“Yolunu kendin yürüyebilmek için, yönünü kendin koymak zorundasın.” -Oruç Aruoba
Hayatımızın bekleme salonuna hoş geldiniz!
Burası düşüncelerimizin barındığı ve bizi deliye döndürdüğü yer, zihnimiz. Burada çok eğlenebilir, sevinebilir, üzülebilir ya da sıkılabiliriz. Bir sürü duyguyu yaşıyoruz zihnimizde ama en önemlisi burada hayata hazırlanıyoruz. Burası bekleme salonu. Fakat o bekleme nedense hiç bitmiyor.
Ama neyi bekliyoruz? Hayata hazır olmayı mı? Kaygılanmamayı mı? Korkmamayı mı? Kabul görmeyi mi? Hayatı yaşamak için neyi bekliyoruz? Mazeretlerimiz neler? Bizi bağlayan sıkı sıkı tutan görünmez ipler neler? Korktuğumuz ne? Literatürde korku; insanın içini daraltan bir tehdit hissi diye tanımlanıyormuş.[1] Korku aslında insanın kaygı duyması durumuymuş ve bu korkularımız da bizlere çeşitli rahatsızlıklar sağlayabiliyormuş. Bence de çok doğru bir tespit. Mesela hayatı yaşamıyor, yaşayamıyor ve “artık korkmuyorum, çıkıp yaşayabilirim” diye düşündüğümüz ana kadar bekliyoruz; fakat korkular bitmiyor.
Uğruna hayatı beklettiğimiz değerlerimiz neler? Hayattaki gerçek değerlerimiz neler ve bu değerler uğruna neler yapabiliriz? Herkesin kendine has ve özgü değerleri vardır. Bunla sevgi, saygı, aile, dürüstlük, adalet, vicdan gibi değerler olabilir. Muhtemelen çoğu insanın ilk aklına gelenler; mutlu olmak, başarılı olmak, zengin olmak ve benzeri şeylerdir fakat bunlar değer değil hedeftir. Bunlara ulaşmak için değerlerimizle beraber ve/veya değerlerimize rağmen hareket ederiz. İnsanın değerleri olmazsa kendini bir hiç gibi hissedebilir, işe yaramaz olduğunu düşünebilir.
Fakat bu değerler insanın kendisi olmasının önüne geçmemesi gereken şeyler olmalıdır bence, bu değerler bize kendimize göstereceğimiz şefkati kısıtlıyorsa sanırım ne kendimizle barışırız ne de mutlu oluruz.
Birinin, tanıdığımız birinin ya da tanımadığımız birinin, küçük ya da büyük bir sıkıntısı olduğunu düşünelim. En basit bir sıkıntısına, sorununa nasıl tepki veririz? “Takma kafana geçecektir sen en iyisini yaparsın.”, “Kim ne derse desin sen kendin ol kendine güven başkası önemli değil.”, “Önemli olan senin mutluluğun.” gibi yardımcı ve destekleyici şeyler söyleriz. Peki ya kendimize geldiğimizde neden o adımları atmayız, kendimizi desteklemeyiz ve hayatı bekleriz? Kısacası kendimize neden şefkat duymayız?
Ben, mesela, sabırsız biriyimdir: Bekleyemem, hemen her şey anında olsun isterim ve bu yüzden de risk alırım, adım atarım ve ne olursa olsun kendime güvenip kendi istediğimi yapmaya özen gösteririm. Fakat bu demek değildir ki benim korkularım bitti, kaygılarım yok ya da başarısız olma olasılığım yok -buradaki başarı bence göreceli bir kavram- ama bu başka bir yazının konusu olsun. Bunların hepsi var ayrıca kendime acımasız yorumlar da yapıyorum fakat kendimi kabullenip hayatı yaşamam gerektiğini hissediyorum. Her seçimin ve davranışın sonucunda elbet birileri etkilenir: Gerek kendimiz gerek çevremizdeki insanlar hatta belki de hiç tanımadığımız insanlar bile. En az bir kişi etkilenir, iyi ya da kötü. Lakin hayat bu işte, herkesi memnun edemeyiz, bencil olmak zorundayız; çünkü memnun etmemiz gereken tek kişi kendimizdir. Onunla doğduk ve onunla yaşayıp, öleceğiz.
Bu hayatı herkes aynı şekilde yaşayamaz. 7,6 küsur milyar insan (!) aynı şekilde yaşasa çok sıkıcı olurdu bence. Kendi içgüdülerimize ve kendimize güvenip değerlerimizle beraber ve onlara rağmen yaşayabiliriz. Önce bizim kendimize şefkat göstermemiz gerekiyor, önce bizim kendimizi kabul etmemiz gerekiyor.
Tek bir hayatımız var onu nasıl geçirmek istiyoruz? Özür dileyerek mi? Pişman olarak mı? Yoksa kendimizden nefret ederek mi? Ben derim ki cesur olarak, kendimize doğru adımlar atarak ve bunları yapıp kendimizi gururlandırarak geçirmek daha güzel olabilir. Kendimizi eminim çok daha iyi hissedeceğiz. Çünkü bizim yerimize ne başkası bu hayatı yaşıyor ne de ceremesini çekiyor.
Ya da en azından ufacık dahi olsa bugün kendimiz için bir adım atalım, kendimiz istediğimiz için ve bizim istediğimiz yöne doğru. Mutlaka bu adım için rahatsız olacağız, karnımıza ağrılar girecek ama iyi hissedeceğiz. Bu adım kesinlikle en iyisidir demiyorum çünkü iyilikler ve kötülükler, doğrular ve yanlışlar hep göreceli kavramlardır. Biz kendimiz olmak için kendimize doğru bir adım atalım da “çemberimiz” birazcık büyüsün.
“Kuş uçtukça genişliyor gökyüzü” demişti Rilke. Belki hayat da yaşadıkça. Böyle şeyler düşün. Delirme, kimse duymaz çünkü bu gürültüde.[2]
Referanslar
[1] Nöron Psikiyatri. (2019). Psikiyatri – Nöron Psikiyatri. URL: http://www.noronpsikiyatri.com/psikiyatri
[2] Kafka Okur, Sayı 31: Gürültüde Yoksullaşmak.
Kitap önerisi: Pembe Fili Düşünme, Zeynep Selvili Çarmıklı.
Fotoğraf için tıklayınız.