Bir ülkeyi nasıl kurtarırsınız?
Cephelerde, çarpışmalarda, silahlarla veya meydanlarda, sokaklarda, sloganlarla mı dersiniz?
Gelin size farklı bir kahramanlık hikâyesi anlatayım.
***
Sıtma hastalığı veya diğer adıyla malarya…
Gözümüzde dünyanın “geri kalmış” memleketleriyle özdeşleştirdiğimiz, “egzotik” bir hastalık.
Plasmodium cinsi parazitlerin sinek ısırığıyla insan vücuduna girmeleri ve normalde oksijen taşımakla görevli olan kırmızı kan hücrelerini kendilerine yuva etmeleriyle başlar.
Parazitin kapılmasından bir süre sonra hastanın ateşinin yükselmesiyle kendini gösterir. Nefes darlığı, böbrek yetmezliği, parazitin beyne yayılmasının getirdiği nörolojik belirtiler gibi çok sayıda komplikasyona sahiptir.
Özellikle çocuklarda ölümcül bir hastalıktır.
***
Günümüzde Sahra Altı Afrika ülkelerini aklımıza getiren bu bela, 1940’lı yıllara dek Kıbrıs’ta günümüzde Sahra Altı Afrika’da olduğundan çok daha yaygındı. Kıbrıs, dünyanın nüfusa göre en fazla sıtma vakasına sahip yerleri arasındaydı.
O kadar yaygındı ve o kadar fazla çocuk öldürmekteydi ki, günümüzde talasemi hastalığının ve taşıyıcılığının ülkemizde bu denli yaygın olmasının sebebidir. Zira talasemi taşıyıcılarının kırmızı kan hücrelerinde olan farklılıklar, parazitlerin onları yuva etmesini zorlaştırmaktadır.
İngiliz sömürge yönetimi adayı devraldığında, halkı kırıp geçiren en büyük sorun bu hastalıktı.
***
İlk başlarda sıtmanın neden kaynaklandığını kimse bilmiyordu. 1886 yılında adadaki İngiliz sağlık görevlilerinden birisi “hıyar, kavun ve benzeri meyveleri tüketenlerde” hastalığın daha yaygın olduğunu söyleyivermişti!
Sonrasında sıtma hastalığının bataklıklı bölgelerde daha sık görüldüğü fark edilmiş, benzer bir durumu Cezayir’de fark eden Fransızların bataklıkları kurutma maksatlı okaliptüs (“efgalipto”) ağaçlarını ekip sıtma hastalığını azalttıkları bildirilmişti (İlseven ve Baştaş, 2018). Bu nedenle efgaliptolar Kıbrıs’a da getirilip ekilmiş; ancak yeterli olmamıştı.
1899 yılında İskoç bilim insanı Ronald Ross, sıtma hastalığının Anopheles cinsi sivrisinekler tarafından taşındığını nihayet tespit etmişti. Bu cins sivrisinekleri ortadan kaldırmak, sıtmayı ortadan kaldırmak demekti.
Bu keşfiyle Nobel Ödülü alan Ross, 1913’te Kıbrıs’ı ziyaret ettiğinde, henüz önceki sene Kıbrıs’a dönüp sağlık hizmetine girmiş, 20 yaşında bir Kıbrıslı Türk’le, Mehmet Aziz ile tanışmış, onun üzerinde büyük bir etkiye sahip olurken adanın Sağlık Dairesinin sıtmaya karşı mücadele için müfettişlerden oluşan bir ekip kurmasını tavsiye etmişti (Morgan, 2010).
***
Mehmet Aziz kendini geliştirdi.
Zaman içerisinde, adanın Sağlık Başmüfettişliğine yükseldi. Bu sırada Anopheles sineğinin ilaçlama yoluyla yok edilmesine dair dünyadaki literatürü yakından takip etti. Dünyanın dört bir yanında görev yapmış, sıtmayla mücadele etmiş Rex Leslie Cheverton’un 1942 yılında adaya atanmasıyla, Kıbrıs’ta bu sineğin yok edilmesinin şart olduğu kararı verildi. 1945 yılında Aziz Mısır’a gitti ve konuyla ilgili saha çalışmalarını yerinde inceledi.
Ancak sağlıkçıların iradesi yeterli değildi!
Cüzi bir masrafla bu çalışmanın yürütülebileceğinden emin olmalarına rağmen, Aziz’in ekibi dönemin sömürge yönetimini masrafları karşılamaya binbir zorlukla ikna edebildi, bu da ancak Karpaz’da başarılı bir deneme çalışmasının yapılmasına bağlı kılındı. Aziz konuyla ilgili, günümüzde bu ülkede bir şeyleri değiştirmek isteyen herkesin katılacağı bir tespitte bulunacaktı:
“Acil bir durum kendini göstermediği sürece ‘normal rutin’i terk etmenin şaşırtıcı bir zorluğu vardır.” (Aziz, 1947)
***
Aziz’in çalışmalarıyla ilgili bende en çok hayranlık uyandıran nokta, kendisinin bir sinek kurdunun dahi gözden kaçamayacağı inanılmaz bir sistem kurması ve bu “çılgın proje”yi karşı konulmaz bir sebatla yönetmesiydi!
Karpaz’daki pilot projeye bakalım.
Mehmet Aziz, öncelikle Karpaz bölgesinin tek bir görevlinin ilaçlayabileceği kadar küçük bölgelere bölünmesini sağladı (Aziz, 1947):
Sonrasında, bu görevlilerin de dâhil olduğu, çok sayıda kontrol ve kayıt-denetim mekanizmasının yer aldığı, etkili bir idari sistem tasarladı (Aziz, 1947):
Sonrasında görevlilere eğitim verildi. En ufak bir su birikintisinin, mağaraların, evlerin ve hatta hayvanların ayak izlerinin ilaçlanması direktifi verildi, ilaçlama sonrası her hafta bölgeye gidilip sinek kurdu veya yetişkin sineklerin her yerde aranacağı, bulunan kurt veya sineklerin konumunun, bulunma saatinin en ufak detayına kadar takip edilebeceği, ölçülebilir, şeffaf bir sistem kurdu.
İlaçlama yapıldıktan sonra her bölgede herhangi bir kurt veya yetişkin sinek kalmayana kadar kontrol yapıldı, bulunan yerler tekrar ilaçlandı. Sineklerden arındırılmış bölgelerle diğer bölgeler arasındaki yollara kontrol noktaları kuruldu, araçların ancak ilaçlanarak geçmesine izin verildi.
20 hafta içerisinde Karpaz bölgesi binlerce yıllık sıtma belasından kurtulmuştu!
***
1946’da başlayan bu çalışma, Kıbrıs’ın geri kalanında aynı sistemli metotla yinelenecek, nihayetiyle 1950 yılının şubat ayında Kıbrıs’ın nihayet Anopheles sineğinden ve sıtma belasından kurtulduğu ilan edildi.
O ay yayımlanan Cyprus Review’de Mehmet Aziz’in resmi yer aldı, altına “The Great Liberator”, yani “Büyük Kurtarıcı” yazıldı.
Halkımız arasındaysa “Sinekçi Aziz” olarak tanındı.
***
İddia ediyorum, Mehmet Aziz Kıbrıs tarihinde en fazla hayat kurtaran insandır.
Her ne kadar tıp eğitimi almamış olsa da kendisinin büstü, bu ülkenin tıp veya sağlık bilimleri fakültelerinin önünde yer almalıdır.
Ancak asla putlaştırılması veya toplumsal hafızamızın kenarında köşesinde durması için değil!
En üstte sorduğum sorunun cevabını bize göstermesi için.
***
Bir ülke nasıl kurtarılır?
Bilimle kurtarılır. Sebatla, yorulmadan çalışmayla kurtarılır. Sistematik yaklaşımlarla, ölçülebilir hedefler koyarak kurtarılır.
Gelin Mehmet Aziz’den ders alalım. Gelin kısır döngüyü kıralım, “normal rutin”i terk etmenin şaşırtıcı zorluğundan kurtulalım.
Naçizane bir tıp öğrencisi olarak Mehmet Aziz’in hatırasının önünde saygıyla eğiliyorum…
Kaynakça: