De Facto İhanet

Geçtiğimiz hafta yurdumun o güzel ve uzak köşesinden ithamkâr bir ses yükseldi…

 

Bir takım elbisenin içinden yükselen o ses, ihanetten bahsetti bana, sana ve hepimize…

 

Acı, kan ve gözyaşının olmadığı, çocukların bombalara basıp da parçalanmadığı bir ülke istiyorsam eğer, gaflet ve ihanet içindeymişim, içindeymişiz ve içindelermiş…

 

O suçlayıcı ve had bildirici tavır, var gücü ile yüklendi yine omuzlarıma, aynı tavır, aynı zan;  tanıyorum ben bu küstahlığı, maaş krizinden, “besleme” hakaretinden, 22 Ocak olaylarından ve Afrika davasından. Bu kez ses farklı bir takım elbiseden çıkmış olabilir, ama yükselen yankı, işte o her zaman aynı!

 

Bahse konu takım elbise, yabancı bir devletin, yani en azından öyle olması gereken bir devletin Dışişleri Bakanı olarak “yabancı devlet yetkilisi” sıfatı ile bulunuyordu yurdumuzda. Ziyareti sırasında, toplumumuza hakaret niteliğindeki sözlerini sarf etmek üzere Yeni Erenköy’e götürüldü takım elbise, ve oradan haddimizi bildirdi: “Kıbrıs’ta, özellikle Kuzey’de, her kim garantörlüğün modası geçmiş diyorsa, bilin ki gaflet ve ihanet içindedir…” dedi ve raconu kesti!

 

Üstüne bir de ekledi “Maalesef böyle tipleri görmekten üzüntü duyuyorum…” diye!

 

Öncelikle “yabancı devlet yetkilisi” sıfatı ile yurdumuza ziyarette bulunan bir bakanın toplumumuzun önemli bir kesimini zan altında bırakacak ifadelerde bulunması nasıl kabul edilebilir?

 

Farklı bir ülkenin bakanı, yasal olarak hiçbir şekilde temsil etmediği Kıbrıs Türk toplumunun varlığına ve iradesine katıksız bir şekilde hakarette ve suçlamada bulunuyor ve daha da önemlisi bunu kendine hak görüyor, görebiliyor…

 

Peki ya bu diplomatik rezalete “devletlilerimiz” nasıl sessiz kalabiliyor?

 

Yoksa bu hakaretleri biz Kıbrıslı Türklere reva mı görüyorlar?

 

Bu nasıl bir sessizlik?

 

Gerçekten, toplum olarak sessizliğe mi gömüldük, yoksa açıkça susturulduk mu?

 

Sormak zorundayım, yalnız ben değil, siz de sormak zorundasınız!

 

Biz sindirildik mi?

 

Üzerimizdeki bu ölü toprağının adı neydi?

 

Kaç dolu kürek sonra aydınlığa çıkar yüzümüz, o batıya dönük aydınlık yüzümüz?

 

Biliyorum, her sessizlik, sessizlik değildir, bazı sessizlikler susturulmuşluktur…

 

Tüm bu sakıncalı soruları sormak zorundayım, çünkü bu düzenin “devletlileri” tarafından sakıncalı ilan edilmiş birkaç sendika, yayın kuruluşu, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu haricinde bize vurulan bu hainlik ve ihanet yaftasını kınayan kimse olmadı…

 

Biz Kıbrıslı Türkleri temsil ettiğini zannedenler, evet onlar, ne kadar iğrenç susuyorlar değil mi?

 

Maalesef, bu durum bize içinde var olmaya çalıştığımız bu düzen ile ilgili çok şey anlatıyor…

 

Aslında, bu olanlara neden tepki gösterdiğimi ben de bilmiyorum, ne de olsa tüm bu hakaretler ve dış müdahaleler ülkemizin siyasi tarihinin bir parçası hâline gelmiştir. Belirli zaman aralıkları ile yaşadığımız coğrafyada oluşan stratejik ve jeopolitik konjonktüre göre toplum olarak bazen baskılanıp, bazen de yüceltilebiliyoruz.

 

Oysa biz bu toprağın çocuklarıyız, düşündüklerimiz bu toprağın doğurduklarıdır. İşte tam da bu sebepten, bu toprağın ürettiği hiçbir düşünsel materyal, herhangi bir yerli ve yabancı makam tarafından ihanetle itham edilemez.

 

İhanetmiş!

 

Biz bu toprağın bizzat kendisiyiz, ne ihaneti!

 

Onca mayının ve cephanenin gömülü olduğu, bazen patladığı, bazen de patlamadığı toprak, işte o benim!

 

Sarı ile maviyi ayıran o dağlar patladığı zaman savrulan toprak, işte o benim!

 

Batıya dönük aydınlık yüzümün çevrilmeye çalışıldığı Orta Doğu’dan kopup gelen o füze benim bağrıma saplandı! Kimse ölmedi diye sevinenler oldu vaktiyle, oysa o füzenin toprağa vurduğu an, öldüm ben, senin gibi öldüm, geriye kalan herkes gibi öldüm…

 

Savaşın en acı çığlığı eşlik etti bana ölürken, o güzel denizin bir başka kıyısında oyunu yarım kalan çocukların sesleri eşliğinde, bir gece vakti, yandım ve söndüm.

 

Üzerine bastığı bombanın dehşeti ile parçalanan o küçük beden, işte o da benim!

 

İhanetmiş!

 

Hangi vatana ihanet ediyormuşum?

 

Eğer bu ülkeye, bu toprağa bir ihanet yapılıyorsa, o da ağa gibi gelip, iki beylik laf edip, bu toplumu ihanetle suçlayan takım elbiselere engel olamayan sistem ve o sistemin bekçileri tarafından yapılmaktadır!

 

İhanetmiş!

 

Bir eylemin, ihanet olarak değerlendirilebilmesi için bir şahsa, bir kuruma veya bir devlete karşı işlenmiş olması gerekir. Oysa bu toplumun bir üyesi olarak ben, bu simülasyonda ihanete değer ne bir şahıs, ne bir kurum ne de bir devlet görmüyorum.

 

İhanetmiş!

 

Toplum olarak, bu ülkede insan gibi yaşam sürmenin ne kadar mümkün olduğunun farkında mıyız acaba, yoksa bağlı olduğumuz, varlığımızı ve suni özgürlüğümüzü borçlu olduğumuz soyut mekanizmalara mı güveniyoruz? Acaba onlara mı ihanet ediyoruz?

 

Peki, bizim çocuklarımız da güvenebilecek mi o mekanizmaya?

 

İnsan haklarının geçersiz sayıldığı, müvekkillerin avukatlarının gözü önünde tokatlandığı bir ülke burası; gözaltında, yani devletin sorumluluğu altında bulunan bireylerin dövülmeden önce sağlık raporundan geçirildiği bir toprak parçası!

 

Bu toprağın âdeta kaderi hâline gelmiş bu düzensizlik ve özensizlik yüzünden dünyanın farklı köşelerine savrulmuş bir avuçluk bir toplumun üyeleriyiz biz, nesillerdir durdurulamayan bu terk etme ve iltica dalgası, kendini bulma çabası…

 

Söyleyin bana, bu toprağa bundan daha büyük bir ihanet olabilir mi?

 

Henüz kendi insanının güvenini, kendi gençliğinin umudunu bile kazanamamış bir düzene nasıl ihanet edilebilir?

 

Ömrünü bir kere geçirmek üzere dünyada varlık bulduğu bu coğrafyada, güvenli ve özgür bir yaşam dileği ve mücadelesi, ihanet değil, olsa olsa en kutsal insani ve vatani görev sayılır.

 

 

Hissediyorum, direnecek gücü kalmadı artık toprağın, onun bile hükmü var üzerimizde, mahcuptur belki bize, bizim ona olduğumuz kadar belki de…

 

Onun da kurtulası var belli ki, bir şeylerden, o şeylerden, aynı şeylerden…

 

***

 

Ve unutmayın: Bu diyarda ihanetten bahsedilecekse eğer, takım elbiselerden evvel söz alacak yüz binler var!

 

Bu diyarda bir ihanet, bir hain aranacaksa eğer, itham etmeden önce herkes kendi niyetine baksın, bu toplum için neler dilediğine ve bu toplumu neye layık gördüğüne baksın…

 

Gaflet içinde ise bu toprakta birileri, sayın takım elbise…

 

O gaflet içinde olanlar, bu düzendeki “devletlilerin” ta kendisidir!

 

İhanet var ise bu toprakta sayın takım elbise…

 

O ihanet “kurulu düzen”in ta kendisidir!

 

Unutma sayın takım elbise:

Bu toprakta tek ihanet, her birimizin içinde barındırdığı ve gizlice beslendiği “statüko”nun ta kendisidir!

 


 

Kaynakça

News Ankara. (2019). “Gazimağusa’da başkonsolosluk açıyoruz”, YouTube.

Tuğyan, T. (2019). “Sistemin Hissedarları ve Korku”, Yenidüzen.

Yıkıcı, H. (2019). “Ne iğrenç susuyorsunuz”, Gazeddakıbrıs.

Görsel: Senih Çavuşoğlu.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir