Homo economicus: Bir Bilgi Yolculuğu

Homo economicus veya Nasıl Tedirgin Olmayı Bırakıp Tasviri Sevdim isimli yazımdaki düşüncelerimin talih ve okumalarımdan ötürü güncellenmesine dayanarak birtakım lakırtı etmenin uygun olacağını düşünüyorum. Şöyle ki: Önceki yazımda belirttiğim bir soru olan, “Homo economicus [iktisadın] bir bilim olabilmesi için gerekli bir tasvir mi?” sorusunu yeni bir anlayışla tekrar gözden geçirmeye karar verdim.

 

Hatırlatmak gerekirse, Homo economicus iktisat biliminin kullandığı süregelmiş bir insan tasviridir. Kökeni klasik iktisat anlayışından (Adam Smith değil, David Ricardo ile başlayan bir akım) gelir ve toplamın sadece parçaların bir bütünü olarak görülen, yani ekonomiyi oluşturan genel kavramların (toplum, ulus, ülke, vs.) hepsinin temelini oluşturan şeyin tek bir ünitenin (birey) basit toplamı olması düşüncesine dayanır. Böylece bireye yüklenecek birtakım özellikler ile veya bireyin ekonomik davranışını oluşturduğunu düşündüğümüz davranışları bir tasvirde toplayarak oluşturduğumuz bir kavramdır Homo economicus. Bu kavramda birey aşağı yukarı rasyonel, tutarlı ve benmerkezcidir. Elbette, her kuramlaştırma girişiminde ekleme veya çıkarma yapılabilirken, bu üç özelliğin genel çerçevesinden genelde çıkılmaz.

 

Homo economicus bir karikatürdür. Zaten onu bir epistemolojik cihaz yapan da budur. Önceki yazıda da belirttiğimiz gibi, bilişsel (kognitif) kapasitemiz çok kompleks oluşumların her parçasını eş zamanlı düşünmemizi bir hayli zorlaştırır. Bu yüzden kompleks olanı basitleştirmek ve baş edilebilir bir hâle getirmek için öğrenmek istediğimiz veya sorgulamak istediğimiz şey ile bu kompleks oluşum arasındaki etkileşimin bize göre en alakalı kısımlarını tespit edip buna odaklanırız. Bunu bu ilişki ile ilgili veya bu etkileşimin doğasıyla ilgili bir şeyler öğrenmek için yaparız. Yani bu inceleme başlı başına bir öğrenim cihazıdır. Bilmediğimiz bir şey keşfetmek veya genelgeçer bir düşünceyi doğrulamak amaçlı yaptığımız bir işlem. Buna göre de örneğin, bir üreticinin rekabetçi bir piyasada nasıl davrandığını kuramlaştırmak istediğimizde (böylece rekabetçi bir piyasanın nasıl işlediğine dair sorular sorabileceğiz) önce “üretici” yaratmamız gerekir. “Üretici” yaratırken bize göre kuramımızla en alakalı özelliklerini düşünüp bunları baz alır (mesela azami kâr motivasyonu), gerisine odaklanmayız. Bu “üretici” ile üretici arasındaki fark ise, Homo economicus ile Homo sapiens arasındaki farktır.

 

Kilit nokta ise bu öğrenim cihazının ve işleminin ta kendisi. Geçen yazının sorguladığı ve bir nevi teslim olduğu nokta: Homo economicus iktisat bilimi için “evrensel”, yani vazgeçilmez veya vazgeçilmesi yanlış olacak bir öğrenim cihazı mıdır? Hayır.[1]

 

Aslında, “bilimsel” olmanın ne anlama geldiğini daha iyi idrak etmek gerekir. “Bilimsel” birtakım varsayımlar ve kurallar betimleyip bunun üzerine inşa edilmiş sebep ve sonuçlar silsilesi midir? Bunları açmakta fayda var: Homo economicus varsayımını yaptıktan sonra ve örneğin equilibrium kuramına uygun gelecek kurallar ile temel attıktan sonra incelenecek ilişki ile ilgili kafa yorup ulaşılacak sebep sonuç ilişkisi iktisat bilimi için en bilimsel yöntem midir? Kesinlikle bir yöntemdir, ayrıca bilimsel olduğunu savunabiliriz, fakat “en” diyerek üstünlük belirtmek hâlen yoğun tartışma altındadır. Neticede bu yöntem yarattığımız iktisadi evren hakkında bize ilginç anlayışlar kazandırabilir, ancak bu anlayışı uygulayacağımız “gerçek” evreni hesaba kattığımızda elbette bütün hikâyeyi anlatmayacaktır. Zaten anlatmak zorunda değildir, zira yukarıda da bahsettiğimiz gibi gerçek evreni basitleştirmeden anlamak güç, hatta kuramsallaştırmadan bile anlamanın zor olması yanında kuramsallaştırmanın getirdiği sistematikliğe de sahip değil.

 

Neticede varacağımız sonuç aslında bu tasvirlerin bilimin bir parçası ancak “bilgi”ye ulaşmanın sadece bir metodu olacağıdır. Tasvirlerin görevi bizim evren ile ilgili merak ettiğimiz bir sorunun cevabını aramak için oluşturacağımız bir yaklaşımı baş edilebilir olacak kadar basitleştirebilmemize yaramaktır. Bu durumda tasvirler kendilerini oluşturmazlar, onlar bilim insanlarının hayal gücü ve kognitif kapasitesinin ürünleridir. Farklı tecrübeler, farklı senaryolar ve böylece farklı tasvirler bizi çok farklı, beklenmedik “bilgi”ye ulaştıracaktır o evren hakkında. Ancak tartışma devam edecektir: Hangi tasvir bizim için en iyisidir?

 

İlk yazımın sonunda sorduğum soruyu tekrarlamakla bitirmeyi uygun görüyorum: Siz insanı nasıl tasvir ederdiniz?

 


 

Referans:

[1] Morgan, M. (2012). The World in the Model. Cambridge University Press. Bu konuda özellikle 4. bölümü (chapter) incelemenizi tavsiye ederim. Aslında kitabın benim gibi kabul veya reddettiği bir şey yok, onun yerine bu tasvirlerin bilimsel-felsefi bir incelemesidir.

 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir