Ellerimde, titreyen parmaklarımın arasında,
Demir bir tasla arandım,
Ağlamayan bulutların altında.
Olur da düşerse bir damla diye hayalini kurdum,
Toplamak için bekledim,
Kaçırmak istemedim umudunu.
Bekledikçe nemlendim,
Nemlendikçe paslandım…
Paslandıkça uzaklaştım kendimden,
Kayboldum,
Cam duvarların arkasına gizlendi benliğim kendimden.
Çölümde kavurmaya çalıştım senin umudunu,
Kaybolmuştum, seni de kaybetmek istedim,
Ufukta bir âlemdin bana,
İmkânsız bir ihtimaldin,
Kayıpların arasında bir daha fazlası çok değildi ne de olsa,
Düşlemek ise çok yorucu…
Kuraklığımı benimsedim işte,
Kabullendim sensizliği.
Kuraklığımda gittikçe zayıfladım,
Mavi gökyüzü altında güneşlenirken hüzünlenen,
Çiçek açmayı özleyen bir çöl gibi,
Özledim seni.
Küstahça körelmeye zorladım kendimi sana,
Tanıyamamışım saflığını,
İçindeki okyanusu.
Beraber zayıfladık,
Tek başıma uzaklaştım,
İnançsızlığın kurak topraklarına yerleştim.
Her şeye rağmen,
Nasıl bu kâfir kuraklığıma yolun düştü anlamam,
Küstahlığıma, körlüğüme karşı süzüldün köşelerinden rüyaların…
İnatçı bulutlar nasıl ağladı çölümün üzerinde?
Anlamam…
Anlamasam da,
Sen damladıkça çöl çiçek açtı,
Kurak kalbim çınarlarla doldu…
Demir bir tasla damla toplamayı beklerken,
Sen bana dalgaların denizleri taşıdığı gibi,
Hayat taşıdın.
Dip not: Bazı çöller beklenmedik yağmurlar sonrası çiçek açıyor.
Fotoğraf için tıklayınız.