Seyahat Aşkım Devam Ediyor!

Aklımdaki ve de içimdeki keşfe, en gerekli olan seyahatle devam ettim. Hayatımın girişine, üzerinde “Gone crazy, will be back shortly.” (“Delirmeye gidiyor, kısa zamanda geri dönecek.”) yazan “tabella”mı astım ve kendimi Viyana’ya attım.

 

Viyana, Avusturya’nın başkenti ve en büyük şehridir. Yıllar boyu Habsburg Hanedanlığı’nın (Avrupa’nın birçok ülkesini bünyesinde barındıran ve yönetmiş olan bir hanedan) yerleşim yeri olmuştur. Bu süre boyunca da birçok ülkeden kültür kazanıp Avrupa’nın kültürel başkenti olmuştur. Çeşitli ve zengin mimarisiyle Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri olarak anılır.

 

Diğer bütün ülkeler ve şehirler için olduğu gibi Viyana için de “mutlaka gezilmesi gereken yerler” başlıklı listeleri internette bulmak mümkün. Ben size kendi usulümce deneyimimi ve yorumlarımı aktarmak isterim.

 

Benim en çok beğenimi ve ilgimi çeken, hatta ailemin de diyebilirim, trafik düzeni ve şehir planlama oldu. Sistematik bir ulaşım ağları var. Toplu taşımacılıktaki çeşitlilik ve seçenekler trafiğe olanak sağlamıyor. Mağusa’da daha çok trafik var diyebilirim. Sanırsınız ki şehir kalabalık değil, o derece! Yaşam alanlarına ve yaşam kalitesine olan önem göz ardı edilemeyecek şekilde ilgi çekiyor ve hayran bırakıyor.

 

Gezip görmeden, seçeneklerimizi bilmeden ne nasıl yaşayacağımıza ne de nerede yaşayacağımıza karar verebiliriz bence. Bu yüzden de yavaş yavaş seyahat etmezsek ölürüz. Biraz kendimi tekrar edeceğim ama olsun:

         “Yavaş yavaş ölürler; seyahat etmeyenler.” – Pablo Neruda

 

Nasıl ki ev bakarken ya da araba alırken ya da kıyafet seçerken bir dükkânla kısıtlı kalmıyoruz, hemen hemen çoğu çeşidi gözden geçiriyoruz, seyahatte beyin için öyle bir şey.

 

Viyana’nın benim için bir diğer albenisi ise kahve kültürleri oldu. Tam benim gibiler için, kahve ve sanat bir arada. Dar sokaklarda ya da sanat eserlerine karşı olan kafeler ve kahve yerleri mevcut. Biz Prückel kafesini ve daha birçoğunu ziyaret ettik ama bu kafe özel. Çünkü en az 100 yıllıkmış ve 1900’lü yılların başından itibaren işletiliyormuş. Müşterileri biraz kalburüstü ve yaşça büyükler diyebilirim.

 

Özellikle sanata, sanatçıya olan saygısı ve sevgisiyle anılan Viyana’da kafelerde eskiden ve hâlen daha, kahve için buluşup sanat tartışılıyor. Gittiğimiz kafelerin %90’ında gördüğüm durum içimi açtı diyebilirim. Herkesin elinde bir kitap, defter, dergi ya da gazete. İnsanlar okuyorlar ya da yazıyorlar, çiziyorlar! Tam benlik. Sanat âdeta içlerine işlemiş durumda.

 

Sigmund Freud, Stephan Zweig, Mozart, Beethoven, Schubert gibi artist, yazar ve sanatçılarla anılıyor Viyana. Ben biraz kendi ilgi alanıma giren ve müzesini de gezmiş olduğum Freud’den bahsetmek isterim. Freud psikanalizin kurucusu olan bir nörologdur. İnsanların bilinçdışı anlarındaki beyinsel fonksiyonlarını araştırmış ve bilinçdışı arzular üzerinde durmuştur. Histeri hastalığı üzerinde çalışmalar yapmış ve bu hastalığı hipnozla, yani hastayı bilinçdışındayken yöneterek ve yönlendirerek araştırmalarını ileriye taşımış ve sonuçlar almıştır. Hipnozu bir çeşit duygusal temizlenme ve açılma yöntemi olarak kullanmıştır. Histeri hastalığının kişinin yaşamış olduğu bir travmaya ve/veya kişinin yetersiz miktarda duygu boşaltımı yapmasından kaynaklandığını düşünmüş ve savunmuştur.

 

Freud psikanaliz ile, rüyalar, dilekler, fantaziler, parapakslar (içsel düşüncelerden ve bilinçaltındaki isteklerden ötürü yaptığımız fiziki hatalar) ve hatılaraları sorgulayan bir bilim yaratmıştır.

 

Daha önce de söylediğim gibi Freud Müzesi’ni gezme şansım oldu. Fakat orijinal müze tadilatta olduğundan sadece geçicisini gezebildim maalesef. Esas müzede Freud’ün ofisi de bulunmaktaymış. Freud’ün ofisi öyle bir dizayn edilmiş ki seansa gelen kişinin ve seanstan çıkan kişinin karşılaşma olasılığı yok. Gelen kişi bekleme odasında tekmiş ve seanstan çıkansa çıkışı başka bir kapıdan küçük bir hole yapıyormuş. Yani tamamen gizlilik ve saygı mevcut. Hiçbir danışan ya da hasta karşılaşmıyor, karşılaşamıyor.

 

Yine bir şehri yürüyerek, dolayısıyla da yanımdakileri biraz perişan ederek gezdik demem yerinde olur bence. Bu sefer 20.000 adımı aşmadık ama yine de kararında oldu diyebilirim. Tatile ailecek çıkmış olduğumuzdan ve anneannemde bizle olduğundan genellikle toplu taşıma kullanmaya özen gösterdik. Yine de fazlaca yormuşumdur kendisini, fakat yine zengin döndük.

 

Bu tatilimizde şanslıyız ki eski eserlerin üzerine oturup fotoğraf çekinebildik. İzin vardı diye yorumlayabilirim bu durumu çünkü kızan olmadı ve yine “tabella” yoktu. Ama suyunu çıkartmadık değil. Son aslanın tepesine çıkmayabilirdim yani.

 

Bol miktarda bahçesi ve parkı bulunan bir şehir Viyana ayrıca. Aslında her türlü zevke hitap ediyor. Bolca yeşil ve bolca çiçekli bu alanlar dolayısıyla albenisi yüksek ve nefes aralıkları için oldukça ideal. Yerlisinden öğrendiğime göre çeşme suları Alp Dağlarından geliyormuş bu yüzden de Avrupa’nın en temiz suyu bizde diyorlar. Cidden de içerken hiç sorun yaşamadım.

 

O kadar çok tarihî eser var ki şehir merkezi diye bir bölgeyi adlandırmak zor. Yunan mimarisinden tutun da, postmodern mimarisinin en yetkin örneklerine, ünlü mimar Gaudi’nin eserlerine ev sahipliği yapmış oldukça zengin bir şehir. En başta bahsettiğim gibi şehir planlama mükemmel. Binalar öyle bir senkronize edilmiş ki, inanılmaz. Çoğu yeri kolaylıkla bulmak mümkün. Her bina birbirine benzese de her birinin desenleri, dizaynı farklı ve farklı zamanlardan geliyor. Aynı bina içinde tek bir cam/panjur farklı olamıyor çünkü düzeni ve görüntüyü bozabilir, kuralları böyle.

 

Viyana’daki tek sıkıntımız sanırım marketlerin çok erken vakitte kapatıyor oluşu idi. Saat, akşamüzeri, 7-8 civarında kapanıyorlar. Günün geç kararması ve gezmekten eve geç gelinmesi sebebiyle ev alışverişimiz ve taşıma yükü açısından biraz sıkıntıya uğradık.

 

Yine, yeniden söylüyorum, kendimizi geliştirmek için, ileriye gidebilmek için ve nefes alabilmek var olmak için bolca seyahat! Ben ne zaman elime ufak bir miktar para ya da zaman geçse hemen bu getirileri seyahate yatırıyorum. Sonunda daha zengin olduğum bir yatırım. Boşa giden olmadı henüz.

 

İçimdeki “beni” bulana ve kendimdeki gizemi çözene kadar zevkle bu yolda yürüyecek ve gezeceğim, umarım erken bir sonuca varmam ve yolum uzun sürer çünkü daha gezilecek çok yer var. En büyük ve en güzel gizemler en beklenmedik anlarda ve yerlerde saklı ve karşımıza çıkıyor ya da açığa kavuşuyor.

 

Seyahat ederek ayrıca insan biraz da dışarıdan bakmayı öğreniyor. Hem farklı hayatlar hem farklı yaşam tarzlarıyla bize yeni bakış açıları katıyor. Hem bir nefes hem de daha büyük bir kargaşa.

 

Durgun, stabil ve yerleşik bir hayat yaşamaktan korkuyorum açıkçası. Her zaman daha fazlasını yapmak ve görmek istiyorum. Kendimi daha iyi biri yapmak istiyorum. Aynı gezginler gibi. Bu yüzden seyahat ediyor ve daha da fazla seyahat etmek istiyorum.

 


 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir