Adamızda vatanseverlik duygusu yerleşmemiştir.
Bir kesim ülkesinin toplumsal kurtuluşunu AB şemsiyesi altına girmeye bağlarken, bir başka kesim bunu Türkiye’nin şemsiyesi altına girmeye bağlamaktadır.
En az konuşulan toplumsal kurtuluş yolu ise KKTC gerçeğidir.
İster kabullenelim, ister tanınalım veya tanınmayalım, Kıbrıs Türkü’nün evim diyebileceği tek yer bu devletin toprakları veya belki de bu geçici topraklarıdır, toprak el değiştirebilir, sonuçta müzakere masasında değişken bir unsur olduğu aşikârdır.
Değişmeyecek tek gerçek ise Kıbrıs Türk halkının kendi kendini yönetme isteğidir.
Bu gerçek her gün kendini daha fazla belirgin etse de halkımın bu isteğinin önündeki en büyük engel ne çözümsüzlük ne de başka bir unsurdur, sadece kendisidir.
Kıbrıs Türk halkının toplumsal kurtuluşunun önündeki en büyük engel bireysel kurtuluş aşkıdır!
Toplumsal kurtuluş bireysel kurtuluş demek değildir, bu aşkın büyümesinde halkımızın tek başına suçlu olduğunu da düşünmüyorum.
Aklıselim her “rasyonel” yani “bencil” insan bireysel kurtuluşunu düşünür, klasik ekonomideki en temel konseptlerden birisi bireysel kurtuluşların genele mukabil verimliliğin büyümeyi doğurup toplumsal kurtuluşa hizmet edeceği anlatılır.
Bu görüşe katılır veya katılmazsınız, en temel formunda olmasa bile bireysel kurtuluş isteğinin takas ve meslek edinme isteğinde somutlaştığını gözlemlemek çok da zor olmasa gerek.
Peki kurumları işlevsel olmayan bu topraklarda bireysel kurtuluş kendini nasıl göstermektedir?
Sorumluluk almama, ötekileştirme, inkâr ve kaçış, kurumlarımızın içinde yozlaşma, kayırma, torpil…
Daha fazla ne kelimeler sıralanabilir bir düşünsenize?
Bu kelimeleri sıralamak bu gerçekleri değiştirecek mi?
Kaç insan bu gerçekleri sıraladı? 50 senede KKTC devletinin ve halkının nasıl refaha ulaşacağı hakkında yüzlerce rapor yazılmıştır, aslında bu ülkenin ve devletinin nasıl fonksiyonel olacağı çok iyi bilinmektedir!
Peki bu çok iyi biliniyorsa neden uygulanmıyor?
Çünkü bunu uygulayabilecek en becerikli ve tarihin zincirleri tarafından aynılaşmamış kesim bireysel kurtuluşunu toplumsal kurtuluşun önüne koymaktadır, bu kesim bunu bilinçli yapmamaktadır, Batı dünyasının bütün bilgeliği ve sosyal kültür sanatını tatmış bu kesim kurumsal işlevselliği olan ülkelerde inci değerindedir.
Kurumlarımızın işlevsel olması için tanımladığımız kaçış paradigmasının yeniden tanımlandırmamız gerekmektedir, aynılaşmanın tehdidi altında olan gençliğin vatanseverlik duygusunu kendinde bulması gerekmektedir.
Vatanseverlik normalde doğduğu günden itibaren yaşadığı topraklar tarafından insanın kendine otomatik olarak aşılanan bir duygudur, öz biçimdir…
Güzelim topraklarım susuz kalmış, kendine yetemezken bu duyguyu bize aşılamakta zorlanmıştır.
Kıbrıs Türk gencinin ödevi ise sulanmamış topraklar arasında sıkışmış bir tohumken o topraklara rağmen filizlenebilmektir!
Toplumsal kurtuluş işte bu toplumsal özveri ile gelecektir.
İnsanın vatanını sevmesi, onun ayakta kalması ve geleceğe sahip olması için elinden geleni yapması demektir…
Gençlik olarak bize düşen bu ödevi görmektir!
Bu nesiller arasında gerçekleşen bayrak yarışında bizim neslimize düşen tarihî ödevi görmeli ve bir an önce kaçış formülasyonlarından farklı paradigmalar geliştirmeli.
Vatanseverliğin alfabesini ve dilini konuşmayı bilmezken, vatanı heceleyerek, bunu kendimize kısık bir sesle fısıldayarak öğrenmeliyiz.
Farkına varmalıyız ki Kıbrıs Türkü’nün iyiliği için gerek Türkiye, gerek AB ve diğer Batı ülkeleriyle iyi ilişkiler hayati önem taşımaktadır…
Ve yine farkına varmalıyız ki iyi ilişkiler karın doyurmayacaktır.
Toplumsal seferberlik olmadan paradigma yıkılamaz, aynılaşan kesimler de kurumların paradigmasını yıkamaz!
Kıbrıs Türk genci vatanının susuz topraklarını filizlendirebilecek güce sahip bir kitledir, bu gençlik idealisttir.
Günümüzde idealizmin en büyük zaafı demagoji hastalığıdır, aman ha!
Kelime sıralamak değil ihtiyacımız olan!
Önümüzdeki ödev paradigmayı yıkmak ve seferber olmaktır, bugün eğitim, bilim ve gelişim, bayrağı devralınca, vatan.
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.