Bülbülü Öldürmek ve Ayrıcalıklı Perspektifi Üzerine

Bir grubun (ya da bir azınlığın) mücadelelerini daha ayrıcalıklı bir grubun (ya da çoğunluğun) ağzından anlatmak, siyahi topluluklar gibi azınlık gruplarda son zamanlarda dile getirilen bir konudur. Özünde bu durum, toplumsal açıdan baskılanmanın ve dışlanmanın zorluğunu taşıyan bireyin (ya da grubun) mücadelesinin aynı zorlukları yaşamayan “beyaz” (ya da çoğunluğa mensup) bir karakterin ağzından anlatılmasıdır. Bunun sonucu olarak da beyaz (ya da çoğunluğu temsil eden) karakterin kişiliğinin ve gelişiminin hikâyenin ana temasını oluşturan ve tüm zorlukları yaşayan hikâyeye konu azınlık karakterin işlenişinin önüne geçmesidir. Bunun edebiyattaki en önemli örneklerinden iki tanesi yukarıda bahsettiğim temayı tamamen farklı perspektiflerden sunan, beyaz yazar Harper Lee’nin Pulitzer ödüllü “Bülbülü Öldürmek”, ve siyahi yazar Alice Walker’ın “Renklerden Moru” adlı romanlardır.

 

Bülbülü Öldürmek her ne kadar 60’larda basılıp yıllarca ilerici bir roman olarak övülmüşse de günümüzde bazı çevrelerce bir “beyaz kurtarıcı” güzellemesi yapıyor olması ve siyahi karakterlerin ve yaşadıkları zorlukların beyaz karakterlerin hikâyelerini zenginleştirmek için kullanması iddiası ile kıyasıya eleştirilmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse bu eleştirileri ben de pek haksız bulmadım. 1930’larda ABD’nin güneyindeki siyahilerin yaşadığı baskılanma ve ayrımcılıkla alakalı bir kitap okumayı beklerken önümde daha farklı bir roman bulduğumda açıkçası biraz hayal kırıklığına uğradım. Roman, temel olarak beyaz bir kadına tecavüz etmekle suçlanan Thomas Robinson’ı savunan beyaz avukat Atticus Finch’in kızı Scout’un, babasının maruz kaldığı ırkçı tepkilerle başa çıkmasını ve ufak kasabasındaki ırksal dinamiklerin adaletsizliğinin farkına varmasını işliyor. Eleştirilere geçmeden önce, kabul etmek gerekir ki Bülbülü Öldürmek aslında oldukça güzel bir gençlik romanıdır ve kasabanın ucubesi Boo Radley gibi beyaz karakterlerin işlenişi gerçekten de iyidir, bu da Harper Lee’nin ötekileştirilen insanlara olan sempatisini göstermektedir. Ayrıca Atticus Finch hiç şüphesiz herkesin sevebileceği idealist karizmatik bir karakterdir. Saygın bir adam ve ideal bir baba figürüdür ve ön yargılı ve ırkçı bir jüriyi siyahi bir adamı ölüme göndermeden önce iki kez düşündürmeyi başarmış bir karakterdir.

 

Ne var ki Thomas Robinson’ı tecavüzle itham eden fakir Mayella Ewell ya da evden hiç çıkamayan Boo Radley gibi ayrımcılığa uğrayan beyaz karakterleri hiç sorun yaşamadan üç boyutlu ve gerçek insanlar gibi anlatabilen Harper Lee, aynı beceriyi siyahi karakterleri ve yaşadıkları derin sorunları betimlemede gösteremez. Hatta ırkçılığa uğrayanların yaşadıkları zorlukları anlattığını iddia eden bu romanda bir kez olsun olayları siyahi bir karakterin perspektifinden görmeyiz. Beyaz karakterlerin kişilikleri Scout onlarla bir kez bile temas etmemiş olsa bile işlenir. Mesela Mayella Ewell her ne kadar antagonist pozisyonunda da olsa masum istekleri, anlaşılabilir amaçları ve yaşadığı zorluklar onu insan, hatta sempati beslenebilecek bir karakter kılar. Fakat siyahi karakterlerin romanda görünürlükleri sadece Scout ve diğer beyaz karakterlerle olan ilişkileri kadardır. Evin yardımcısı Calpurnia buna iyi bir örnektir. Sadece romandaki beyaz karakterler değil, beyaz okuyucu kitlesi de muhtemelen bu tanıdık ve klişe siyahi domestik yardımcı figürüne sempati besler. Calpurnia bir klişe olduğu için yazar bu karakterin zorlu hayatını ve bu hayatın detaylarını roman kurgusu içine taşıma kaygısı gütmemiş, sanki sadece beyaz karakterlerin ihtiyaçlarını tahsis etme amacıyla yaratmış gibi görünmektedir. Calpurnia karakterinin diğer siyahilerden tek farkı, Scout’un dedesi sayesinde okuma yazma öğrenmiş olması ve beyaz insanlar gibi “düzgün” konuşabilmesidir. Bunun dışında Calpurnia bir karikatürdür, kendi fikirleri yoktur ve Thomas Robinson’ın davası hakkında okuyucunun kendisinden gördüğü tek duygu Atticus’a olan minnettarlığıdır. Zaten siyahilerin bütün bu skandalla ilgili gösterdikleri en büyük tepki aynı minnettarlıkla ellerindekini avuçlarındakini Atticus’a hediye etmeleridir. Bu olayın anlatılışı ve uyandırdığı duygular da bana kalırsa siyahilerle ilgili olmaktan çok Atticus’un ne kadar yüce bir insan olduğunu vurgulamaktadır.

 

Tüm bu itham ve eleştirilerin haklı olabileceğine dair bir güzel örnek, Bülbülü Öldürmek romanı ile taban tabana zıt bir kurgu sunan Alice Walker’ın aynı dönem ve coğrafyada geçen, yine Pulitzer ödüllü Renklerden Moru romanıdır. Fakat beyaz bir yazar tarafından yazılmış olan Bülbülü Öldürmek Amerikan kültüründe ve müfredatlarında kendine sarsılmaz bir yer bulurken, siyahi bir yazar tarafından yazılmış olan Renklerden Moru defalarca kez sansürlenmiştir. Nihayetinde biri insana ilham veren keyifli ve samimi bir romanken diğeri siyahi kadınların hem beyazlardan hem de kendi aileleri tarafından maruz kaldıkları şiddeti ve zorbalığı anlatan daha gerçekçi bir hikâyedir. Renklerden Moru romanındaki detaylardan bir tanesi yine Calpurnia gibi beyaz bir ailenin yardımcısı olan Sofia’nın hikâyesidir. Sofia’nın bakıcılık yaptığı çocuk tıpkı Scout gibi ona ikinci bir anne gözüyle bakmaktadır fakat Sofia, Calpurnia’nın aksine işverenlerine minnet ve bağlılık duymak yerine, çok daha anlaşılabilir bir şekilde nefret besler. Romanda Sofia’nın hizmetçiliğe zorlanması ve on sene boyunca kendi çocuklarını görememesi daha dramatik işlense de muhtemelen gerçek hayatta beyaz ailelerin yanında yardımcı olarak çalışmaktan başka bir kariyer şansı olmayan ve bakıcılık yaptıkları çocukları kendi çocuklarından çok gören kadınlar da tıpkı Sofia gibi kendilerini tutsak hissetmişlerdir. Bu, sevgi dolu fakat dar fikirli Calpurnia karikatürüyle karşılaştırıldığında çok daha gerçekçi bir karakter anlatımı ve daha iyi bir edebiyat örneğidir.

 

Baskılanan grupların hikâyelerini ayrıcalıklı kesimin anlatmasındaki sıkıntı da buradadır: Hikâye, sadece beyaz karakterin duygu ve düşünceleri etrafında var olur ve bizler azınlık grupların baskılanmasının ayrıcalıklı kesimin nasıl işine geldiğini göremeyiz, çünkü çoğu zaman ayrıcalıklı karakter bu ayrıcalığın farkında değildir. Beyaz bir çocuğun kendisine iyi davranmak dışında bir şansı olmayan siyahi dadısının kendisini bir anne gibi sevdiğini düşünmesi de, dadının uğradığı dışlanmayı ve saygısızlığı, ayrıcalığı yüzünden anlayamamasının sonucudur. Bu şekilde bir anlatım ayrıca olayları dışarıdan izleyen bir gözlemcinin gerçek zorluğu yaşayan karakterden daha fazla dikkat çekmesine neden olur. Sonuçta Bülbülü Öldürmek romanında asıl zorluğu Scout’un mahkeme balkonundan izlediği, beyaz jüri önünde titreyen ve terleyen Thomas Robinson ve Thomas’ın ölümünü duyunca hissettiklerini camın arkasından pasif bir şekilde gözlemlediğimiz karısı yaşamaktadır.

 

Tabii ki ayrımcılığa uğrayanların hikâyelerinin ayrıcalıklılar tarafından anlatılması o kadar da kötü bir şey değildir. Sonuçta Bülbülü Öldürmek eğer ana karakter beyaz olmasaydı ve beyaz bir kadın tarafından yazılmış olmasaydı yayınlandığı dönemde yakaladığı başarıyı muhtemelen yakalayamaz ve Amerikan kültüründe siyahilerin yaşadığı ayrımcılığı konu alan bir roman bu kadar önemli bir yere sahip olmazdı. Ancak bana kalırsa artık ötekileştirilmiş grupların hikâyelerini ayrıcalıklıları rahatsız etmeyecek şekilde anlatmayı bırakmalıyız. Bu grupların yaşadıkları zorlukların Renklerden Moru’da olduğu gibi açıkça, bunu yaşayan kişiler tarafından güçlü bir dille anlatılması, hatta bu sorunlara aşina olmayan okuyucuları rahatsız etmesi daha çok kabul görmelidir.

 


 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir