Yargıyı Siyasete Kurban Etmemek Lazım

Seçimlere günler kala Tabella‘nın ilk tur öncesi son sayısına giriyoruz. Bu süreçte oy kullanacağımız iki seçimden biri olan Cumhurbaşkanlığı yaklaşık 8 aydır toplum gündemini ekseriyetle meşgul ederken, diğeri olan anayasa değişikliği referandumu basında neredeyse hiç yer bulamadı.

 

Referandumda söz konusu olan değişikliği öneren, destekleyen ve en çok etkilenecek taraf olan Yüksek Mahkeme, ilgili seçimde Yüksek Seçim Kurulu olarak oturacağı ve ayrıca yargının bağımsızlığını göz önünde bulundurarak bu değişiklik hakkında son dönemde basına ya da farklı mecralarda değişiklik hakkında destekleyici ya da müspet herhangi bir fikir belirtmemeye özen göstermektedir. Buna karşın bazı çevreler bu referandum hakkında olumsuz görüşlerini beyan edebilmektedir. Ortada demokratik bir seçim olduğu sürece bireylerin ifade özgürlüklerine denecek pek bir şey tabii ki yok. Ancak oldukça gerekli olan bu değişiklikleri savunması gereken ve mecliste onaylayan siyasiler Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesiyle sessiz kaldıkları için ortada maalesef sağlıklı bir tartışma yürütülmemektedir.

 

Tıpkı yerel seçimlere denk gelen 2014 referandumu gibi bu anayasa değişikliği önerisi de önemli bir başka siyasi seçimle beraber yapılacak. Bu sebeple basın ve siyasiler bu değişikliği halka yansıtamamakta ve halkın önemli bir kısmı değişikliğin ne olduğuna dair bilgi edinememektedir. Sağlıklı bir kararın alınabilmesi için oy veren kitlenin oy verdiği konu hakkında yeterli bilgiye sahip olması gerekir. Yoksa bu örnekte de görülebileceği üzere insanlar çeşitli motivasyonları olan kişilerce popülist söylemler aracılığıyla yanıltılabilir. Bu bağlamda ilgili değişiklikleri yalın bir anlatımla aktaran kamu spotunu izlemek faydalı olacaktır.

 

İki ay önce yazdığım yazıda değerlendirdiğim değişikliklerle meclisten geçen versiyon arasında bazı farklılıklar olduğu için yapılacak değişiklikleri özetlemek isterim.

 

Yapılan değişikliklerin onaylanması hâlinde en önemli değişiklik olarak Yüksek Mahkeme yargıç sayısı daha önce bir başkan yedi üye olmak üzere sekizken, değişiklikler sonrası bu sayı bir başkan ve yedi ile on altı arasında üye olmak üzere sekiz ile on yedi arasında değişken bir sayıda olabilecek. Böylelikle ilk etapta üç yeni Yüksek Mahkeme yargıcı öngörülse de daha sonra gerçekleşebilecek değişiklikler için de tekrardan bir anayasa değişikliğine gerek olmayacak.

 

Ayrıca iki teknik değişiklik de yapılacak. Bunlardan birincisi Yüksek Mahkeme Başkanı’nın (geçici ya da kalıcı) yokluğunda yerine “en kıdemli üyenin ona vekâlet etmesi” maddesine Yüksek Adliye Kurulunun başka bir üyeyi de bu vekâletle görevlendirebilmesi eklenecek. Diğer teknik değişiklik de Anayasa Mahkemesi yedek üyesi olarak en son atanan iki üyenin görev yapması şartı yerine herhangi iki Yüksek Mahkeme yargıcının yedek üye olarak görevlendirilebilmesi eklemesi olacak.

 

Bu değişikliklerin neden yapılması gerektiğini tekrardan kısaca özetlemek gerekirse Yüksek Mahkemenin oldukça ağır olan görev yükünün bir an önce azaltılması gerekliliğidir. Beş üyesi Anayasa Mahkemesi, üç üyesi de Yargıtay olarak oturan Yüksek Mahkeme bu anayasanın geçtiği 1985 yılından beri kat kat ağır dosya yükü ile çalışmaktadır. Yüksek Mahkeme Başkanı Narin Ferdi Şefik’in aktardığına göre 1985 yılında 8 üyenin baktığı toplam 218 dava varken, bugün bu sayı 1388’dir. Davaların altı katına çıkmasına karşın yargıç sayısı aynı kalmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta Yüksek Mahkeme huzuruna gelen davaların sıradan davalar olmadığı, genellikle alt mahkemelerden istinaf edilen (itiraz edip yukarıya taşınan) davalardan oluşmasıdır. Yani bu davaların adalet namına önemi oldukça yüksektir.

 

Aynı şekilde bu yoğunluk davaların çok geç sonuçlanmasına sebep olmaktadır. Bu da adaletin doğal olarak geç tecelli etmesine sebep olur. Örneğin bir ceza davasında alt mahkeme sonucuna göre 5 aylık ceza alan bir kişi bu kararı üst mahkemeye taşıyıp suçsuz bulunsa da dava görülene kadar zaten alt mahkemece verilen cezanın önemli bölümünü çekmiş olacaktır. Bunun dışında hukuk davalarında ortaya çıkan bir borcun tahsili de davanın sonuçlanmadan mümkün olamayacağından kişilerin ciddi maddi ve manevi zararlarla karşılaşması olağandır.

 

Bu değişikliklerin kimseye bir zararı olmadığından, aksine adaletin erken tecelli etmesine imkân sağlanacağından dolayı istişarelerde bulunduğum hukuçuların çok büyük bir kısmı değişiklikleri onaylamaktadır. Ancak bazı hukukçular ile birtakım siyasiler ve sivil toplum örgütleri bu değişiklikleri reddetmektedir. Bu kişilerin bazı önemli argümanlarını değerlendirmek isterim.

 

Lefke meselesi ile Yüksek Mahkemeyi cezalandırma:

Lefke’de örgütlü bazı sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu Lefke Sivil Toplum Örgütleri Platformu adına konuşan Koordinatör Teoman Oktay yaptığı açıklamasında Lefke Kaza Mahkemesinin iki yıldır tamiratta olması hasebiyle Güzelyurt’ta oturum yaptığını ve bunun kabul edilemez olduğunu, bu nedenle de değişikliğe hayır oyu kullanacaklarını açıklamıştı.

 

Rahatlıkla anlaşılacağı üzere değişiklikle hiçbir bağlantısı bulunmayan bu meselenin bu şekilde kullanılması Yüksek Mahkemeyi ilgili binanın tamiratının gecikmesi sebebiyle cezalandırma hedefi taşıdığını söyleyebiliriz. Alelacele ilçe statüsüne getirilen Lefke’de birçok devlet binası gibi mahkeme binasının da hazır olmadığını söylemek doğrudur. Ancak önemli olan mesele bina yapımı gibi teknik meselelerin yargının değil yargı adına yürütmenin yapıyor olduğudur. Mahkemenin kendi başına ihaleye gitmesi ve inşaatı denetlemesi düşünülemeyeceği gibi oldukça kısıtlı olan bütçe ile yapabileceği fiziksel değişiklikler kısıtlıdır. Gelgelelim Lefke’de daha önce ilçe statüsünde bulunmamasına karşın bir ayrıcalık tanınarak oraya özel bir mahkemenin oturduğunu ancak ilçe statüsüne geçildikten sonra belirli eksikliklerin tamamlanması amacıyla bazı düzenlenmelerin yapılmak zorunda olduğunu hatırlatmak gerekir. Dipkarpaz gibi ücra bölgelere tanınmayan ayrıcalık mahkemenin tarihsel konumu hasebiyle ilçe değilken Lefke’ye tanınmıştı. Bugün de Lefke’deki durumun düzeltilmesi için çalışmalar yoğunlukla devam etmekte ve bu esnada görevde olan Lefke Kaza Mahkemesi en yakın ilçe olan Güzelyurt’ta oturum yapmaktadır.

 

Geçici 10’uncu madde meselesi:

Geçici 10’uncu madde değişikliğini içermemesi sebebiyle Cumhuriyet Meclisinde değişiklik önergesine ret oyu veren tek parti olan Toplumcu Demokrasi Partisi Genel Başkanı Cemal Özyiğit yaptığı açıklamasında değişikliğin içeriğine karşı olmasalar da Geçici 10’uncu maddeyi içermeyen bir değişikliği kabul etmeyeceklerini söylemişti.

 

Anayasanın geçici 10’uncu maddesi genellikle adanın kuzeyindeki antidemokratik yapının bir sembolü olarak görülmektedir. Tahmin edileceği üzere yargı ile veya yargıç sayısının arttırılması ile doğrudan alakası yoktur. Bunun yerine Anayasa’da bu maddenin değiştirilmediği durumlarda hiçbir değişikliğin yapılmaması talebi vardır. Öte yandan bu iddiada bulunan TDP 2014 yılında sunulan değişikliklerde böyle bir değişiklik olmamasına karşın kabul oyu vermişti.

 

Geçici 10’uncu madde bana göre de artık kaldırılması gereken bir maddedir. Ancak anayasada bu şekilde antidemokratik ve gündelik hayatımıza etki eden birçok madde bulmamız fazlasıyla mümkündür. Geçici 10’uncu madde genellikle polisin sivile bağlanmasının önünde bir engel olarak görülmektedir, ancak Avukat Serkan Mesutoğlu’nun da aktardığı gibi ben de bu değişikliğin polisin ve itfaiyenin sivil yönetime bağlanmasına sorun teşkil etmediği inancındayım. Böyle bir sorun görülse dahi değişmesi gereken onlarca yasa ve anayasa maddesini düşündüğümüz zaman, içlerinden birini seçip “o olmadan hiçbir şey olmaz” iddiasına girişmek gereksiz bir inat ve sürrealist bir mükemmeliyetçilik oluşturur. Bu değişikliğin toplum nezdinde bir faydası olacağını bile bile bir siyasi inat ya da çıkar hesabı uğruna karşı çıkmak “ilericilik” iddiası ile hiçbir şekilde bağdaşamaz.

 

Anayasada idam cezasının kaldırılmasından başlayarak kamu çalışanlarının siyaset yasağına kadar birçok konuda ciddi surette reforma ihtiyaç olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak yargı dışında diğer maddelere dokunulması siyasi irade gerektirir. Yargının görevi siyasi bir irade sağlamak değildir. Bu görev ilgili değişiklikleri savunan siyasi partilere düşmektedir. Bunu sağlayamayan partilerin toplumu ileriye götürecek değişikliklere karşı çıkması kabul edilebilir bir durum değildir. Siyasilerin beceriksizliklerinin bedelini yargıya ödetmek doğru bir davranış değildir.

 

Alt mahkemelerdeki eksiklikler:

Meclis dışı siyasi partilerden Bağımsızlık Yolu Partisi Parti Meclisi Üyesi Serap Kedi tarafından yapılan açıklamada partilerinin hayır oyu verme gerekçeleri arasında geçici 10’uncu madde ve Lefke Kaza Mahkemesi hususu dışında özellikle kaza mahkemelerinde ciddi yargıç eksiklikleri olduğu ve bu mahkemelere yeni yargıçlar atanmadığı durumda yargıdaki sıkışıklığın devam edeceği belirtilmiştir.

 

Kaza mahkemelerinde de Yüksek Mahkeme gibi sıkışıklıklar olduğu doğru bir önermedir. Ancak kaza mahkemelerindeki sıkışıklık önerilenin aksine sadece Yüksek Adliye Kurulu tarafından boş kadrolara atama yapılmaması ile alakalı değildir. Örneğin Girne Kaza Mahkemesine bakıldığında binanın fiziksel yapısını ve oda sayısını dikkate alarak yeni bir yargıç gelmesi hâlinde oturacak oda dahi bulmakta zorlanacağını bilmek pek de zor değildir. Bu konuda yürütmenin, yani siyasilerin yargının koşullarını iyileştirme yönünde kararlar alması ve artık nüfus yoğunluğuyla gelen dava sayısına yetişemeyen mahkemelere yeni yerler göstermesi gerekmektedir. Yasamanın ve yürütmenin hantallığı bu denli söz konusu iken bu adımın yargı tarafından atılamayacağını bile bile bu konuda yargıyı cezalandırmak anlaşılabilir bir durum değildir. İş, Vergi, Ticaret Mahkemeleri gibi birçok farklı uzmanlıkta mahkemelerin kurulmasına ihtiyaç olsa da mahkemelerin mevcut fiziksel şartları buna uygun değildir.

 

Diğer ülkeler ile kıyaslar:

Avukat Tacan Reynar ise yaptığı açıklamada anayasa değişikliğine hayır deme sebeplerini dile getirmiş ve ses getirmiştir. Sayın Reynar’ın yapmış olduğu açıklamada diğerlerinden farklı olarak bazı değerlendirmeler bulunmaktadır. Bunlardan biri de diğer ülkelerin en üst mahkemeleriyle yapmış olduğu kıyaslamalardır.

 

Örneğin Sayın Reynar bu açıklamada Amerika Birleşik Devletleri’nin üye sayısı olan Anayasa Mahkemesi (Supreme Court) üye sayısının 9 olduğundan bahsederek bir kıyaslama yapmıştır. Kuzey Kıbrıs Yüksek Mahkemesi ile bu mahkemenin kıyaslanması oldukça yanlış bir yöntemdir. ABD Anayasa Mahkemesi çok ender durumlarda federal anayasayı ilgilendiren meselelerde karar veren bir mahkemedir. Örneğin geçtiğimiz dönem yılında bu mahkeme toplam sadece 63 karar üretmiştir. İlgili yargıçlar sadece Anayasa Mahkemesi olarak oturduğu için bu 9 kişi bir yıl boyunca sadece bu davalarla ilgilenmektedir. Buna karşın bizde üye sayısı değişmesi öngörülen beş asil üyeli Anayasa Mahkemesi değil, hem Anayasa Mahkemesi hem de diğer üst mahkemelerin görevini yürüten Yüksek Mahkemedir. Bu mahkeme yukarda belirttiğim gibi sadece bu yıl yaklaşık 1400 tane dava görmektedir. O nedenle bu kıyaslamanın yapılması doğru değildir.

 

Yüksek Adliye Kurulu yetkileri ve işleyişi:

Yargıç atanması ve benzeri konularda yargının işleyişinden sorumlu olan Yüksek Adliye Kurulu üye sayısı Yüksek Mahkeme üyelerinin sayılarıyla doğrudan ilintilidir. Sayısı anayasada tam olarak belirli olmaycak Yüksek Adliye Kurulunun yeni üyelerin kaç tane ve nasıl atanacağının muğlak olması Sayın Reynar’ın dikkat çektiği bir husustur. Kendisinin “siyasi” olarak nitelendirdiği Cumhurbaşkanlığı ve Cumhuriyet Meclisi yetkililerinin buradaki temsiliyetinin ne olacağının belirsiz olmasını doğru bulmamaktadır. Ayrıca kendisi Yüksek Adliye Kurulunun çalışmalarını daha şeffaf sürdürmesi gerektiğini savunmuştur.

 

Ben Sayın Reynar’ın bu eleştirisine kısmen hak vermekteyim. Yeni değişiklikliklerin yapılması durumunda bu problemin aşılması açısından hangi hâllerde Yüksek Mahkeme üyesi sayısının arttırılabileceği kararlaştırılmalı ve Yüksek Adliye Kurulunun işleyişi şeffaflaştırılmalıdır. Ancak yeni değişiklikler bu hususta bir düzenlemeye mani değildir. Yapılacak alt mevzuat ile bu meselelere açıklık getirilmesi mümkündür. Örneğin nüfus ve yıllık dava sayısı dikkate alınarak Yüksek Adliye Kurulunun her adli yıl başı Yüksek Mahkeme üyesi sayısında artışa gitme yöntemi belirlenebilir. Ayrıca Yüksek Adliye Kurulunun şeffaflığını arttırmak adına da ileri tedbirler alınabilir. Bu değişiklikler bahsettiğim önerilere engel teşkil etmez.

 

Özet

Şahsi kanaatim bu değişikliklerin yargının ve toplumun faydasına olacağına yöneliktir. Genellikle bu tip mevzuat değişikliklerinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus değişikliğin sonrasının öncesinden daha iyi olup olmadığıyla alakalı olmalıdır. Geçici 10’uncu madde değişikliği gibi anayasada ve diğer yasalarda birçok değişikliğe ihtiyaç olduğu aşikârdır. Ancak bu tarz değişiklikleri yapmak için gerekli siyasi irade olup olmadığı tartışmaya açık olup bu irade oluşmadan prematüre bir şekilde kapsamlı reformlara girişmek reform adına daha tehlikelidir.

 

İşbu durumlarda büyük meselelerin çözülmesini beklemeden diğer küçük değişiklikleri yapmak önem arz eder. Benzer durumu anayasa dışındaki mevzuat için de söylemek mümkündür. Mesela vicdani ret gibi önemli bir meselenin bir an önce çözülmesi gerekse de ilgili siyasi irade yoksa veya oluşmuyorsa bundan gayrı diğer değişikliklerin peşinde koşulması gerekir. Örneğin “Vicdani ret yoksa başka yasa da yok!” diye bir mantık ile ilerlememiz takdirde o değişikliği yapmadan toplum için gerekli tüm değişiklikleri askıya almak gerekir. Bu da ne ilericiliğe sığar, ne de yurtseverliğe.

 

Aynı zamanda dikkat çekmek istediğim bir husus birçok kimsenin bu değişikliği siyasi hırsları için bir çıkış amacı olarak görmesiyle alakalıdır. Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere meclisteki tüm siyasi partilerin desteklediği anayasa değişikliğine 2014 yılında güçlü bir hayır oyunun çıkması ve hiçbir partinin bu oyun üzerine “konamaması” bu seçimde de hayır çıkması oldukça muhtemel olan bu değişiklikten çıkar sağlama hedefi olarak değerlendirilebilir.

 

En güvenilen kurumumuz olan yargımızın daha iyi işlemesi adına bu değişikliği onaylamamız bana göre önemlidir. Yargıyı siyasi tartışmalara ve çıkarlara kurban etmemek öncelikli bir reaksiyon olmalıdır.

 

Ayrıca son iki tecrübeden yola çıkarak ileride olabilecek anayasa değişikliklerinin kesin bir şekilde başka siyasi seçimlerle bir arada yapılmaması ve böylece gündemde daha fazla şekilde yer alarak daha sağlıklı bir tartışma sonucunda oylanması bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır.

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir