Bu yazıyı ilk olarak Temmuz 2018’de Münih’ten ayrılırken 5 saatlik Prag yolunda Twitter’da tweet dizisi olarak yazdım. Yazarken çok eğlendim ve güzel geri dönüşler aldım. O yüzden aslını pek bozmadan küçük eklemeler yaparak yeniden paylaşıyorum. Yazıda ansiklopedik bilgiden kaçınıp kendi gözlemlerimi ve deneyimlerimi paylaşmak istedim. Münih ile ilgili eksik, unuttuğum ve atladığım şeyler olabilir. Büyük bir şehirdir ve herkesin şehirlerden beklentileri farklıdır. Örneğin kardeşim gittiğimiz gezilerde, teknoloji müzeleri ve modern yerler görmek isterken; ben ise daha çok yerel mutfağı tatmak ve yerel insanların yaptıklarını yapmak isterim. Kardeşim ile uzun müzakereler sonunda gayet güzel bir program ile Münih’i birlikte gezebilme imkânımız oldu.
Münih’te havaalanından şehir merkezine S-Bahn (yer üstü treni) ile ulaşımı gayet kolay ve fiyat olarak uygundur. Metro, otobüs ve tramvay şehrin her noktasına gitmekte; güzelliği ise grup gidildiğinde günlük veya 3 günlük bilet fiyatı, 2 kişi için de 5 kişi için de aynıdır. Küçük bir uyarı: Bileti 1 günlük alırsanız, bilet 24 saatlik değil aldığınız günün ertesi gün sabah 6’da biter. Bu 3 günlük ve 1 haftalık biletlerde de geçerlidir.
Türkiye’de çay bahçeleri varsa Münih’te de bira bahçeleri var. Gerçekten inanılmaz büyük ve güzeldirler. Bandolarından birasına, yemeğinden ortamına içinde çok keyifli zaman geçirilebilir. Burada kendi bahçesindeymiş gibi kâğıt oynayanları dahi gördük. Ayrıca Almanya’ya ilk gelişimden itibaren favori yemeğim olan Schweinshaxe’yi (siyah Alman birasında 4 saatte pişen domuz bacağı) bu bira bahçelerinde yiyebilirsiniz. Münih’te bu bira bahçelerin adını alan 3 bira markası (Hofbrau, Augustiner ve Paulaner) gördüğüm en çok tüketilen üç biraydı. Benim sıralamam ise:
- Augustin
- Hofbrau
- Paulaner
Şehrin turistik alanları, aynı zamanda orada yaşayanların da kullandığı mekânlardır. Yani turizm ve yaşam iç içe girmiş durumdadır. Bunlar arasında en beğendiğim Viktualienmarkt pazar yeri idi. İçinde peynirden meyvesine aklınıza gelebilecek her türlü yiyecek çeşidi yer alırken; tabii ki marketin tam ortasında da bira bahçesi vardı. Orada hem yerli halkı hem de turistleri bir arada görebilirsiniz. Sabah gelirseniz burada Weisswurst (beyaz sosis) alıp güzel bir “Bavyera” kahvaltısı yapabilirsiniz.
Münih’te parklar, insanların zaman geçirdikleri kamusal alanların başında gelir. Bunlar arasında şüphesiz İngiliz Bahçesi en önemlisidir. İçinde kuş gözlemden tutun da sörfe kadar birçok aktivite yapılabilme imkanına sahipsiniz. Bunları parkın başından sonuna yürüyerek de keşfedebilirsiniz.
Allianz Arena, gördüğüm futbol stadyumları arasında en ince detayına kadar düşünülerek tasarlanmış stadyumdur. Futbol sevip sevmemek önemli değil; Münih’te muhakkak stadyum turu yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bugüne kadar birçok stadyum turuna katıldım (Wembley, Camp Nou, Stamford Bridge gibi) ancak açık ara en keyif aldığım bu stadyum oldu. Stadyumun içindeki müze de oldukça detaylı, interaktif ve güzeldi. Tabii bu sahayı bu kadar beğenmemin bir diğer sebebi ise, tuttuğum takım Chelsea’nin burada Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmasıdır.
Deutsche Museum (Alman Müzesi) ise inanılmaz büyüklüktedir. İçinde rahat bir gün geçirilebilir. Ancak teknik kısmı Berlin Teknik Müzesi kadar iyi değildir. Örneğin Berlin’dekinde arabaları anlatırken tarihten birçok Alman araba örneği vardı. Sanki Deutsche Museum’da bu gibi ayrıntılar eksik gibiydi.
BMW Welt ve müzesinde ise yarım gün zaman geçirilebilir. İlginç detayları var ama müze olarak interaktif kısmı zayıftı. Hemen yanındaki Olimpiyat Köyü’nde ise görülecek bir şey yok, terk edilmiş durumda; tüm Olimpiyat köyleri ile aynı kaderi paylaşıyor. Sakın gitmeyin! Ne girişi ne de çıkışı bellidir. Bizim gibi elinizde Google Maps olmasına karşın kaybolabilirsiniz. Ancak yürüyüş ve koşu antrenmanı yapmak isterseniz gidebilirsiniz, her ne kadar bunu şehrin diğer kolay ulaşımlı parklarında da yapabilecek olsanız da.
Almanya’nın dönerleri güzeldir. Berlin’de bir yıl yaşamış biri olarak Münih’te en iyi döner nerede diye önceden yaptığım araştırmada karşıma “Mustafa Gemüse” çıkması beni çok şaşırtmadı.[3] Mustafa Gemüse ismi tıpkı Nusret gibi, şimdilerde Diesel giyim markasında tişörtleri olan bir dönerci hâline geldi.[4] Burada da Berlin’deki gibi 50 dakika sıra bekleyerek döner yenilebilir ancak Münih’te kısa sürede yapabilecek o kadar çok şey varken, o süreyi kuyrukta geçirmeye değmez ve daha da güzel dönerciler bulunur!
Almanya’da demokrasi anlayışı o kadar yüksek ki, kendi başbakanlarını rahatlıkla bir ürün reklamı ile eleştirebiliyorlar ve bunu sokakta görebiliyorsunuz. Ayrıca şehrin birçok noktalarında yakın zamanda seçim olacağından dolayı, adayların küçük mitinglerine de tanık olmak benim için ilginç bir tecrübe idi.
Isartor, Sendlinger Tor ve Karlstor, Münih’in orta çağdan kalan Gotik mimarili eski şehir kapılarıdır. Şimdi bile şehirde birçok önemli yer bu kapıların yanına konumlanmıştır. Örneğin Deutsche Museum, Isartor’dan 4 dakika uzaklıktadır. Bunun yanında, bir kapıdan öbürüne yürüyerek Münih’in birçok “turistik” ve önemli binasını görebilirsiniz. Gotik olmayan Siegestor kapısı da diğer kapılara yürüme mesafesindedir. Siegestor kapısı üniversitelerin hemen yanında konumlandığı için birçok öğrenci mekanını burada bulmak mümkündür. Açıkçası benim de yürürken en keyif aldığım yerdi. Bu kapı çevresinde yürürken şansımıza Sanat Akademisi’ni açık bulduk ve spontane bir karar ile bir sergiye katıldık. Bu kadar kapı gördükten sonra Sanat Akademisi’nde o zaman henüz kapalı olan Derinya Kapısı için de notumuzu bırakmıştık.
Münih’e giderken yanınıza Münih ile ilgili roman arıyorsanız Münih ile ilgili İletişim Yayınları’ndan çıkan Wolfgang Schorlau’nun “Münih Komplosu” kitabını öneririm. Okuduğum ilk Alman polisiye kitaptı ve çok beğenmiştim. Kitaptaki satır araları Almanya’yı biraz bilen biri için çok güzeldi ve derin devletin isleyişini iyi anlatan bir kitaptı. Klasik polisiye kitaplarından farklı olarak (okuduğum diğer kitapları da böyleydi) katili başından söyleyip kişi üstüne değil de olay üstüne yoğunlaşıyor. Kitaptaki çeviri o kadar bir güzeldi ki Almanya’da en çok kullandığım kelimelerden olan termin yani randevu kelimesini kitapta geçtiği yerlerde çevirmen aynen bıraktı.
Genel bilgi: Münih tıpkı Berlin gibi Avrupa’nın büyük şehirlerine kıyasla pahalı bir yer değildir. 2,20 avroya birçok yerde Cappuccino içilebilir. Tabii yine de avronun TL’ye göre 6 civarı olduğunu unutmayalım. Pazar günleri tüm Almanya’da olduğu gibi Münih’te de kafe ve restoran dışında her yer kapalıydı. Peki pazar günü her yer kapalı olunca Almanlar ne yapar diye sorarsanız, 1970’ten beri her hafta devam eden Tatort adlı polisiye diziyi izlerler.
Münih’i genel olarak beğendim; hem üniversite eğitimi için hem de uzun süre yaşanılacak bir şehir. Bir günüm daha olsaydı muhakkak Disney Kalesi’nin esinlendiği Neuschwanstein Kalesi’ne gitmek isterdim. Umarım ileride hem o kaleye gitmek hem de Oktoberfest’e (ekim bira festivaline) katılma imkânım olur.
Dileyenler bu yazının Twitter’daki bol resimli ve bol dil bilgisi hatalı versiyonunu bu adresten bulabilirler: https://twitter.com/berkedagli/status/1021085726815981568
Dipnot: Bu yazıyı bu kadar geç yayınlamamın sebebi, yazıp tashihini yaptıktan bir hafta sonra Türk lirasının (TL) ciddi oranda değer kaybetmesi oldu. Bunun üstüne paylaşmayı o zaman doğru bulmadım. Şimdi bile TL’nin değeri dövize göre düşük olsa da bütçeli tatil ve gezi planı yapmak yine de mümkündür. Münih bu bakımdan doğru planlanırsa hem bütçeli hem de görülmeye değer bir şehirdir.
Referanslar
[1] https://www.likealocalguide.com/munich/augustiner-keller
[2] https://www.muenchen.de/sehenswuerdigkeiten/orte/120340.html
[3] Gemüse soy isim gibi duyulsa da Almanca’da sebze demektir. Almanya’daki dürüm dönerlerinin içinde sos, salata, et/tavuk ve beyaz peynirin yanında pişmiş sebzelerde bulunduğu için bir çok dönerci gemüse kelimesini dönerci isimlerinde kullanır.
[4] https://www.youtube.com/watch?v=l8kMq-DN_BA
Not: Kaynak belirtilmeyen fotoğraflar, yazar tarafından çekilmiştir.
Öne çıkan fotoğraf için tıklayınız.