Gelmiş olduğum yola yaklaşık olarak “4500 kilometrelik yol” diyebiliriz. Ben öyle sayıyorum, kimse de yanlışsa kusuruma bakmasın. Yolculuğum 12 saat 26 dakika sürdü, esasen 22 sene. Hatta doğrusunu bilmek isterseniz doğumumdan 18 sene 1 ay ve 9 gün sonra yolum düştü buraya. 22 sene sonra, 4 sene önce üniversiteye başlamış olduğum yerdeyim; yüksek lisans yapacakmışım.
Kendi ayaklarım üstünde durmam 21 senemi aldı diyebiliriz, büyük kadın olduk ya hani elimiz ekmek falan tuttu o mesele. Ne de olsa küçük bir şehrin büyük insanı iken, artık okyanustaki balık bile sayılmam, âdeta Kayıp Balık Nemo’yum daha çok.
Çırpınıyorum…
Elim ekmek tuttu ya ondan da sıkılmam bir senemi aldı.
Stabilize olmak batıyor âdeta bana. Bir yerde kalmak, sabitlenmek.
Yeni bir yola baş koydum tabii, ama bir şeyler eksik yine de… Öyle hissediyorum. Arıyorum arıyorum, bulamıyorum.
Onca yıl hep sonsuzluğu, özgürlüğü ve yalnızlığı aradım. Şimdi oradayım ama bir şeyler eksik. Yolda derin bir siyah içinde kaybolmuş gibiyim.
Fiziksel olarak burada olsam da kendim başka yerde sanki. Bu denli yozlaşmak, benliğimi kaybetmek… Bence kahpe dünyanın bir oyunu olabilir bu hepimize.
Durup “tabella” aramaktan, yol aramaktan vazgeçmeli miyim diye içimden geçirmiyor değilim. Hep bir neden, sebep kovalıyorum. Kendimi bir salsam, rahat bıraksam huzura erecekmişim gibi sanki.
Olsun kusursuz olmak gibi bir derdim yok nasılsa, sadece bir kanat takıp uçmak istiyorum. Hep hareket hâlinde olmak… Belki de hiperaktifimdir. Sanmıyorum. Çok uyuzum hiperaktif olmak için, ama beynim, fikirlerim olabilir.
Sonbaharı sever misiniz? Havasıyla, kokusuyla, hissettirdikleriyle hep değişik bir mevsim kendisi. Bir güneş açıp, bir yağmur yağıyor. Dengesiz. Duygu durumumuzu en çok karıştıran mevsim bence. Her zaman melankolik olan bir mevsim fakat bir o kadar da umut taşır. Dönem başlangıçlarıyla geçmiş olan çoğu sonbaharlarımız hep hedefler zinciri barındırır.
Aynen öyle bir gün. Ne hissedeceğimi bilmediğim, bilemediğim. Sıradan ya da belirgin bir sebep, düşüncem olmadan zihnim karışık.
Evim ana yol üstünde ve içimden geçen şu: Bütün o trafik kargaşasının içinde caddenin ortasında durmak. Hiçbir şey duymadan, söylemeden ve düşünmeden. Ne zaman zaten söyleyerek kendimi anlatmayı becerdim o da kuşkulu. Biraz durmak istiyorum son zamanlarda; hayatımda hiç istemediğim kadar.
Yine bir hengâmedeyim, yine ruhum rengini değiştiriyor. Bukalemun olmak kolay değil.
Hah! Buldum ne eksik işte: Yollar eksik, seçenekler eksik. Belki de önümde tek yön olması beni daha da karıştırıyor; fazla yön olunca merak, heyecan, keşfetme arzusu ya da belkiler sarıyor etrafımı, âdeta bir Sherlock Holmes gibi… Ama şu anda duygular eksik. Hiç macerası yok sanki.
Çukur dizisinden bir alıntı yapacak olursam: “Bu hayatın heyecanı meyecanı yok!”
Asıl karmaşıklık, karmaşıklığın bittiği yerde başlar.
Kısaca bir şeyler eksik hissetsem de, hüzünlü olsam da gene de hayatımın yeni dönemine başlayacağım için umutluyum. Heyecan mı? Biraz heyecanlıyım da tabii. Sonuçta okula ve geri sabah uykularıma geri dönüyorum.
Yaşı büyüdükçe nasıl oturaklı oluyor bu insanlar acaba? Bende öyle bir heves yok. Elbette ki kargaşa bulacağım; hiç olmadı yaratacağım.