Devletlerin Yükselişi Üzerine

Koronavirüse karşı olan mücadelede uluslararası iş birliğinin azaldığı izlenimini almak zor değil. Avrupa Birliği bile, “Avrupalı” kimliği altında bütün bir kıtayı bütünleştirme niyeti gözetse de blokun içindeki ticari dengesizlik kendini virüs karşısında da ülkelerin dengesiz başarısı olarak yansıttı. Dünyada küresel olmayı başaran yegâne müşterek olan salgına karşı mücadelede bireylerin evde kalması olması, dünyayı “küresel” yapan kapasiteyi de etkisizleştiriyor; etkileşim ve iletişim zorlukları ve azalan genel talep kenetleyici ticari bağları da tehdit ediyor.

 

Bu kadar “karanlık” bir tablo çizmek hiç olmadığı kadar kolay. Yarın ne olacağını kestiremezken, pandemi sonrasını hayal etmek insanı dehşete düşürebiliyor. Ancak kafa yormadan akışına kapılmak, hayal etmekten daha da korkutucu bir durum. Sevgili Oğuz’un “COVID-19 ve Devlet” isimli yazısından istifade ederek, açtığı tartışmaya farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum. Devlet’in “dönüşü”, otoriterlerin “başarısı” ve özgürlük üzerine tartışmayı zenginleştirmeye çalışacağım.

 

Tartışma temelinde yatan mesele şu: Hangi iki farklı yönetim modeli (otoriter ve özgürlükçü) var olan pandemi krizinde kendi tarzlarıyla daha başarılı olmuştur? Soru bu kadar basitken, incelemesi o kadar basit olmayan bir mesele; teşhis koymaktan bahsetmek bile fantastik. Tanımlamalarla başlayalım.

 

Öncelikle safları belirlemek gerekir. Oğuz yazısında “Batı dünyası” ve “Kalanlar” şeklinde bir ayrım yapıyor. Bu bağlamda “Batı dünyası” piyasa ekonomisine sahip ve “özgürlükçü” ülkeler. Avrupa ile Kuzey Amerika’yı kapsayan “Batı dünyası”, salt vaka sayılarını inceleyerek görülen bir farka göre kalan ülkelere göre daha “kontrolsüz” bir salgın dönemi geçiriyorlar. “Kalanlar” ise görece daha tanımsız, ama yapılan varsayım “Batı dünyası”na göre daha kontrolcü yönetim mekanizmalarına sahip olmaları, böylece görece daha “kontrollü” bir salgın dönemi geçirmeleridir. Tanımsal genellemeleri bir kenara bırakırsak bir tarafta piyasa ekonomisi ve özgürlükçü ülkeler (ben bu yazıda demokratik bir ülke olmayı özgürlükçü olmaya gösterge olarak kabul ediyorum), diğer tarafta ise otoriter ve devlet odaklı ekonomiye sahip olanlardan bahsedebiliriz (piyasa ekonomisine sahip olmayan bir devletten bu yazıda bahsetmeyeceğim için genelgeçer müdahaleci olarak kabul gören ülkelerle kıyas yapacağım).

 

Burada itiraz edebileceğimiz noktalar mevcut. Vaka sayılarındaki farklılıkların, hatta ölüm oranlarındaki farklılıkların, tek açıklayıcı noktası yönetim tarzı değildir. Ülkelerin ölüm nedeni olarak COVID-19 teşhisi koymalarındaki prosedür farklılıklarından tutalım, nüfus yapılarındaki yapısal farklılıklara kadar vaka sayısı ve ölüm oranlarını açıklayıcı pek çok etkenden söz edebiliriz. Örneğin, Belçika’nın açıkladığı yüksek virüs sebepli ölüm sayısını incelendiğinde yayılma oranını en iyi şekilde yakalamak için aldıkları bir karar olarak ölmeden önce semptom gösteren ancak test yapılmamış herkesi pozitif olarak kaydetmek bu sayıyı nüfusa oranla yüksek bir noktaya çıkaran sebepler arasında önemli bir etken.[1] Öte yandan, İtalya’nın vaka sayısına karşı ölüm oranının yüksek çıkmasında önemli etkenlerden biri nüfus yapısının ortalama (median) yaşın 47,3, yani dünyadaki en yaşlı nüfuslardan biri olması gösterilebilir.[2]

 

Peki ya otoriter devletlerin başarısı? Burada yine tanımsal bir sıkıntı ve “başarı”da seçicilik olduğunu savunuyorum. Otoriter devletlerin yapıları birbirlerine tıpatıp aynı değildir, ayrıca özgürlükçü ekonomilere göre zıt da değildir. Çin, politik anlamda otoriter olmasına karşın ekonomik anlamda piyasa ekonomisine yatkın olmuş bir ülkedir.[3] Ekonomiye müdahale etme yatkınlığı ise her ülkenin ekonomik konjonktürüdür, yani şartların gerektirdiği bir durumdur. İdeolojik kategorileştirme girişimi olarak “(neo)liberal” devlet yapısında ekonomik müdahaleyi namevcut veya asgari olarak tanımlamak bir ekonomiyi oluşturan kurumsal yapıları ve ilişkilerini, hatta bu müdahaleyi meşru gösterecek felsefi temeli, görmezden gelecek kadar basitleştirmek demektir. Bunun en basit örneği Avrupa’da rahatça gözlemlenebilecek refah devleti (welfare state) yapılaşmasıdır.[4]

 

Bu durumda ekonomiye müdahaleyi sadece bir yönetim şeklinin münhasır bir özelliği olarak göremeyiz. COVID-19’un kendine has salınım şeklinden ötürü sosyal ve ekonomik aktiviteyi azaltmak toplum sağlığını korumanın yegâne yolu olarak görülüyor. İnsanların evde kalmasını tembihlemek hemen hemen küresel bir çağrı olmuşken, insan hayatına “otoriter” bir müdahale edildiği için buna “alışkın” ülkelerin daha başarılı olacağı izlenimini almak kolay. Ancak örneklendirmeye çalıştığımızda başarılı olmuş ülke sayısı bulmak zor. “Kalanlar” olarak tanımlanan oluşumda bulunan ve başarılı izlenimi veren Güney Kore ve Tayvan ne kadar “otoriter” ülkelerdir?[5]

 

Sonuç olarak ülkelerin başarılarını ve yönetim biçimlerini belirleyen ideolojik altyapıları olmadıklarını söylemek mümkün; başarıyı belirleyen yönetimlerin kaynakları ne kadar etkili ve verimli şekilde salınımı engelleme yönünde mobilize edebildikleridir. Bu Birleşik Krallık’ta hükûmetin salgına yanıt vermekte gecikmesini açıklayan öge olurken,[6] Almanya’nın ise başarısı açıklamakta önemli bir nokta. Aynı şekilde Çin’in gecikmeli kararına rağmen çok hızlı bir şekilde harekete geçmesini açıklarken, Brezilya’da popülist Başkan Bolsonaro’nun koronavirüse karşı “Ne var yani?” davranışı ise toplumsal sağlığa en büyük tehdit olarak tanımlanıyor.[7]

 

Ancak Oğuz’un argümanında en fazla dikkati talep eden konu devletlerin yükselişidir. İster “liberal” olsun ister “otoriter”, salgın karşısında her ülkenin temel mücadele kurumu devlet olmuştur. Öte yandan her devletin vatandaşı üzerinde hiç olmadığı kadar etkin bir yer edinmesi de bu yükselişin bir parçasıdır. Bu bağlamda güçlenen her devletin karşısında iki seçenek vardır: Kontrolü arttırmak veya vatandaşı güçlendirmek.[8] Kontrol arttırmayı seçecek devletler vatandaşlar arası güven ortamı yaratmak yerine kişisel bilgilerin merkezî bir şekilde toplanması ve dağıtılması yönünde organize olacak iken vatandaşı güçlendirmeyi hedefleyen devletler bu güven ortamının oluşmasını sağlamak için bireyin kişisel bilgilerini toplum sağlığı için kararını vermesi yönünde etkili bir şekilde kullanmasını sağlayacak yöntemleri geliştirecek.

 

Peki ya yazının başında bahsettiğim uluslararası topluluklarda azalan iş birliği? Bu devlet tartışmasının en büyük gediği olmakla beraber pandemi sonrası için mercek altına alınacak en kritik durumdur. Neden Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve diğer devlet üstü kurumlar etkisizleştiler?[9] Elbette, Dünya Sağlık Örgütü gibi toplum sağlığı ile birebir ilişkili bir kurumun görece daha etkili hâle geldiğini savunmak mümkünken, sosyal, kültürel ve en önemlisi toplumsal iş birliğini sağlayacak kurumlara ne olacağı sorusu ise büyük bir soru işareti. Küresel birliktelik yönünde ilerlemeye bir son mu vereceğiz, yoksa hiç olmadığı kadar birbirimize mi kenetleneceğiz? Elbette, teslim etmek gerekir ki bunu KKTC gibi bir toplumda tartışmanın ironisi kabarıktır. Ancak devletlerin geleceğinden söz edeceksek, bunu KKTC devletinin de düşünmesi elzem olacaktır.

 


 

Referanslar ve notlar

 

[1] Chini, M. (2020). Why does Belgium have so many Coronavirus deaths?. Brussels Times.

[2] United Nations, DESA, Population Division. (2019). World Population Prospects 2019.

[3] Çin’in devlet odaklı ekonomiden piyasa ekonomisine geçtiği süreci okumak isteyenlere: Yingyi Qian (2017)

[4] Refah devleti ve liberalizm arasındaki ilişkiyi incelemek isteyenler için: Backhouse et al. (2017)

[5] BTI 2020 ve EIU 2019 gibi demokrasi endeksleri iki ülkeyi de en az ABD seviyesinde bir demokrasi olarak niteliyor.

[6] Bu konuda Birleşik Krallık ana muhalefet partisi lideri Keir Starmer’in Başbakan Boris Johnson ile yaptığı ilk PMQ seansını izlemenizi tavsiye ederim.

[7] Lancet Editörleri. (2020). COVID-19 in Brazil: “So what?”. The Lancet.

[8] Bu argüman Yuval Noah Harari’nin Financial Times’da yayımladığı “The world after coronavirus” yazısına dayanmaktadır.

[9] Burada DSÖ dışında AB Merkez Bankası gibi ekonomik kurumları da kenara koymak mümkün ama henüz ne kadar etkisiz kaldıkları gözlemlenebilir değil.

 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir