Vatandaşlık, yaşanılan devletin anayasasında vaat edilen haklardan yararlanmak için o ülkeye vatandaşlık bağı ile yurttaş olmaktır. Kişinin devlet ile arasındaki hukuki bağ ya da anlaşma denilebilir. Pasaport ve/veya kimlik kartı da vatandaşı olduğumuz ülkenin yetkili makamları tarafından seyahat amaçlı verilen ve kimlik saptaması amacıyla kullanılan belgelerdir.[1]
Çalışan, işleyen, mal ve mülk sahibi olan ya da kiralayan herkes hemen hemen her ülkede vergi ödemektedir. O ülkenin vatandaşı olsak da olmasak da. Hizmetlerinden yararlandığımız her şeyi ödemekle yükümlüyüz. Vergi, “kamu hizmetlerine harcanmak için hükûmetin, yerel yönetimlerin yasalara göre doğrudan doğruya veya bazı malların fiyatlarının üstüne koyarak dolaylı yoldan herkesten topladığı para” demektir.[1]
Mesela yol vergisi, araba vergisi; bunları her arabası olan ödüyor. Neden? Arabamızı devletin bize sunduğu yollarda kullanabilmemiz ve arabamızın aşındırdığı yolu devletin tamir edebilmesi için. Sonuç? Yollarda asfalttan çok çukur var. O çukurlara çiçek ekmek gibi eylemler yapıldı; bence çok komik, yerinde ve manidar olmuş.[2] Fakat yine de ya yollarımız yok ya da çukur dolu.
Aydınlatma vergisi. Sokaklarımız ışıl ışıl. Hatta güneş hiç batmıyor sanırsınız, o kadar aydınlık ki. Kaç kere gece karanlıkta önümüze kedi, köpek ya da insan atıldı, neredeyse “basılacaklardı”. Şoför dikkatli olmalı tabii ki ama, gece güvenlik yeleği ya da fosforlu bir renkle belirgenliği yoksa karşıdakini görmek çok zor. Geceleri o karanlıkta bazısı ayrıca yürümek zorunda kalıyor ki hiç de güvenilir değil. Temizlik vergisi de ödüyoruz ayrıca ki çalı çırpı kesilsin, sokaklar temizlensin. Sonuç mu? Eski bakan Serdar Denktaş görüş alanını kısıtlayan otları kendi kesti ki birinin canına mal olmasın. Ben çok takdir ediyorum açıkçası bu davranışı fakat, bir devlet adamı bile devlet çalışanına yaptırmayıp işi kendisi yapıyor ise bunun nedeni bence yapılmayacağını bildiğinden veya tahmin ettiğindendir. Veyahut akla şu soru geliyor: Neden o çalı çırpılar hiç kesilmemiş?
Pasaport, kimlik ya da ehliyet paralarına ne demeli? Yani vatandaşı, yurttaşı olduğumuz bir ülkenin kimliğini sadece ve sadece “bir” ülke tanıyor ve bu yüzden biz dünya kadar para vermek zorundayız. Evet, emeğin hakkı ödenmeli; devletin parası yoksa bu devlet nasıl çevrilecek tabii ki ama bu fiyatlar bana absürt geliyor. Bir de kimliği/pasaportu kaybettiğinizi düşünün: Cezası da ayrı. Bence e-evrak cinsinden pasaport, kimlik ve ehliyetler çıkmalı. Mesela İngiltere’de ehliyetin son kullanma tarihi yok. “QR” kod ya da “barkod” sistemli pasaportlar talep ediyorum ben. Ayrıca sayfalarca kitap basımına ne gerek var? Mührü basan da bizim muhaceret basmayan da. Diğer bütün ülkeler e-pasaport kullanıyor, “tarama” (scanning) metodu yani. Aynı biletimizi telefonumuza yüklediğimiz gibi pasaportun ve kimliğin de telefonumuzda olması bence herkes için daha kolay ve ekonomik. Bedava olmasın, ama bu kadar da pahalı olmasın. Bu bütün dünyada değişmesi gereken bir sistem.
Ayrıca ülkemizde muhtarlık seçimlerinden, belediye başkanlığı seçimlerinden tutun da milletvekilliği seçimlerine, her adayın öne sürdüğü propaganda şu şekilde oluyor: “Hastanelere düzenli sistem getireceğiz.”, “Yolları onaracağız.”, “Sokak aydınlatmalarını düzenleyip artıracağız.”, “Dairelere gitmenize gerek kalmayacak şekilde teknolojiler kuracağız.”
Bunlara benzer birçok söylem daha var ek olarak. Tabii ki yapsınlar; sonuçta reklam reklamdır. İcraata geçirilmesi gerekiyor bu söylemlerin düşük oranda olsa da ama, her söz tutulsun diye verilmiyor sanırım.
Benim aklımı kurcalayan esas mevzu; devletin ya da devlette çalışanların yaptığı işlemler ve/veya onardığı yollar, yeni hastahaneler, düzenlenen sistemler, ışıklandırmalar vs. gibi devletin ve devlet çalışanının yapmakla yükümlü olduğu asli görevlerdir. Halka lütuf olarak sunamazsınız bunları. Ben eğer kaymakamlığa gidiyorsam orada kimlik işlemimin yapılmasını beklerim, işlem yapmamak için çabalayanı değil; ya da yaptığı işlemi “Hade gene eyisin halleddim işini sana.” tavrında yapanı değil. Yapmakla yükümlü olduğumuz ve bu yüzden “ödendiğimiz” şeyleri yapmamız anormallik mi? Bir restorana gittiğimizde yemek siparişimiz geldiğinde garson ya da aşçı/şef bize “Hade gene eyisin sayemde aç kalmadın.” mı diyor? Hizmet bedelini ödediğimiz şeyleri almamız bir çeşit alışveriş, lütuf ya da iyilik değil ve olmamalı da.
O zaman git o her şeyin süper olduğunu söylediğin İngiltere’de kal dendiğini duyar gibiyim. Hayır efendim! Yanlış bir şeyi ya da doğru olmadığını düşündüğümüz şeyleri özgürce ifade etme ve düzeltmeyi talep etme hakkımız var. Bu ülkeyi “kabullenerek” ve “E KKTC’de böyledir gelme, gal oraşda.” diyerek aynı yerde saydırdık. Yeni nesle kızıyorsunuz ya “Bilmeden etmeden konuşuyorlar.” diye, ya da “Senelerdir böyle giden bir düzen var neyi değiştirecekler, değiştirebilecekler mi?” diye; inanın ki her şey düşünce yapısında başlıyor. Çünkü sizin artık görmeye alışıp gözünüze batmayan şeyler bizim gözümüze batıyor. Yenilikçi, sürdürülebilir ve işleyen bir yeni nesil var. Aynı zamanda çok da hevesli ve motivasyonu yüksek. Hevesimizi kırmadan ödediğimiz bedellerin gelirini istemek hakkımız. Kimse kimseye bedavaya araba dağıtmıyor ya da kimse almadığı arabayı ödemiyor sonuçta. Gereğinden fazla ödeme yapmamayı istemek hakkımız. Sessiz kalmaya alışmamalıyız.
Hep söylendiği gibi, “Susma, sustukça sıra sana gelecek”.
Referanslar
[1] Türk Dil Kurumu Sözlüğü, (2019). Türk Dil Kurumu.
[2] Haber Kıbrıs. (2019). Anayoldaki çukura çiçek ekti! Haber Kıbrıs.
Fotoğraf için tıklayınız.