Duygularınızın kontrolü eline aldığı, aklın meçhule karıştığı bir dönemde, içinizden haykırmak gelirken kendi sessizliğinizde boğuluyorsanız, belki de yazışmak kısa da olsa bir kaçış yoludur.
Peki nereden başlamalı? Bana sorarsanız ilk önce zamanla bir yüzleşmeli insan. Hızla akıp giden, duyguların büyüsünü bozan, akışıyla bencil bir dünyanın zeminini hazırlayan şu zamana bir dur demeli. Kundera’nın dediğini hatırlayarak başlayabiliriz mesela:
“Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır” demişti. Yavaşladıkça anıları anımsayacak, kayıp duyguların farkına varacak ve konuşabilmek için aradığımız cesarete bir adım daha yaklaşmış olacağız. Konuşmak derken de bir ciddiyetle söylüyorum bunu, çünkü “konuşmak zaman doldurmak değildir, tersine zamanı konuşma düzenler, zamanı yöneten konuşmadır ve uyulması gereken yasaları o koyar”.[1]
En olağanüstü duygu, günümüz dünyasında çıkarın, tek biçimliliğin, aynılığın ve güvenliğin tehdidi altındayken “Hangi duygudan başlamalı?” diye sormak dahi istemiyorum. Cevap çok net… Aşk!
Sahi neydi aşk? “Aşk sigortası” söz dizisini kullanarak hem hâkim ideolojiyle hem de güvenli bir liman arayışı ile dalga geçen Badiou’dan esinlenerek söylersem eğer “Aşk risk almaktır.”. Farkı, rastlantıyı, serüveni icat eden inatçı bir risk. Rastlantıyı ise bir olasılıktan çok bir olanaksızlık olarak görmekte fayda var. Aşkın başlangıcı bu olanaksızlığın aşılmasıdır ve yaşanacağı sahne ise “ikinin sahnesidir”.[2]
İkinin sahnesinde alınan risk ile ilgili ise Hoca’nın uyarısına kulak vermek gerekiyor:
“‘Aşk risk almaktır’ tezinin en büyük tehlikesi, risk alarak teslim olmanın aşık olunana teslim olmak şeklinde algılanma ihtimalidir. Teslim olunacak olan aşık olunan değil bizatihi aşktır. Çünkü aşık olunan teslim olmak sahneyi ‘bir’e terk etmektir”.[3]
Doğruluğundan en ufak bir kuşkum olmasa da, bu uyarıya kulak verip de buna göre davranmak pek de öyle kolay olmuyor. Yılgınlık kol gezerken etrafımızda, özne olarak bir inatla “ötekinin varlığına” erişme arzusuyla, kendimizi bütünüyle ona bırakacağımız anı beklerken en büyük tehlikenin uzun zamandır “düşlerimizi altüst eden gece kuşu”[4] oluşu tam anlamıyla acı gerçekle yüzleşmektir.
Ne olursa olsun sahneyi “bir”e terk etmemek lazım. Gerekirse Ulus Baker’in “Kumgüzeli”[5] adlı muhteşem yazısında yaptığı gibi “En elde edilmemiş şiirdin sen. Kuşluk vakti yazılanlardan…” diye başlayıp, “Cazgırlık etmem… Gönlünde yokum… Aşkımız, yok! Gerçekten… Güzeldin…” diye bitirip ikinin sahnesini kurmak için inatla ve sabırla bekleyebilmeliyiz.
Mutsuz ve hüzünlü sonları sevmem. Etrafımda kol gezen yılgınlıktan ise hiç hoşnut değilim. Turgut Uyar’ın dizeleri ile bitirmek istiyorum o yüzden:[6]
“Bir sargın umut yakaladım onu kuşandım
Serin mavi bir gökyüzü buldum onu kuşandım
Denize doğru sokaklar gördüm onları da kuşandım
Üstlerine üstlük seni kuşandım
Tedirgindim namussuzdum deli deliydim
Uslandım.”
Kaynakça
[1] Kundera, Milan. (2017). Yavaşlık, çev. Özdemir İnce. İstanbul: Can Yayınları, s.31,36.
Başlık, [2] Badiou Alain-Truong Nicolas. (2017). Aşka Övgü, çev. Orçun Türkay. İstanbul: Can Yayınları, s.15-16,24,32,56,64.
[3] Erhürman, Tufan. (2014). Kıbrıslı Türklerin Halleri 2, Lefkoşa: Işık Kitabevi Yayınları, s.210.
[4] Kundera, Milan. Yavaşlık, s.39.
[5] Baker, Ulus. (n.d.). Kumgüzeli, Körotonomedya.
[6] Uyar, Turgut. (2011). Büyük Saat. İstanbul: YKY Yayınları, s.124.