Nesneler, Özneler ve Politikalar

“Bir ormanda bir ağaç devrilirse ve etrafta onu duyacak hiç kimse yoksa bu düşüş ses yapar mı?

 

İnsanlık öyle bir dünya görüşü altında ki ağacın devrildiği ana tanıklık etmiş biri olmadığı için, birçok kişi “perception is reality” (algılanan gerçekliktir) cümlesinden yola çıkarak ağacın ses çıkarmamış olduğunu savunabilir. Yani, nesneleri ve onların yaşadıklarını sadece bizimle olan etkileşimleri ve algımızın tanımladığını düşünürüz. Biz en “üst” özneyken, insan olmayan her varlık öznenin nesnesi konumuna yerleştirilir. İster istemez kurban düştüğümüz bu kavram “insanmerkezcilik” olarak adlandırılmaktadır.

 

Bu düşünceye karşı geliştirilen ve akademik alandan popüler bilince yayılması gerektiğini düşündüğüm antitez ise nesne-yönelimli ontolojidir (object-oriented ontology).[1] Dünya görüşümüz insan odaklıyken (İnsanlar nasıl evrildi? Neler geliştirdi? Bulunduğu çevreyi nasıl etkiledi?), nesne-yönelimli ontoloji, objelerin nasıl geliştiği, insan hayatını ve evrimini nasıl etkilediğiyle ilgilenmekte. Bir nesneyi üreten biz olduğumuzda, onun sahip olduğu güç ve etkinin bizim kontrolümüz altında olduğunu düşünebiliriz. Fakat, en basit örnek cep telefonundan ele alırsak, artık ekranlara bakmaktan fizyolojimiz ve psikolojimiz etkileniyorsa, elimizden bırakamıyorsak, o nesneyi biz mi kontrol ediyoruz yoksa o mu bizi? Objelerin kutsal veya mistik gücü oluşu hakkında bir iddia üretmeye çalışmıyorum. Onun yerine, insanların, nesnelerle olan “iş birliklerinde” aktif yönetici (özne) olarak görülüp, nesnenin tamamen pasif katılımcı olarak görülmesini sorgulamak istiyorum.

 

Bu felsefe, objelerin değerini tamamen insanlarla olan etkileşimleri ve bağlantılarıyla belirlemekten ziyade, insanlar işin içinde olmadığı zaman objelerin sahip olduğu mecali de incelemektedir. Örneğin, bir cam parçasının mercek etkisi görerek başlattığı orman yangınında, koskoca orman küçük bir kırık cam parçasının etkisiyle kül olabilmektedir. Cam ormana atıldıktan sonra nesneler arasında gerçekleşen bu dansta –cam, güneş ışığı ve ağaçlar– insan duruma hâkim olan başaktör değil. Nesneler de kendi aralarında, insan kontrolünün dışında etkileşime geçip pasif/aktif ve nesne/özne ikilemlerinin sınırlarını zorlamakta.

 

Özellikle yaşadığımız şu dönemlerde nesnelere olan hassasiyetin arttığını düşünmekteyim. Gerek karantina altındayken uzun süre aynı yerde kalmaktan etrafımızdaki objelerin görmediğimiz detaylarını ve işlevlerini görmekten tutun, aşının geliştirilmesini beklerken rutinlerimizin bu denli durması veya değişmesi, fark etmeden nesne-yönelimli bir hayat sürdürdüğümüzün göstergesidir.

 

Michel Foucault’nun “biyopolitika” (biopolitics) konsepti vücudun iktidar güçler tarafından nasıl politik amaçlar için kullanıldığından bahsetmektedir.[2] İnsan biyolojisinin ideolojiler için nesneleşmesi bana son aylarda birçoğumuzun yaşadığı çizelgeyi anımsatmakta. Vücutlarımızın hangi koşullarda ülkeler arası taşındığı, kaldığımız tesislerin hijyen standartları, boğazımıza, damarımıza ve burnumuza girip çıkan testlerden yediğimiz yemeklere kadar her nesne bir gündem konusu artık. Vücudum politikleşmişken apolitik olmakta zorlanıyorum! Ülkenin diğer tarafından ilaç kabul edip etmemekten başlayarak, çıkacak olan aşıya olan ibadet, nesnelerin hayatımızda oynadığı sosyal, politik ve biyolojik rolü imgelemekte. Dahası, vatan sınırlarımıza ilaç veya insan kabul etmenin arasında siyasetçiler için bir fark olduğundan emin değilim; ikisi de partizan belagatleri için eşit değerde olan nesneler sanki.

 

Nesne-yönelimli ontolojiyi size tanıtmak istememin sebebi dünyaya marjinal bir felsefeyle bakmanız için değil, tam aksine dünyayla ilişkimize yararlı olacağını düşündüğüm içindir. Cansız nesnelerin düşündüğümüzden daha canlı olduğunu, hatta yeri geldiğinde bizim de biyolojik nesne yerine konulabildiğimizi fark etmek insan yüceliğinin aslında ne kadar da naif olduğunu kavramakta bize yardımcı olabilir. Özellikle doğanın nesnelerini bize hizmet etmesi gereken kaynaklar olarak görmek yerine, onları bizimle çalışan, tepki gösteren veya isyan edebilen şeyler olarak görürsek ancak insan ve insan-olmayan ayrımcılığını hafifletebiliriz.

 

Velhasıl, insan olmayan oluşumların -gerek canlı gerek cansız- önemini görememek geleceğin yıkım inşasıdır. Trump’ın küresel ısınmaya karşı stratejisi, “ağacın devrilme sesi” Amerika’da duyulmadığı için, canlı ve cansız nesnelerin yardım çığlıklarını hiçe saymaktır. Artık insanmerkezci olmaya katlanamayan bir ekolojide yaşıyoruz ve buna karşı insan olmayan her nesnenin seslerini dinlememizin, onlarla sinerji ile çalışmamızın zamanı geldi.

 


 

Kaynakça

[1] Harman, G. (2019). Nesne Yönelimli Ontoloji: Her Şeyin Yeni Bir Teorisi. Tellekt.

[2] Foucault, M. (2015). Biyopolitikanın Doğuşu, College De France Dersleri 1978-1979. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir