Her ne kadar birçok insan köleliğe karşı olduğunu söylese de köleliğin tarih boyunca çoğu medeniyette kendinde yer bulabilmiş olması aslında tarih boyunca insanların köleliği mazur görebildiğini göstermektedir. Fakat bu durum insanların köleliği ve insanların tarih boyunca maruz kaldıkları haksızlıkları günümüz değer yargıları ile eleştirmesine engel değildir. İspanyol Engizisyonu’nun yanlış olmasına karşı çıkacak ya da bu durumu zamanın dinî hurafelerine yorarak mazur görecek pek insan yoktur; Engizisyon pek çok dinî azınlığın ve entelektüel aydının kilise tarafından dine karşı oldukları tehlikesiyle yargılanmalarıdır ve insanlar kilisenin bu baskıcı tutum için eleştirilmesi gerektiği görüşünde hemfikirdir. Aynı tutum Yahudi Soykırımı için de geçerlidir. Popüler kültür ve tarihçiler Yahudilerin yargılanmalarının asılsız propagandaya ve ırksal ön yargılara dayalı olduğu konusunda hemfikirdirler ve bu durumu Nazi Almanyası’nın ve vatandaşlarının o zamanki değer yargılarına yormak abestir ve insanlık suçlarını mazur görmektir. Ancak “Siyahların Yaşamları Değerlidir” (Black Lives Matter) hareketiyle beraber insanların, özellikle önemli üniversitelerin tarihçilerinin bir anda ırkçılığı ve köle ticaretini bugünün değerleriyle yargılamanın kötü olduğuna kanaat getirdiğini[1] görmek benim kölelik karşıtı fikirlerin hep var olup olmadığını araştırmama sebep oldu. Her ne kadar köleliğin her toplum içinde yanlış olduğunu düşünsem de, araştırmamı kısa tutmak adına insanlık tarihinin gördüğü en büyük köle ticareti olan Transatlantik köle ticareti üzerine yoğunlaştım.
Köleliğin zamanında mazur görülen normal bir olay olduğu fikri ABD ve İngiltere’de 18. ve 19. yüzyıllarda Transatlantik köle ticaretiyle aynı zamanda gerçekleşen kölelik karşıtı hareketler düşünülünce zaten mantıksızdır. Köleliğe en başından beri karşı çıkan “Quaker”lar gibi farklı Hristiyan gruplar bütün insanların eşit yaratıldığı görüşündeydiler. ABD’nin kölelik karşıtı Kuzey eyaletlerinden sıkı dindar kadınlar köleliğin günah olduğu görüşünü savunmaktaydılar. Bu kadınlardan Harriet Beecher Stowe insanları hayvan gibi alıp satmanın etiği konusunda yazılar yazdı.[2] Stowe kölelik kurumunun hem insan haklarına hem de her insanın eşit olduğu beyanını savunan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ne karşı derin bir tezat oluşturduğunu, siyahi bir insanın özgürlüğe en az bir beyaz kadar hakkı olduğunu savunmuştur.
Ayrıca belirtmek gerekir ki etik olarak insanların alınıp satılması belki sorgulanabilir olarak görülmüş olsa da Transatlantik köle ticareti sırasında yaygın olan masum insanlara karşı şiddet insanlar boyunca hep yanlış olarak görülmüştür. Bu nedenledir ki köleliğin etkilerinin ya da kölelerin aslında hayvan olmadıklarını gösteren insani taraflarının fotoğraflarla ve broşürlerle belgelenmeye başlanması kölelik karşıtı harekete önemli bir katkıda bulunmuştur. Kaçak bir köle olan Frederick Douglas, kendisini normal bir insan gibi gösteren 160 kadar portre çekinerek zamanının en fazla fotoğraflanan kişilerinden biri olmuştur. Bu akım zamanla diğer kaçak köleler arasında da yayılmıştır ve ABD’nin kuzeyine kaçan köleler fotoğraflanmaya başlamış, bu da köle karşıtı hareket için etkili bir propaganda oluşturmuştur.[3] İnsanların kölelere karşı sempati duyabilmesi, köleliğin ahlaki yönünün hiç sorgulanmadığı inancına karşıt bir görüş oluşturur.
Son olarak zamanın ahlaki değer yargılarından bahsettiğimizde sadece zamanın önemli ve zengin beyazlarının değer yargılarından bahsettiğimizi unutmamak gerekir. Bu kişilerin görüşleri politik arenayı domine etmiş olsa da unutmamak gerekir ki pek çoğu nüfuzlarını ve varlıklarını direkt olarak köle işçiliğine borçluydu, bu durumda farklı bir ahlaki değere sahip olmaları beklenemezdi. Ayrıca zamanın değer yargılarını varlıklı köle sahiplerinin ve köleliği hiç tecrübe etmemiş beyazların yargılarına indirgemek zamanında köleliğe tabi tutulmuş siyahilere ve onların ahlaki değerlerine saygısızlık etmek ve onları kendi tarihlerinin dışında tutmaktır. Siyahileri bu tartışmadan dışlayınca tabii ki ahlaki olarak kölelik karşıtı insanların argümanları daha az duyulur. Fakat politik olarak organize olmaları engellenen insanlara en azından günümüzde saygı göstermek zorundayız.
Benim görüşüme göre geçmiş olaylara bakışımız geçmişte haksız muameleye uğrayan insanların günümüzde ne kadar marjinalize olduklarıyla alakalıdır. Yazının başında verdiğim Nazi Almanyası örneğine bakarsak, Yahudi soykırımında Yahudilerle aynı şekilde etnik temizliğe maruz bırakılan Romanların popüler kültürde Yahudiler kadar yer bulmamasının bir nedeni Avrupa’da Roman gruplarının hâlâ hükûmetler ve toplum tarafından sistematik baskıya maruz kalmasıdır. Bu ötekileştirmenin devam edebilmesi ise insanların Romanlarla empati kurmamasına bağlı olduğundan Romanların tarih boyunca yaşadıkları ayrımcılığın yarattığı insani yıkımdan pek bahsedilmez. Aynı durumun yaşadıkları toplumlarda hâlâ daha canavarlaştırılan ve azılı suçluymuş gibi davranılan siyahilerin baskılanması için devam ettiği görüşündeyim. Siyahilerin yaşadıklarının günümüzün değil zamanının ekonomik ve ahlaki koşullarıyla yargılanması, bana göre bu grubun insaniyetinin kasıtlı olarak silinmesine yol açmaktadır.
Referanslar ve kaynakça:
[1] Clark, J. (2020). Should we judge historical figures by the morals of today?. HistoryExtra.
[2] Plumb, R. C. ve Griffith, E. (2020). Abolitionism in America. İçinde: The Better Angels: Five Women Who Changed Civil War America. University of Nebraska Press, s. 51–65.
[3] Fox-Amato, M. (2019). How activists used photography to help end slavery. The Washington Post.
Williams, E. (1944). Capitalism and Slavery. The University of North Carolina Press.
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.