Kafka’dan Uzaklaşırken Kafka’ya Yaklaşmak

“Birisi Joseph K. ile ilgili olarak yanlış bir suçlamada bulunmuş olmalıydı, çünkü yanlış bir şey yapmamasına rağmen bir sabah tutuklandı.”

 

Polisler K.’ye hangi suçtan tutuklandığını söylemezler, zaten K.’yi hangi nedenle tutukladıklarını kendileri de bilmezler. K. kendisi hakkında hayati kararlar alınırken, o bu kararların nasıl ve niye alındığını ne kadar çabalasa da asla öğrenemez. Gittikçe anlamsızlaşan bu absürt arayış içinde kaybolan K.’nin tam adını bile öğrenemeyiz – o sadece K.’dir, devlet için bir istatistikten fazla değer taşımayan, devletin devasa bürokratik yapısı karşısında küçülen, küçülen ve yok olan K..

 

Dava romanında 1914-1915 yıllarında kaleme aldığı bu serüven, aslında Kafka’nın Avusturya-Macar bürokrasisindeki bireysel yabancılaşma ve yalnızlaşmasını anlatır. Hayatın hiçbir noktasına kendini sığdıramayan Kafka, hep “Öteki” kalmıştır. Avusturya-Macar İmparatorluğunda bir Çek, Yahudilerin arasında Almanca konuşan bir inançsız, babasıyla düzgün ilişkiler kuramayan biri ve mesleğinde mutsuz.[1] Yabancılaşma ve yalnızlaşma gibi evrensel insani duyguları incelemesinin de ötesinde, eserleri daima Orwell ve Huxley gibi isimlerin yanında, totaliter rejimlere başkaldırma sanatı olarak da anılmıştır. Fakat, Kafka’nın 1915’de yazılan bu romanının 104 sene sonra günümüze farklı bir açıdan da bağlantısı olduğunu görmekteyiz.

 

Yapay zekâ.

 

Yapay zekâ, sağlık sektöründen eğlenceye, eğlenceden eğitime, eğitimden politikaya kadar artık hayatımızın her noktasına uzanmış durumda. İnsan kapasitesinin ve insan yeteneğinin bizi kısıtladığı yerde bizi daha da ileriye taşıyan, hayatımızı kolaylaştıran ve imkânlarımızı o denli geliştiren ve geliştirecek olan bu teknolojiye tartışmasız çok şey borçluyuz. Buna rağmen, yapay zekânın yarattığı etik sorular ve sorunlar, tanrısallaştırılan bir yapay zekâ görüntüsünün arkasına saklanmamalıdır.

 

Kısaca, yapay zekâ, bilgisayarların deneyimlerinden ve onlara girilen veri girdilerinden öğrenip çeşitli görevleri insanlara benzeyen bir hâlde tamamlayabilme teknolojisidir. Bu teknolojinin önemli bir parçası olan algoritmalar ise -yine kısaca- verilen girdiler arasında belli örüntüler belirler ve bu örüntünün doğrultusunda yaptıkları tahminleriyle bilgisayarları görevlerini en iyi şekilde yerine getirebilmeleri için yönlendirir.[2]

 

Bu teknoloji şimdi o kadar gelişmiştir ki, birçok durumda makineler tarafından yerine getirilen görevler insan işinden ayırt edilemez durumdadır, hatta çok daha iyi bir kalite sunabilirler. Makineler günümüzde o kadar akıllılaşmıştırlar ki, yaratıcısının minimal katkısıyla kendi algoritmalarını kullanarak tamamen orijinal bir sanat eseri yaratabilecek noktaya gelmiştirler (hatta hukuki alanda şu an tartışılan önemli bir konu bilgisayarlara telif hakkı verilip verilmemesidir). Bunun yanında, yapay zekâ ve algoritmalar devletler, askerî güç ve büyük firmalar tarafından kullanılarak siyasi alanda da önemli kararlar almaktadırlar.

 

Bunlar ne kadar etkileyici olsa da, yapay zekânın ve algoritmaların günlük hayatımıza bu denli entegre olması demokrasi için bazı zorluklar yaratıyor. Hatta KAFA dergisinde geçenlerde okuduğum ama şu an adını hatırlayamadığım bir yazar, günümüzün demokrasinin “algorit-masi”yle ikame edildiğini yazmıştı.[3]

 

Bize sunduğu kolaylıklar karşısında, yapay zekâya biz de her şeyimizi -kendimizi- veriyoruz. Ne kadar yapay “zekâ” desek de, aslında burada farklı bir zekâdan bahsediyoruz. Bahsettiğimiz zekâ, insanların akıl yürütme kabiliyetinin aksine, yüklü miktarda verilere dayanarak yapılan tahminlerden ibarettir. Bu yüzden, yapay zekâ bize, sebep değil, öngörü verir. Verdiği kararlar, nedenselliğe değil, bağıntıya dayanır. Makineler sofistike hâle geldikçe, verilen kararların hangi kriter veya nedenlerden dolayı alındığını bilemeyiz.

 

Algoritmaya dayalı kararlar kara kutular içinde verilir. Dolayısıyla, kararların nedenini sorgulamak, neredeyse K.’nin arayışı gibi sonuçsuz olacaktır.[4] Şu an politik aktörleri doğrudan sorgulayıp sorumlu tutabilirken, algoritmalar kimsenin sorumluluğu üstlenmek istemediği bir dünya yaratıyor bize. Bu kadar güçlendikleri ve tanrılaştıkları bu dünyada, yapay zekâyı sorgulamak dini sorgulamak kadar anlamsızlaşıyor: Neden bu yanlış? Çünkü dinimiz öyle istedi. Neden bu karar? Çünkü yapay zekâ öyle karar verdi.[5]

 

Bu yeni cesur dünyada, bu “algorit-masi”de adaleti aramak, K.’nin arayışı kadar çaresiz olabilir. Algoritmalar, onlara tanımlanılan -çoğu zaman seçici- veriler ışığında insanları kategorilere ayırır ve ayrımcı sonuçlar doğurabilir. Artık kullanılmayan, eril kriterlerle tasarlanmış ve dolayısıyla kadın elemanlara ön yargıyla yaklaşan Amazon’un işe alma algoritması bunun sadece bir örneğidir.[6]

 

Teknolojisinin her şeyi kolaylaştırdığı bu dünyada biz insanlar tembelleşmiş olsak da, nedensiz kararların alındığı, karar veren olmadan kararların yürütüldüğü bir dünyada yaşamaya hiçbirimiz hazır değiliz. Dava’nın sadece bir kurgu olarak kalmasını istiyorsak eğer, yapay zekâyı kutlarken, onu sorgulamayı da unutmamalıyız.

 


 

Referanslar:

[1] http://www.iosrjournals.org/iosr-jhss/papers/Vol.%2022%20Issue7/Version-4/D2207042228.pdf

[2] https://www.sas.com/en_us/insights/analytics/what-is-artificial-intelligence.html

[3] Hangi sayı ve hangi yazı olduğunu bulmak çok istedim ama maalesef dergilerimin hepsi Londra’da kalmış!

[4] https://www.theguardian.com/commentisfree/2019/jan/04/future-democratise-ai-artificial-intelligencepower

[5] https://www.theguardian.com/commentisfree/2019/jan/04/future-democratise-ai-artificial-intelligencepower

[6] https://www.theguardian.com/technology/2018/oct/10/amazon-hiring-ai-gender-bias-recruiting-engine

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir