İçindeki Ateş

Yaşamanın tanımını sorsalar bana ölmek derim. Hayat her ne kadar bitmeyen bir yol gibi gözükse de, sanki önümüzde fethedilecek bedenler, ülkeler, anlar ve yarınlar var gibi gelse de, fark etmez.

 

Hayat bir yanılsamadır ve sonu elbet toprakla birleşmemizdir.

 

Eğer şiirsel olarak ifade edilirse ölüm, bedenin toprakla öpüşmesidir. Hayatla ettiğimiz tutkulu dans sona erer ve geriye kendimizi toprağın o kucaklayıcı kollarına bırakmak kalır. Tabii bunu genç yaşta ölenler için söylüyorum yoksa yaşlılar çoktan dansı bırakmış ve bir köşede kapıldıkları karşı konulmaz müziğin ve ritmin etkisiyle hangi dansları yaptıklarını, neden yaptıklarını ve bu tarz şeyleri düşünüyorlar.

 

Peki hayat nedir? Bana göre, Âşık’ın şarkısında bahsettiği uzun ince bir yoldur hayat.[1]

 

Hayat bir yol ise “uzun ince” doğumla ölüm arası oraya kaç anı sığar?

 

İnsan durmadan koşarken kaç kez durur da geriye bakar? Kaç yıl, kaç gün, kaç saat geçti doğumdan bugüne ve geçmeye de devam edecek. Geriye bak bir mesela ortaokula, liseye ve yaşın yetiyorsa üniversiteye. Hatırlıyor musun o geçen günleri? Kaç insan, kaç anı, kaç mutluluk ve mutsuzluk biriktirdin sor kendine. İnsan unutur ama insan hatırlamalıdır.

 

Bize yıllarca bu yüzden tarih okutmadılar mı? Bütün amaç geçmiş hatalardan ders almaktı. Okudukların savaştı, devletti ve cehaletti. Belki ne ders çıkarman gerektiğini bile bilmiyordun. Ama şunu bil en önemli tarih senin tarihindir. En önemli iş kendi gelişimini izlemektir yüzden in zihninin derinlerine ve hatırla.

 

Kapat gözlerini ve geçmişi hatırla doğrularını, yanlışlarını ve içinde kalanları. Doğru yaşamak için o anılardan daha iyi rehber bulamazsın. Ne demiş şair:

“Çünkü kim olduğunu bilmeden,

Bilemezsin nereden ve nasıl gideceğini.”[2]

 

O yüzden bir gün ölüm gelip çalmadan kapını kim olduğunu ve ne istediğini bulmalısın. Eğer cesurca yaşayıp inandıkların için mücadele edeceksen, bunu kim olduğunu bilen ve ruhunda yanan ateşi tanıyan biri olarak yapmalısın. Ve bunu ancak yaptıklarını analiz ederek elde edebilirsin. Onun içinse geçmişe yolculuk etmen gerekiyor.

 

Geçmiş dediğimiz bazen pişmanlıkla, bazen özlemle ve bazen de gururla anılan anlardır. Peki sen neleri doğru ve yanlışlar yaptın hatırlamaya çalış. Mesela nasıl bir öğrenciydin? Ödevleri yapan, hocasını dinleyen ve çalışkan bir çocuk muydun? Yoksa genel olarak hiç ders çalışmayan, ödev yapmayan ve hocasını dinlemeyen bir genç miydin? Eğer burada verilen tembel öğrenci tanımına giriyorsan senin önem verdiğin şey derslerin değildi. Demek ki senin ilgini çeken başka bir şey vardı. Bu da muhtemelen spor veya sanattır, belki de her ikisidir. O zaman sen ağır hesapların, uzun mesailerin veya yıllar sürecek eğitimlerin insanı değilsin, en azından derslerde gördüğün konular için değilsin.

 

Tabii yalnız derslerle geçmişteki seni hatırlayamazsın. O yüzden daha detaylı şeyler düşünmelisin; örneğin dinlediğin müzikler. Müzik insanın hislerinin sözlü ve ritmik aktarımı olduğuna göre, dinlediğin müzikler genel his durumunu ve en çok hangi hislere yakın/yatkın olduğunu gösterecektir. Mesela benim müzik listem hüzünlü şarkılardan, millî marşlardan, hareketli parçalardan ve sözsüz müziklerden oluşur. En çok millî marşları ve hüzünlü şarkıları dinlerim bu da demek oluyor ki beni, ülkem ve milletim ilgili olan şeyler ve insana acı veren olaylar etkiliyor.

 

Peki ya kitaplar? Okuduğumuz kitaplar düşünce dünyamızı ve hayata bakış açımızı önemli ölçüde etkiler. Kitap zihnin karanlığını aydınlatan ışıktır. O yüzdendir ki ne okuduğumuz çok ciddi bir meseledir. Benim okuduğum kitaplar genelde şiir, roman, iletişim ve psikoloji kitaplarıdır. Şiir yazmayı da okumayı da severim çünkü duygularımı ifade etmeme ve onların bende yarattığı sıkıntıları bir yere yöneltip rahatlamama olanak sağlar. Romanları severim çünkü bana hayatı, insanları anlatırken bir yandan da gerçek dünyadan uzaklaşmamı sağlar. İletişim ve psikoloji kitapları ise bana insanın doğasını ve iletişim kurarken dikkate almam gereken koşulları, olayları ve kullanmam gereken yöntemleri anlatır. Bu kitaplar aynı zamanda kendimizi tanımamız içinde çok yararlıdır.

 

Bu da demektir ki ben ülkesi ve millet konusunda hassas, duygusal olarak hüzünlü tarafı daha ağır basan, hissetiklerini okuduğu şiirlerde bulan ve yazarak da içindekileri dışarı aktaran, romanlar okuyarak hem hayatı öğrenmeye hem de çevresinde bulamadıklarını okuduklarında bulmaya çalışan biriyim. Psikoloji ve iletişimle ilgili okumalarım yapmamın nedeni hem kendimi hem insanı tanımak ve hissettiklerimi daha iyi aktarabilmek içindir. Bu da demek oluyor ki meraklı ve öğrenmeye açık biriyim ve bunun yanında doğru anlaşılmayı mühim görüyorum. Burada yaptığım analiz gibi siz de nasıl biri olduğunuz hakkında çıkarımlar yapabilirsiniz.

 

Geçmişte yaptığımız doğru ve yanlışlara gelirsek bu kişinin değerlendirmesine bağlı bir konudur. Bu konuda şu doğrudur bu yanlıştır dememin bir önemi yok. Bunu siz kendi hayatınızda yaptığınız şeyleri düşünüp değerlendirmelisiniz. Benim doğrularım benim doğrularım, sizin doğrularınız sizin doğrularınızdır. Yalnız şunu diyebilirim, geçmişle yüzleşirken kullanacağınız en önemli şeyler vicdan ve adaletinizdir. Size verebileceğim tavsiye kendinizi değerlendirirken bütün toplumsal baskıları unutun, sadece vicdan ve adalet kalsın. Onlar size doğru yolu gösterecektir. Ölümlü şu dünyayı başkalarının istek ve amaçları için geçirmek insanın kendine yapacağın en büyük kötülük olur. O yüzden içinizdeki ateşi arayıp ona sarılmanızı tavsiye ederim.

 

Kendi benliğini bulmak ve içinizdeki ateşe sarılmak kıymetlidir. Peki neden kıymetlidir? Çünkü yalnız bu şekilde kendi kendinizi yönetebilirsiniz. Peki kendi kendimi yönetince neler yapabileceğim derseniz cevabı Platon’a atfedilen şu söz versin:

“Kendini yönetirsen, dünyayı yönetecek gücü bulabilirsin.”

 


 

Referanslar:

[1] Âşık Veysel, Uzun İnce Bir Yoldayım.

[2] Adnan Öznahit, Kaçış, s.56.

 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir