Ne yazık ki kadına şiddet ve bu şiddetin en ağırı olan kadın cinayetleri sürekli olarak gündemimizde yer almakta. Kadınlara yönelik şiddet haberleri ne acıdır ki günlük haber niteliği taşımakta artık. Bunun daha da kötüsü, kadın cinayetlerinin sayısı giderek artmakta ve kadınlar eşleri, nişanlıları, öğrencileri veya hiç tanımadıkları yabancılar tarafından katledilmekteler.
Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde Türkiye’de öldürülen kadınlar arasında Özgecan Aslan, Emine Bulut, Ceren Özdamar, Şule Çet, Fatma Şengül, son olarak Pınar Gültekin ve daha birçok can var. Cinayetin yanı sıra, kadınlar hayatlarında olan veya olmayan erkekler tarafından şiddete maruz kalmakta. Bu şiddet maalesef hiçbir sınır tanımamakta. Ne meslek grubu ne bölge ne de yaş. Şiddet her an, her yerde olabiliyor ne yazık ki. Öyle ki, şiddete, her an göz önünde bulunan ünlü kadınlar da maruz kalmakta. Geçtiğimiz yıllarda Sıla Gençoğlu, ardından ise son zamanlarda Deniz Bulutsuz buna birer örnektirler.
Genelde şiddet ve en acısı, kadına şiddet toplumda çok fazla yer almakta. Her ne kadar yasalar ve uluslararası antlaşmalarla kadınların güvenliği ön plana çıkartılarak, şiddet suçu ağırlaştırılsa da önemli olan bu yasaların varlığından ziyade, devletler ve kurumları tarafından ne kadar uygulandıklarıdır. Uluslararası sözleşmelerden en önemlisi Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi veya imzaya açıldığı şehir dolayısı ile yaygın bilinen adı ile İstanbul Sözleşmesi’dir. Bu sözleşme, 2011 yılında Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmış ve 2014 yılında yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, 12 ülke tarafından imzalanmış ve 34 ülke tarafından imzalanıp, iç hukukun parçası hâline getirilmiştir. Sözleşmenin tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.
Peki, daha önceki kadın cinayetlerinde, son olarak da Pınar Gültekin cinayetinde ve sözleşmeye muhalif kişiler eleştirdiği zaman (sosyal medyada) gündem olan İstanbul Sözleşmesi nedir, ne işe yaramaktadır? İstanbul Sözleşmesi, Avrupa’da imzalanan en güncel kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği sözleşmesi olup, kadına şiddeti tamamıyla ortadan kaldırmayı hedefleyen hukuki uluslararası bir sözleşmedir. Sözleşme, şiddetin önlenmesini, mağdurların korunmasını ve suçluların adalete teslim edilmesini birincil amaçlar olarak gütmektedir. İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğu ve devletlerin bu şiddete karşı mücadelede esas rolü oynaması gerektiğini, yeterince tepki göstermedikleri takdirde, sorumlu konumda olduklarını belirtmektedir. Ayrıca, sözleşme kadına şiddetin ve aile içi şiddetin özel hukuk meselesi değil bir kamu konusu olduğunun altını önemle çizmektedir. İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olan devletler, kadına yönelik şiddetin tamamen ortadan kaldırılması için önleme, koruma ve yargılama sorumluluğuna sahiptir.[1]
Ayrıca İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik bireysel güvenliği bozabilecek herhangi bir davranışın veya olayın şiddet kapsamında değerlendirilmesini ve bu kapsamda cezalandırılması gerektiğini belirtmektedir. Bunun yanı sıra, sözleşme uyarınca, taraf devletler bu gibi suçlarda cezai veya hukuki bir yaptırımda bulunmak zorunda olmakla birlikte, bu suçların devlet tarafından affedilemeyeceği, ertelenemeyeceği ve para cezasına çevrilemeyeceği öngörülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti de İstanbul Sözleşmesi’ne taraf, hatta 11 Mayıs 2011’de ilk imzacı olan devletlerden birisidir.[2] Ancak, her ne kadar Türkiye bu sözleşmeye taraf olsa da, hatta sözleşme İstanbul’da imzaya açılıp, adını verse de, devlet, kadına yönelik şiddet olaylarının ve daha da önemlisi kadın cinayetlerinin önüne geçmeyi başaramamıştır. BBC Türkçe’nin haberine göre, 2019 yılı Türkiye’de kadın cinayetlerinin son on yılda en yüksek olduğu ve 474 kadının öldürüldüğü bir yıl.[3] Ne kadar acıdır ki, bugün bu korkunç tabloya rağmen, İstanbul Sözleşmesi’ndeki şiddet tanımının mağdur tarafından suistimal edilme olasılığından dolayı ve sözleşmede yer alan “cinsel yönelim” tanımının eşcinselliği meşrulaştırmasından ötürü Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesini isteyen bir kesim var.
Ne yazık ki, süslü metinler altına imza atmak ve basın toplantılarında açıklamalar yapmak kadınların öldürülmesinin önüne geçemiyor. Kadın cinayetlerinin önlenebilmesi için bu yasaların katı bir şekilde uygulanması ve toplumun eğitilmesi gerekiyor. Toplumun, ataerkil yapıdan çıkıp eşitliği, daha da önemlisi toplumsal cinsiyet eşitliğini sindirmesi gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddete karşı içerisinde olduğumuz mücadelenin temel taşıdır ve en önemli unsurudur. Uygulamada kalmalı ve sözde değil, fiilen de uygulanmalıdır. Bu nedenle geçtiğimiz hafta ve daha önce de sosyal medyadan haykırdığımız üzere, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!”.
Referanslar
[1] “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi/İstanbul Sözleşmesi Broşürü”. Avrupa Konseyi. URL = <https://rm.coe.int/istanbul-sozlesmesi-brosuru-tr/16809e40c9>. 27.07.2020 tarihinde erişildi.
[2] “Chart of signatures and ratifications of Treaty 210”. Avrupa Konseyi. URL = <https://www.coe.int/en/web/conventions/full-list/-/conventions/treaty/210/signatures?p_auth=yxipInLC>. 27.07.2020 tarihinde erişildi.
[3] Şimşek, B. (2019). “Kadın cinayetleri – 2019: Türkiye’de son 10 yılda en fazla kadının öldürüldüğü yıl”. BBC Türkçe. URL = <https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50956293>. 27.07.2020 tarihinde erişildi.
Fotoğraf: Nicoladreyer, Pixabay.