne kadar istesek de, onlar aslında birer mimesis yani taklit ürünüdür. Girard modern insanın yaşamının sadece “ona” ait olmadığını söyler, aslında hepimiz “üçgen arzu” döngüsünün kurbanlarıyız. Ben, sen, o…
“İnsan, büyük taklit yeteneğiyle diğer hayvanlardan ayrılır.”
Aristoteles, Poetika, 4
Mimetizm yani taklit veya öykünmecilik, antik Yunan filozofları Platon ve Aristoteles de dâhil olmak üzere birçok filozof tarafından tartışılmıştır. Günümüzde nörologlar, insan beyninin muazzam bir taklit makinesi olduğunu göstermektedirler. Eğer şu an maymunları yakından gözleme fırsatınız olsaydı, bir maymunun hemcinslerinden birinin elini bir nesneye doğru uzattığını gördüğü anda, hemen onun bu jestini taklit etmeye çalıştığını görecektiniz. Evrimsel atalarımızın yanı sıra, biz insanlar arasında da birisinin su içtiği görüldüğünde, hem su içen hem de içeni gören kişinin beyninde aynı bölümlerinin aktif hale gelmesi ilginç bir gözlemdir. Bunun yanında mimesisin sanat ve toplumsal olguların birçoğu ile de iç içe olduğu yapılan gözlemler arasındadır. Günümüzde, fotoğrafçılık gibi birçok sanat kategorisinin de aslında insanın doğada veya insan hayatında bulunun bir takım şeyleri taklit etme dürtüsünden oluştuğu düşünülmektedir.
Peki, nedir bu mimetik arzu üçgeni?
Filozof Girard’ın “mimetik arzu” teorisine göre, arzu taklitçidir. Öznenin nesneyi arzuluyor olmasının nedeni nesnenin aynı zamanda bir başkası tarafından da arzulanıyor olmasıdır. Bir başka deyişle arzuladığımız her şey, bir başkasının arzusu olduğu için bizim de arzumuz hâline dönüşür.
“İnsan, daima Öteki’nin arzusuna göre arzular.”
René Girard, 1961
Özne arzu eden kişi, nesne arzu edilen ve dolayımlayıcı arzumuzu tetikleyen ve hatta birinci dereceden ortaya çıkaran kişi veya şeydir. Arzuyu kışkırtan ve özneye arzu edilmesi gereken nesneyi söyleyen, yani dolayımlayan bir başkasının varlığı söz konusudur. Bu başkası aslında özneye arzunun “modelini” sunmaktadır.
Bizler de diğer birçok kişi gibi (özneler olarak), arzumuzu, nedeninin o nesnenin özel, biricik ve taklit edilemez olduğunu düşünerek tanımlayabiliriz böylece; “binlercesi arasından seni seçtim” gibi bir “romantik illüzyon” yaratmış oluruz. En basit örneği ile hani sosyal medyada sevgili ile fotoğrafın altına “7 milyar kişinin içinden tabii ki sen” yazılmış…
Bu yarattığımız romantik seçim illüzyonu bize bir seçim yaptığımız ve bu seçimin (yani arzu etmeyi seçtiğimiz nesnenin) bizim için özel bir anlamı olduğu hissini verir. Girard ise mimetik arzu kuramı ile en basta oluşturduğumuz bu “romantik illüzyona” karşı çıkar. Ona göre, özne her ne kadar arzusunun “kendi” seçimine göre nesne tarafından (güzel bir kadın ya da erkek, yiyecek, kıyafet, nadir bir nesne) uyandırıldığını düşünse de bu bir illüzyondur. Gerçekte, arzu edilen nesne, öznenin hayranlık ve sıklıkla kıskançlık duyduğu bir model [présent ou absent (orada bulunan ya da bulunmayan)] tarafından uyarılır.
René Girard, mimetik arzu üçgeninin oluşturduğu teorisini destekleyen binlerce edebî ve sosyolojik örneği bulup gün yüzüne çıkarmıştır. Edebiyattan sanata günlük hayatımızda sahip olduğumuz, nezaket, sahiplenme, yasaklama, dinsel ritüeller, şiddet ve siyasi manevralar gibi birçok insani olgunun temelinde mimesis ve arzu üçgeni yer alır.
“Farklı fikirlerine rağmen, insanlar arzularının kimliği bakımından kökensel olarak birbirlerine benzerler. Ve bu da şiddetin gerçek nedenidir.”
René Girard, 1961
Peki, Dostoyevski romanları ve filozofların yaklaşımları dışında günümüz yaşamında ne durumdayız?
Kapitalizmin kesin zaferi, bilimin parlaması, burjuvazinin yayılması ve dinî doğmaların zayıflaması ister istemez biz insanlarda yeni arayışlar ve adaptasyonlara neden oldu. Nietzsche günümüzden tam 137 yıl öncesinden tanrının öldüğünü bize duyurmuştu. Bu derin gerçeğin yankıları ve Nietzsche’nin nelere işaret ettiği halen tartışma konusu olsa da, Girard tarihsel olarak en büyük dolayımlayıcı ve benzenilmek istenen olgunun kaybedilmesiyle birlikte kimin tanrıcılık rolünü oynayacağı konusunda emin gibi.
“Herkes birbirinin tanrısı olacak” der Girard. Bunun yanında mimesis yani taklit tekten çoğa inince, insanın kişiliği, arzuları, düşünceleri paramparça olacaktır. Birbirini taklit etme dürtüsü o kadar güçlenecektir ki dolayımlayıcı bir nevi tanrı rolüne bürünecektir. Çünkü onun arzuları bizim arzularımız, istekleri isteklerimiz, nesnelere biçtiği değerler bizim de değerlerimiz olacaktır.
Bütün bunlardan bahsederken kendimiz dışındaki hayalî kişilerden, onların arzularından ve ütopik bir gelecekten bahsediliyor gibi duyuluyor değil mi? İşte tam bu noktada yazının ilk bölümünü tamamlarken, Girard’ın mimetik arzusunun güncel ve kişisel yaşamımızda nasıl rol aldığını merak eden okurlarımızı gelecek haftaya davet ediyoruz.
Görseller & Kaynakça
- Rene Magritte (1928), The lovers [Oil paint] Museum of Modern Art (MoMA), New York City, NY, US
- René Girard (2010), Kültürün Kökenleri, çev. Mükremin Yaman & Ayten Er, Dost Kitabevi
- René Girard (2018), Dünyanın kuruluşundan beri gizli kalmış sırlar, çev. Ali Berktay, Alfa Kitabevi
- Mesut Bostan (2014), Mimetik arzu ve modernlik, Fayrap kitap.
5. René Girard (1961), Romantik Yalan ve Romansal Hakikat.