Kazanan Gerçekten Kıbrıslı Türkler mi?

Kendinden oldukça emin ve net bir ton ile kazıdı sözlerini yurdumun meçhul geleceği üzerine…

 

Ne var ise anne vatanda, söyledi: Aynısı olacak yavrusunda!

 

Sanki kendi vatanında her şey harikaymış gibi, müjde verdi bize; dünyanın en büyük yazar-gazeteci hapishanesinden…

 

Bu sözlerinde son derece ciddiydi, Türkiye Cumhuriyeti’nin son Başbakanı Binali Yıldırım.

 

***

 

Fazlasıyla gergin ve endişe verici sekiz aylık bir süreç son buldu geçen hafta. Afrika gazetesini temsilen Şener Levent ve Ali Osman Tabak gazetelerinde yayınlanan bir karikatür/kolaj sebebiyle KKTC Başsavcılığı tarafından aleyhlerinde açılan davada, “Yabancı devlet büyüklerine hakaret ve KKTC ile Türkiye’nin arasını açmak” suçundan yargılandılar ve beraat ettiler.

 

Dava, söz konusu karikatür/kolajın “T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı küçük düşürmek, tahkir etmek ve nefret veya hakarete uğratmak” eğiliminde olduğu gerekçesi ile açılmıştı.

 

Süreç, T.C. eski Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ’ın skandal niteliğindeki sözleri ile başlamıştı. Recep Akdağ söz konusu karikatür/kolajın yayınlanmasına ilişkin “Alçaklık, şerefsizlik ve pespayeliktir.” yorumunda bulunarak, bunun hesabını hukuk yolu ile soracağını ve alakalı gazetecileri “cezalandırmak” için elinden geleni yapacağını açıkça dile getirmişti.

 

Ancak, bu süreç ile ilgili birkaç pürüz vardı. Zira, bu basit bir hakaret ve tahrik davası değil, âdeta 22 Ocak 2018 tarihinde Afrika’ya yapılan fiziksel saldırının hukuksal boyutta devamıydı.

 

Hukuksal dediğime bakmayın, dönemin T.C. Başbakan Yardımcısı olan Recep Akdağ’ın sözleri, bulunduğu makam, ifa ettiği görev ve her anlamda iki ülke arasındaki ilişki esas alındığında, yargıyı ve hatta iki ülkenin de büyük bir toplumsal kesimini etki altında bırakabilecek veya yönlendirebilecek niteliktedir. Bir hukuk öğrencisi olarak en azından, bunun gibi hassas hukuksal süreçler söz konusu olduğunda, siyasi makamların ifade ettiklerinin, adil, şeffaf ve bağımsız bir yargı süreci gerçekleştirilebilmesi açısından ne derece önemli olduğunun bilincindeyim. Bunu göz önünde bulundurduğumuz zaman, bu davada söz konusu makamın ifade biçiminin ve kullanmayı seçtiği terminolojinin de yargı süreci açısından etik olmadığı yeterince açıktır.

 

Etik dışı ifadenin bir diğer örneği ise, bu yargı sürecinden önce gerçekleşen, biraz önce bahsettiğimiz 22 Ocak 2018 tarihinde Afrika gazetesine yapılan linç girişimini tetikleyen ve açıkça yönlendiren T.C. Cumhurbaşkanı’nın sözleridir…

 

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, hani yazının başında dedim ya: “Yabancı devlet büyüklerine hakaret…” suçu ile…

 

Devlet büyüğü, devletin en büyüğü… Bir emir, bir çağrı ile binlerini sokaklarıma dökebilen bir devlet büyüğü…

 

O kadar büyük bir “devlet büyüğü” ki, durduğu yerden, ta Bursa’dan vurdu fiskeyi, indirdi camı, çerçeveyi, tabelayı…

 

Başka tabelalar inmesin diye yurdumda, dert etmeliyiz düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü kendimize. Evet, Afrika gazetesinin beraatı bu bağlamda bir kazanımdır, lakin bu davanın açılması ve Afrika’ya yönelik diğer tüm tehditler ve linç girişimleri özgürlüklerimiz adına büyük bir kayıptı. Beraat kararı ile sadece hâlihazırda yara almış özgürlüklerimiz bir nebze iyileşmiş oldu. Aslında bu karar ile basın ve ifade özgürlüğünde bir ilerleme kaydedemedik, sadece kaybettiğimiz mesafeyi giderdik.

 

Tekrar ediyorum, “Yabancı devlet büyüklerine hakaret…” suçu ile…

 

Ne kadar manidar bir cümle değil mi?

 

Soruyorum size, gerçekten inanıyor musunuz söz konusu “devlet büyüğü”nün yabancı olduğuna?

 

Bir “devlet büyüğü”nün yabancı olabilmesi için, başka bir devletin büyüğü olması gerekmez mi?

 

Sanırım, bizim yakınlık-uzaklık ilişkimizde biraz sıkıntı var. Belki de bu ülkenin bir genci olan Senalp’ın da ifade ettiği gibi “devlet-anavatan” ilişkisindeki mesafeyi belirlemekte bir sıkıntımız var… Bilmiyorum…

 

Fakat, benim bildiğim kadarıyla hiçbir özgür memleketin yurttaşı bir “yabancı devlet büyüğü”nün kışkırtması, hedef göstermesi ile tarihine bir insanlık ayıbı yazmaz…

 

Belki eylem yapar, eleştirir, karşı gelir ama linç etmez, edemez ve etmemeli…

 

Tüm bu karikatür/kolaj davası ve 22 Ocak 2018 olaylarının üzerine düşünmek gerek. Dünya âlemin tek istenmeyeni Afrika gazetesi mi? Düşünün, Afrika gazetesinin yayınladığı eleştirel materyallerin çok daha ileri derecede olanlarını Avrupalı basın-yayın organları çok daha yaygın olarak halklarına sunuyor. Örneğin, milyonlarca Türk vatandaşının yaşadığı Avrupa’da Afrika gazetesi benzeri karikatür/kolaj yayınlayan yüzlerce medya kurumu var, siz hangisinin Türk vatandaşları tarafından linç edildiğini gördünüz?

 

Peki, bir Alman medya kurumu olan Deutsche Welle’nin Recep Tayyip Erdoğan hakkında yayınladığı onlarca eleştirel makale ve karikatür yüzünden Bonn şehrindeki merkezinin Türk vatandaşları tarafından taşlandığını ve binalarına tırmanıldığını hayal edebiliyor musunuz?

 

Hayal edemiyor olmanızın nedeni, basitçe Almanya’nın bağımsız ve özgür bir ülke olmasıdır.

 

Eğer gerçekten, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız ve özgür bir devlet ve ülke olduğunu iddia ediyorsak, bu ülkenin gazetecilerinin ve “kitle iletişim araçları”nın özgürlük sınırını belirleyecek olan tek makam, Kıbrıs Türk toplumu ve bağımsız Kıbrıs Türk yargısıdır. Bu bağlamda, hiçbir “yabancı devlet büyüğü”nün ve hiçbir yabancı diyardan gelen yabancının, Kıbrıs Türk toplumunun bir yayın organına had bildirmeye veya ceza vermeye haddi yoktur ve olmamalıdır!

 

Bence, Kıbrıs Türk toplumu olarak bunu kesinlikle sorgulamalıyız. Ben bu ülkenin bir genci olarak tüm bu yaşananları talimatlı, tertibatlı bir saldırı olarak nitelendiriyorum; çünkü tüm bu bağlantılı olaylar basit bir etki altında bırakılma veya hukuk yolu ile hak arama olarak değerlendirilemez. Düşünün, dava edilen karikatür/kolajın yayın tarihi 8 Aralık 2017 iken, Afrika’ya yapılan linç girişiminin tarihi ise 22 Ocak 2018. Karikatür/kolaj davasının 22 Ocak 2018 tarihinden sonra açılması ve yazının başında belirttiğimiz gibi dava sürecinin başında kullanılan tehditkâr terminoloji dikkate alındığı zaman, davanın adalet duygusu ile hareket edilen hukuksal bir hak arama olmadığını, tam aksine linç girişimi sırasındaki nefret ve intikam histerisi ile açıldığını görebiliyoruz.

 

***

 

Bu yazıyı kaleme alırken kendime edindiğim tek gaile, doğduğum ve büyüdüm bu yurdun özgür ve temiz bir coğrafya olarak var olabilmesidir. Kimseyi haklı veya haksız çıkartmak derdinde değilim, ben Afrika gazetesini değil, Kıbrıs Türk toplumunun düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü savunurum ve gerekirse bunu kendi toplumuma rağmen bile savunmak durumundayım!

 

Ve söylüyorum: Her kim gaile etmişse bu derdi düşüncesine, bırakmamalıdır bu güzel yurdu kör cehaletin ve faşizmin ellerine…

 

Asıl mesele, hangi ideolojinin kıskacında olduğumuz değil, Afrika okuyup, okumamamız da değil, asıl mesele idrak etmemizdir; 22 Ocak 2018 olaylarında nasıl bir felaketin eşiğinden dönüldüğünü…

 

1993’te Sivas’ta “İşte bu cehennem ateşi!” diye bağıranlar, 2018’de Lefkoşa’da “Yakın gendilerini, yak hepsi gitsin!” diye haykırdılar. Aradan geçen 25 senede, ne öfkenin ve kör cehaletin zihinsel yetkinliği azalmıştı, ne de ağızlardan dökülen tekbirin sesleri…

 

Oysa bu insanlık ayıbını ülkeme ait olmamalarına rağmen, ülkemin tarihine yazanlar, bilmeliydiler, benim yurdumda insan canının paha biçilemez olduğunu; yani öyle olması gerektiğini, sahip olduğu düşünce yüzünden kimselerin linç edilmeyi, kurşunlanmayı ve yanmayı hak etmediğini, etmeyeceğini ve etmemesi gerektiğini…

 

Okurken bu satırları geçmiştir aklınızdan mutlaka…

 

Geçtiyse eğer, doğrudur, bu yurdun yollarında “insan”a yakışır bir biçimde seyahat edemediğimiz… Haklısınız, hastanelerinde bu yurdun “insan”a yakışır bir şekilde muamele göremediğimiz konusunda…Öyledir evet; cezaevleri bu yurdun “insan”lık ayıpları ile doludur… Evet farkındayım, “insan” gibi yaşam sürmenin zor olduğunu bu ülkede… Lakin daha da zorlaşmasın diye, sahip olduğumuz özgürlükleri korumak ve hatta alanlarını genişletmek zorundayız.

 

Zorundayız, eğer toplumumuzu bir avuç kısır ideolojinin ekseninde rehin bırakmak istemiyorsak… Eğer daha fazla esir olmak istemiyorsak, bu bir yerden gelmeyen, bir yerde olmayan ve bir yere gitmeyecek siyasi statüye, mecburuz en azından özgür ve özgün olmaya, özgürlüklerimize toz kondurmamaya…

 

***

 

Hani, kendinden oldukça emin ve net bir ton ile söylemişti ya son T.C. Başbakanı: Anne vatanda ne var ise, aynısı olacak yavrusunda…

 

Söylesinler ona:

Bu sefer annesi örnek olamadı yavru vatana…

Yavrusu örnek olsun anne vatana!

 

Afrika gazetesinin beraat etmesi Kıbrıslı Türkler için ifade ve basın özgürlüğü açısından bir kazanım mıdır?

 

Bilmiyorum; ama yine de, kağıtlarda kalem, tuvallerde fırça, sahnelerde piyes oynatanların yargılanmadığı, cezalandırılmadığı ve taşlanmadığı, güzel yurdumun, o özgür, ama gerçekten özgür geleceğinde bir gün, elbet bir gün görüşmek dileği ile…

 

Unutmayın bugün Afrika, yarın Yenidüzen, sonraki gün Tabella!

 

***

 

Yazımda, özlemi ve derdi çekilen bahse konu tüm özgürlükleri sadece güzel yurdum için değil, aynı zaman da özgürlük uğruna en büyük bedellerden birini ödemiş bir toplumu oluşturan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için de diliyorum…

 


 

Kaynakça

 

Fotoğraf: Senih Çavuşoğlu.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir