Sicilya Notları (2): Yasemin Kokulu San Vito

Günün pazartesi mi, salı mı yoksa çarşamba mı olduğunu unuttuğum günün birindeydi yanılmıyorsam…

 

Tezim ile ilgili yapmam gerekenleri tamamlar tamamlamaz, gün batımı merasimini yakalamak telaşıyla kendimi sokağa attım. Cemile ve yasemin çiçeklerinin olduğu şirin evlerin ve denizden dönen insanların arasından hızlı adımlarla hedefime doğru gidiyordum ki bir an balkonda oturan teyzeler dikkatimi çekti. Çocukluğumdan bir zamanı hatırlatmışlardı sanki. Bu anı ölümsüzleştirmek için telefonumu açtım, fotoğrafı çektim ve hafif bir gülümsemeyle yoluma devam ettim. En nihayetinde deniz fenerinin ötesinde yer alan kayalık alana ulaştığımda, vaktinde varmış olmanın verdiği keyifle adımlarımı yavaşlatıp, oturacak uygun bir köşe bularak, gün batımını seyretmeye koyuldum.

 

Yaklaşık on beş dakika süren bu merasim, hem o gün neler olduğunu gözden geçirmemi hem de sahip olduklarım için şükretmemi sağlayan hoş bir Sicilya rutini oldu. Öyle adlandırıyorum, çünkü Sicilya’ya gelmeden önce bu kadar sık gün batımı izlediğimi hatırlamıyorum.

 

Gezginlerin durağı olan hostel hayatı âdeta bir romanın içinde yaşıyormuş gibi bir his veriyor bazen insana. Kimler gelmedi ki. Nenesi İzmirli Rum olan İsveçliden mi; Beyrutlu bir baba ve İtalyan bir annesi olup Venezuela’da doğup büyüyenden mi, yoksa İngilizce konuşmamasına rağmen, bana Napoli aksanlı İtalyanca öğretmeye çalışandan mı bahsetsem bilemiyorum. Sevdiği Kosovalı kadını görmek için 2000 yılında Kıbrıs’a gelen ancak yanlış bir planlama sonucu Larnaka Havaalanı’na inen İngiliz’i saymıyorum bile. Kapıların kapalı olduğu bir dönem olunca, Kuzey’e geçişi ayrı bir serüven hâline geliyor, doğal olarak.  Bunlara ek olarak, daha bir çok başka özgün karakterle ve farklı hikâyeyle karşılaşınca insan, ister istemez “Acaba bir romanın içinde miyiz?” diye sormadan edemiyor.

 

***

 

Birdenbire bu düşüncelerden sıyrılarak, gün batımının bitmek üzere olduğunu fark ediyorum. Gitme vakti gelmişti…

 

Hostele geri dönmeden önce bir şeyler atıştırmak istedim. Ana caddeden geçerken, birden falafel tabelası dikkatimi çekti. Hiç tereddüt etmeden girdim ve sipariş ettim. Gelen falafel çok da iyi olmasa da, kasada bir sürpriz bekliyordu beni.

 

Ödemeyi yaptıktan sonra, orada çalışanla biraz ayaküstü sohbet ettik. Tam giderken nerelisin diye sordu bana. Verdiğim cevap üzerine şaşırmıştı. Kuzey mi, Güney mi olarak geldi ikinci soru. Meğer bu arkadaş, Larnakalıymış. Hiç beklemediğim bir anda, Marios ile tanışmak beni şaşırtmıştı ve oldukça memnun etmişti. Son bir aydır buraya yerleştiğinden ve daha önce de dokuz sene İngiltere’de yaşadığından söz etti. Elbette, kaçınılmaz olarak laf Kıbrıs’a geldi. San Vito’nun ne kadar da çok güzel adamızı andırdığı konusunda hemfikir olduk. Dahası, Marios bir takım serzenişlerde de bulundu. Önce burasının, Kıbrıs’ın yirmi sene önceki hâli gibi olduğunu söyledi. Ardından da dedi ki: “Ancak bozuldu. Kıbrıs’ı bozduk, çünkü gelişim deyince bizde, herkes Dubai olmayı anlayıp onu istiyor. Özgünlüğümüzü korumanın derdinde olan yok…”

 

Sonuç Yerine

San Vito, Kıbrıs’ı andıran evleri, bulgura benzeyen geleneksel kuskus yemeği, güzel kumsalları ve hoş enerjisiyle gerçekten nevi şahsına münhasır bir yer.

 

Bu satırları yazarken gözüm takvime takılıyor. Bugün, tam yirmi beş gün olmuş geleli. Bir çırpıda zihnimi yokladığımda, kesinlikle tekrar ziyarete geleceğim düşüncesi ile karşılaşıyorum…

 

Bu arada, tezimi soracak olursanız o da iyi. Ana iskelet tamamlandı, geriye bir takım ufak düzenlemeler, stil ayarlamaları falan kaldı. İki haftalık bir sürem daha var. Yavaş yavaş onlar da tamamlanınca, yeni ufuklara doğru yelken açmanın vakti gelecek inşallah…

 

Sevgiyle kalın.

 


 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir