MEVCUT SİSTEM
- Okumuş Cahiller
Günümüz eğitim sisteminin en büyük sorunu okumuş cahiller yetiştirmesidir. 12 yıllık standart ve zorunlu ilk ve ortaöğretimin sonucunda mezun olan öğrencilerinin matematik, tarih, coğrafya, fizik, kimya, biyoloji ve en az bir yabancı dil gibi derslerde yeterli performans gösterdikleri ve bu sayede sınavları geçerek mezun olmaya hak kazandıkları belgelenmiş ve devlet tarafından onaylanmış olur. Ama referans göstermeme veya ilave araştırma yapmama gerek kalmadan, öğrencilerin sadece çok dar bir kısmının bu alanlarda gerçekten yeterli bilgiye, hatta sadece bir fikre sahip olduklarını söyleyebilirim ve siz de büyük ihtimalle bana hak verirsiniz. Elbette ki öğrencinin sosyoekonomik durumu, çalışkanlığı veya öğretmenin yeterlilik ve becerileri gibi etkenler öğrencilerin başarısını etkileyen değişkenler arasındadır. Fakat esas problem sistemin kendisinde başlıyor.
- Yarış Değil, Yolculuk
Öğrenciler 40 dakikalık derslerde, bireysel öğrenme hızlarının ya yok sayıldığı ya da yavaş öğrenen öğrencilerin umursanmadığı bir sistemde birbirleri ile yarıştırılmaya ve kıyaslanmaya çalışılıyor. Her insanın başarılı olduğu alanlar farklıdır. Fakat belli bir alanda daha başarılı olabilecek potansiyelde olduğu hâlde, bireyin konuyu kavrama hızının verilen süreye yetişmemesinden dolayı başarısız olan öğrenciler de vardır. Aynı şekilde sınavların öğrencileri süreyle yarıştırmasından dolayı başarısız olanlar da mevcuttur. Ancak bu öğrencilerden pek çoğu, yeterli süre tanınmış olması hâlinde, özellikle matematik, geometri ve fizik gibi analitik düşünmeyi gerektiren derslerde, çok daha iyi, belki de gerisinde göründüğü öğrencilerden bile daha iyi performanslar ortaya koyacak potansiyele sahiptirler. Hâlbuki eğitim sistemimizin amacı öğrencileri sürelerle ve diğer öğrencilerle yarıştırmak değil, bilgilerini artırmak; sınavların amacı ise sadece öğrencilerin bilgi seviyesini ölçmek olmalıdır. Tabii ki öğrencinin bilgi seviyesini ölçmenin amacı ise onları yargılamak değil, bir üst seviyedeki konuları kavrayabilecek temel bilgileri öğrenip öğrenmediğini anlamaya çalışmak olmalıdır.
- Bilgisizlik Zinciri
Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde en geçerli sistemlerden (aslında en geçerlisi olan) biri, T.C. YÖK tarafından belirlenen sistemdir. Bazılarımızın ÖSS, bazılarımızın YGS-LYS sistemi olarak tanıdığı, şu an ise TYT ve YKS olarak bilinen bu müfredatı tamamlamak ve öğrencileri hazırlamak her Türk lisesinin görevidir.
Örnek olarak matematik müfredatının bir kısmını tablo halinde vererek bilgisizliğin nasıl biriktiğini ve öğrencinin umuduyla beraber çalışma hırsının da nasıl kaybolduğunu anlatmak isterim.
7. sınıf | 8. sınıf | 9. sınıf | 10. sınıf |
Tam sayılarla çarpma bölme | Çarpanlar ve katlar | Mantık | Permütasyon |
Üslü nicelikler | Üslü sayılar | Kümeler | Kombinasyon |
Rasyonel sayılar | Kare köklü ifadeler | Problemler | Olasılık |
Ondalıklı sayılar | Olasılık | Üçgenler | Fonksiyonlar |
Denklem ve eşitlik | Üçgenler | Bölünebilme | Analitik geometri |
Oran orantı | Dönüşüm geometrisi | Veri | Dikdörtgenler ve çokgenler |
Doğrular ve açılar | Eşitlik ve benzerlik | 1. dereceden denklemler | Yamuk |
Çember ve daire | Cebir | Eşitsizlik | Paralelkenar |
Araştırma soruları | Doğrusal denklemler | Mutlak değer | 2. dereceden denklemler |
Çokgenler | Denklem sistemleri | Üslü ifadeler | Karmaşık sayılara giriş |
Dönüşüm geometrisi | Eşitsizlikler | Köklü ifadeler | Parabol |
Geometrik cisimler | Oran orantı | Polinomlar | |
Fonksiyonlar | Çember ve daire |
Renkli olan konular kavranamayan sorunlu konulardır. Renkler bağlantıları temsil eder, yani 8. sınıfta sarı olan konular 7. sınıfta sarı olan doğrular ve açılar konusunun anlaşılmaması sebebiyle sarıdır, bağlantılı oldukları için aynı renktirler. 8. sınıftaki kahverengiler önceki dönemlerden kalan bağlantıları olmadığı için yeni bir renktir. 10. sınıfın tek renk olması 10. sınıftaki öğrencinin artık motivasyonunu kaybetmiş olduğunu temsil etmek içindir.
Tabloda gösterdiğim gibi, her öğrenciye yılda ortalama 12 matematik konusu gösteriliyor. Bu konuları kavraması için herkese eşit süre sunuluyor. Fakat herkesin her konuyu aynı sürede kavrayamadığı gibi, insanların dönemlik veya günlük duygu durum ve hâlleri de öğrenme sürecini etkiler. Bu sebeple, örnek olarak, mesela çalışkan ve zeki bir 7. sınıf öğrencisinin bile, o yılki 11 konudan 2 veya 3 tanesini kavrayamadan geçmesi gayet olasıdır. Sene sonu geldiğinde 8 not ortalamasıyla dersi geçtiğini düşünürsek gayet başarılı bir dönem geçirdiğini varsayarız. Fakat bu bir yanılgıdır. Çünkü oran orantı konusu ile doğrular ve açılar konusunu anlamadan geçen bir öğrencinin, ertesi sene olasılık, üçgenler ve geometrik cisimler konularında da sorunlar yaşamasını bekleyebiliriz. Çünkü bu konular birbirleri ile bağlantılı olup her yeni dönemde üstüne koyarak ilerlerler veya bir önceki sene öğrenilen bilgiler sonraki senenin konusunda kullanılır. Bu öğrencinin 8. sınıfta fazladan 2 konuyu daha sadece kişisel farklardan, veya o zamanların verdiği, insanın doğasında olan sebeplerden dolayı anlamamış olması, 5 konuyu anlamadan 8. sınıfın tamamlanması demektir. 12 konunun 5’ini anlamayan, 7’sini anlayan bir öğrenci dersi başarı ile tamamlamış kabul edilir. Ama bu, önceki dönemden kalma konuların ve insani sebeplerin birleşmesi ile, anlamadan geçilen konular bir kartopu etkisi yaratarak bir bilgisizlik zinciri oluşturur.
Sonuç olarak öğrenci matematik derslerini geçmek için öylesine zorlanmaya başlar ki kendini ya “Ben matematiği sevmiyorum.” ya “Ben matematiği anlayabilecek kadar zeki değilim.” ya da “Ben yeterince çalışkan biri değilim.” diye tanımlar. Bandura’nın sosyal bilişsel kuramını okursanız bu tanımların davranış için gerekli motivasyonları nasıl etkilediğini daha iyi anlayabilrisiniz. Bu tanımlamaların sonucu ise sadece o öğrenciyi değil, sisteme dâhil olan tüm öğrencileri etkiler. Nasıl olduğunu sıradakı bölümde açıklayacağım.
- Sınıf Geçmek
Bir önceki bölümde bahsettiğim, konuların hepsinin anlaşılmamasına rağmen dersten geçer not alınması olayındaki mantığı, derslerin hepsinden geçer not alınmasa bile sınıfın geçilebilmesinde de görürüz. Ülkemizde geçer not olarak 10 üzerinden 5 alınması gereklidir, fakat sınıfı geçmek istiyorsanız 2 tane 4 veya bir tane 3 almanıza kadar izin veriliyor. Tabii ki burada oluşacak olan sorunun mantığı yukardakine benzer olacaktır. Anlamadan geçilen dersler bir sonraki seneye etki edecektir. Fakat bu kadar düşük not alarak sınıfı geçirmenin de mantıklı ve haklı bir açıklaması elbette ki vardır. Bir öğrenciden her alanda başarılı olması beklenemez, sınıfı geçmek için tüm derslerde başarılı olunmasını şart koysaydık, pek az öğrenci sınıfı geçebilirdi.
3. ve 4. bölümlerde bahsettiğim sorunlar yüzünden öğrenciler genel olarak bilgisiz kalır, ve tüm sınıfın sınıfta kalmaması için ya sınavlar gereğinden daha kolay yapılır hâle gelir (ki böyle olunca sınavın artık göstermelik bir prosedür olmaktan başka bir özelliği kalmaz) ya da öğrencilere sınıfı geçmeleri için çeşitli avantajlar sağlanır. Örnek olarak, KKTC’de vize sınavlarından 3, finallerden 4 alan bir öğrencinin ödev notunun iyi olması hâlinde karnesine 5 düşer. Konuların yarısını bile anlamamış bir öğrenci sınıfı geçmeye hak kazanır. Hâlbuki millî eğitim sistemlerinin amacı belge vermek veya mezun etmek değil, okula gittikleri sürece bu öğrencilere verilebilecek en verimli eğitimi sunmaktır. Zaten 3. bölümdeki sorundan dolayı okuma merakını ve motivasyonunu kaybetmiş olan öğrenciler tek amaçlarını sınıfı geçmek olarak belirler ve 4. bölümdeki sorundan dolayı ise bu çok kolay, çalışmakla vakit harcanamayacak kadar kolay, bir hedef olur. Arkadaşlarının çalışmadığını gören öğrenciler de sosyal olarak bundan etkilenip derslerini umursamamaya başlayabilirler. Söylediklerim abartı gibi gelirse, liseden mezun olan öğrencilerin bilgi birikimlerine bakıp lisede öğretilenlerin ne kadarını bildiklerini görebilirsiniz.
- Sistemin Başarılı Öğrencisi
Ülkemizdeki öğrencilerin başarılı olanlarının ortak bir yönlerı vardır. Evet, çalışkandırlar, ama bir ortak yönleri daha var, bazı istisnalar dışında hemen hemen hepsi, derste anlayamadıkları konuları anlamak için ya bire bir özel ders alıyorlar ya da dershanelere gidiyorlar. Burada iki eleştirim olacak. Birincisi, herkesin ekonomik durumu özel eğitim almaya müsait değildir, bu sebeple, “Öğrenmeye niyeti olan zaten özel ders alır.” diyemeyiz. Fırsat eşitliği, etik felsefesi açısından bakıldığı zaman çok önemlidir ve burada bir yanlışlık olduğu barizdir. İkinci eleştirim ise, eğer özel ders almak başarıya giden yol ise, okullarımız neden var? Okullarımızın öğretme konusunda işe yaramadığı gayet ortadadır. Pratikte okullar sadece hangi özel ders hocasının daha iyi olduğunu anlamamıza yarıyor: “Ahmet Hocaya giden öğrenciler Mehmet Hocaya gidenlerden daha yüksek not alıyor.”
- Hangi Okul Daha Başarılı?
Her okul, kendi öğretmenleri tarafından hazırlanmış ve kontrol edilip notlanmış sınavlarını hazırlar ve her öğrenci kendi okullarının hazırlamış olduğu sınavlara girer. Bu da başka bir sorun. Atıyorum, “Lefkoşa Lisesine” giden Mehmet liseyi 6,5 ortalamayla bitirmiş olsun. “Mağusa Lisesine” giden Ahmet ise 8,5 ile mezun olmuş olsun. Biz bu iki öğrenciden hangisinin daha başarılı olduğunu nasıl anlayabiliriz? Duyar gibiyim; ortak bir sınav yaparak, ÖSYM’nin yaptığı sınavlar hangi öğrencinin daha iyi olduğunu belirleyecek. Eğer bu sınavdan Ahmet daha yüksek not alırsa muhtemelen daha iyi bir öğrencidir. Ama bu iki öğrenci aynı okulda okumuş olsaydı belki de Mehmet daha yüksek not alabilirdi, okulundaki diğer öğrencilerin ve öğretmenlerin sistemi aşağıya çekme potansiyeleri var. Bu yüzden her okulun vize ve final sınavlarının eğitim bakanlığına bağlı bir merkezden oluşturulması ve notlandırılması lazımdır. Bu sistem ayrıca hem okulun hem de öğretmenlerin başarılarını ortaya çıkaracağı için denetlemek daha kolay olacaktır. Şimdi gelin ben nasıl bir sistem öneriyorum ona bakalım.
BEN NE ÖNERİYORUM
- Ergonomik Eğitim
Normalde bir üst sınıfa geçmek için alt sınıfı (tüm dersler + tüm konular) bitirmiş olmamız gerekiyor. Ben bunun yerine bir sonraki konuya geçmek için alt konuyu bitirmiş olmamız gerektiğini söylüyorum. Her ders bir diğerinden bağımsız şekilde ilerleyecek. Yani matematikte hızla ilerleyıp tarihi arkada bırakabileceksiniz. Bir başka deyişle eğitim sisteminden sınıflı sistemi çıkartıp, yerine konulu sistemi koyacağız. Bir öğrenciye “Kaçıncı sınıfsın?” diye sormak yerine, “Matematiğin kaçıncı konusundasın?” veya “Müzik dersinde kaçıncı seviyedesin?” diye sorulması gerekecek. Mesela 8. sınıfta 12 matematik konusu birden alıp 9. sınıfta başka 12 konu daha almak yerine (bunun sonuçlarını bilgisizlik zinciri bölümünde anlattım), öğrenci her bir konudan sonra yeterlilik testine girmeli ve eğer konuyu gerçekten kavradıysa bir sonraki konuya geçmeli. Bu sistem sayesinde öğrenciler yetenekli oldukları derslerde hızla ilerlerken, daha yavaş oldukları dersler onlara hem ayak bağı olmayacak, hem de anlamadan bir sonraki konuya geçmedikleri için bilgisizlik zinciri oluşmayacak.
Her konu için farklı sürelerde sınıflar açılacak. Mesela kümeler konusu 3 hafta olacak ve her 3 hafta sonunda tekrar başa alacak. Mevcut sistemde sınıflar 9 aydan oluşuyor ve 9 ay sonunda başa alınıyor. Sınıfta kalan öğrenci tüm müfredatı tekrar okuyor, başarılı olanlar ise üst sınıfa devam ediyor; benim önerdiğim sistemi sınıfların kısaltılmış ve inceltilmiş modeli gibi düşünebilirsiniz. Her konunun başlama ve bitiş tarihleri olacak ve bu sürenin sonunda bir yeterlilik testi yapılacak. Bu yeterlilik testleri merkezî bir sistem tarafından yapılacak, okullar sadece eğitim verecekler. Testi geçen öğrenciler bir sonraki konuya geçecekler, geçemeyenler ise tekrar edecekler. Bazılarınızın “Ama bu yavaş bir sistem olur ve çoğu öğrenci 18 yaşına kadar sistemin sonuna gelemez.” diye düşüneceğini duyar gibiyim. Evet bazı öğrenciler tamamlayamayacak, bazı öğrenciler ise erken tamamlayacak. Ama kimse tamamlamış gibi olmayacak. Zaten 18 yaşına kadar bitirmek zorunda da değil kimse. Şu anki sistemde de 18 yaşına kadar bitirmeyen pek çok insan var. Ancak bu şöyle bir sıkıntı doğurabilir; okulların kapasitesinin gereksiz yere yıllarca meşgul edilmesi. Bunun çözümü olarak 19 yaşından sonra öğrencilerin ortaöğretimi açık öğretim sistemine aktarılınabilir veya devlet eğitimi 19 yaşından sonra ücret karşılığı verilinebilir fakat bu konular benim şu anki konumun dışında olduğu için fazla üzerinde durmak istemiyorum.
- Eğitimde Yaş Sınırı
Mevcut sistemimizde 18 yaşına kadar okula gitmek zorunludur. Bu sayede liseyi bitirip eğitimli nesiller yaratılacağı var sayılır. Ama bu plan işe yaramaz. İnsanların eğitim seviyelerini mezuniyet derecesine göre belirlemek mantıklı değildir. Çünkü birinin lise mezunu olması onun eğitim seviyesini anlatmak için geçerli bir kriter değildir. Ama matematiğin kaçıncı konusunda olduğunu bilmek bir öğrencinin matematik bilgisini belirleyebilir, çünkü arkasında bıraktığı konuları anlamadan geçmesine izin verilmeyecek. 18 yaşına kadar elbette ki eğitim zorunlu olmalıdır ki öğrenci aile baskısı veya kendi isteğiyle eğitimden uzaklaştırılamasın, fakat amacı diploma dağıtıp mezun etmek olan bir eğitim sistemi isterse 30 yaşına kadar eğitimi zorunlu yapsın, bilgili nesiller yaratamaz. Alerist eğitim sisteminde de Milli Eğitim Bakanlığının belirlediği seviyeyi tamamlamadan, 18 yaşından önce ortaöğretimi sonlandırmak (Mezun olmak demiyorum çünkü ortaöğretimden mezun olmak diye bir kavram olmayacak, sadece dersten mezun olunabilinecek, ne demek istediğimi üniversiteye giriş kısmında daha iyi anlayacaksınız.) mümkün olmayacak. Ayrıca 18 yaşından önce ortaöğretim kriterlerini (tüm müfredat demiyorum) tamamlasa bile eğitimi bırakmak mümkün olmayacak. Ancak kendini geliştirip hızlı ilerleyen bir öğrenci müfredatı 18 yaşından önce bitirirse üniversiteye erkenden girme şansına sahip olacak. Zaten bir öğrencinin 18 yaşına kadar okula gitmesinin zorunlu olmasının sebebi onun ailesinin baskısı veya kendi isteğiyle eğitimden uzak tutulmasını önlemektir. 18 yaşından önce üniversiteye gitmek aslında yasak değildir ama sınıflı sistemin izin vermediği bir şeydir. Öğrenciye erkenden üniversiteye başlama şansı verilmesi ve ona zaman kazandırılması sayesinde, toplumumuz kalifiye insanlardan daha verimli bir şekilde faydalanıp daha ileriye gidecektir. Yani hem toplumun hem de bireyin avantajı söz konusu olacaktır.
- Üniversiteye Giriş
Liseden mezun olmak yerine öğrenciler derslerden, mesela matematikten mezun olacaklar. Hatta mezun olmak bir şart bile olmayacak. Üniversiteler öğrenci alırken koşul olarak matematikten 25. konuya kadar gelmek, fizikten 17. konuya kadar gelmek gibi şartlar koyacak. Böylece pek çok avantaj ortaya çıkacak. Öncelikle tek bir sınav insanların kaderini belirlemeyecek. İstediği bölümü kazanabilmek için hangi seviyeye gelmesi gerektiğini bilecek ve hedefine doğru yürümesi, daha kolay olmasa bile, önünü görerek olacak. Bir diğer avantaj ise öğrencinin yeteneklerinin ve zevklerinin daha belirgin hâle gelecek olmasıdır. Matematik bilmeden mühendislik fakültesi okuyan, İngilizce bilmeden İngilizce-Türkçe mütercimlik okuyan çok fazla öğrenci tanıyorum. İnsanların kişisel yeteneklerinin ve zevklerinin bu sistemle daha belirgin olacağı için kişiler daha doğru kararlar verebilecekler.
Ayrıca mesela inşaat mühendisliği için, üniversite, matematikten 25. seviye şartı koyarken, coğrafyadan da 8. seviye şartı koyabilir; inşaat mühendisleri için coğrafya bilgisi önemlidir. Fakat yazılım mühendisliği için bu durum geçerli değildir, yazılım mühendisinin üst düzey kimya bilmesine de gerek yoktur, bu derslerden yüksek dereceler talep etmeyerek kişilerin kendi alanlarına odaklanarak daha verimli olmaları sağlanabilir. “Ama bu durum genel kültürü zayıf nesiller yaratmayacak mı?” gibi bir soruyu gelin bir sonraki bölümde tartışalım.
- Çeşitli Bilgi
Ortaöğretim düzeyindeki her öğrencinin, her zaman en az 7 (Rakamı tamamen kafadan attım, pratikte daha fazla veya daha az olabilir.) derse kayıtlı bulunma ve devam etme zorunluluğu olması gerekli olacaktır. Yani “Ben sadece matematik okuyorum.” gibi bir olay söz konusu olmamalıdır. Yenilenen dünyamızda “Her şeyden bir şeyi, bir şeyden her şeyi bilmek.” çok önemlidir. Fakat şu anki mevcut sistemde çıkan sonuç genellikle her şeyden hiçbir şey şeklinde oluyor. Çeşitli bilgilerin öğrenciye aktarılması, disiplinlerarası iş birliğinin öneminin her geçen gün arttığı dünyada her geçen gün daha da önem kazanmaktadır. En az 7 dersin aktif olarak okutulması bireyin çeşitli bilgilere sahip olması bakımından önemlidir, fakat bunların öğrencinin kendi seçebileceği kadar geniş bir yelpazeden olması, ve yetenekli olduğu alanlarda hızla ilerleyebilmesi, toplumdaki tekdüzeliği yok etmek ve farklı alanlarda nitelikli insanlar yetiştirmek adına çok önemlidir. Günümüzde herkes aynı dersleri okuduğu için farklı yeteneklere sahip olan insan kaynakları çok kıttır. Herhangi bir işverenle konu hakkında sohbet etme fırsatı yakalarsanız, yetenekli çalışanların ne kadar zor bulunduğunu size söyleyebilir. Toplumdaki insanlarımızın hiçbir konuda özelleşmiş yetenekleri yoktur. Bunun ne denli büyük bir sorun oldugunu anlatmakla zaman harcamayacak ve sizi bu konu hakkında yorum yapmak için kendi beyninizle baş başa bırakacağım. Okuduğunuz için teşekkür eder, iyi günler dilerim.
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.