Bir Nefes Aldım, Kendime Geldim ki Sonbahar

Oldukça az bilinen Başıbozuk albümünün oldukça az bilinen “Sonbahar” şarkısı, hikâyesi gereği anlatmaya zannımca oldukça değerdir.

 

“Sonbahar”, mor ve ötesi’nin 2008 yılında düzenlenecek Eurovision Şarkı Yarışması için hazırladığı üç aday şarkıdan biri olarak o yıl remix ve canlı kayıtların olduğu albümle beraber ilk defa piyasaya çıkar. Albüm tam olarak bir stüdyo albümü olmadığı ve daha önce piyasaya çıkmamış sadece iki yeni şarkı barındırdığı için pek piyasa yüzü görmez. O yıllarda Spotify gibi uygulamaların olmamasıyla beraber bir şarkının sirküle edilmesi genellikle klipler üzerinden olur. “Sonbahar” o yeni şarkılar arasında klibi yapılmayandır. Çok ender akustik durumlar hariç “Sonbahar”, konserlerde de yer bulamamaya başlar ve yavaşça unutulur. Hâlbuki unutulmayı hiç hak etmez.

 

“Sonbahar”ı son dinlememle gerçekten sonbahara girdiğimizi iki ay rötarlı da olsa anlamam bir oldu. Adanın mevsim normalleri mi yoksa eylül ve ekimin çeşitli sebeplerce yoğun meşguliyetler içerisinden geçmesi mi sebeptir bilmem ama sonbahara yeni başlamış gibiyim bu günlerde.

 

Mart ayında henüz ilkbaharken kendimi attığım Kıbrıs’ta bir anda kasım ayını karşımda görünce aklıma ister istemez zamanın nasıl geçtiği geldi. Kıbrıs’ta bir ekim ayını en son beş yıl önce görmüş olmamdan mıdır bilmem ama sanırım ya ben Kıbrıs’ın ekimini unutmuşum ya da ekim aylarını yanlış biliyormuşum. Gelgelelim özellikle kasım ayına girerken havaların da iyice soğumasıyla sonbaharın kendisini hissetmeye başladım. Tabii sonbaharın gelişi kendisiyle beraber kışın da gelişini haber ettiğinden tedirgin olanlar olacaktır. Ben onlardan değilimdir.

 

En çok haksızlık yapılan mevsim de zannımca sonbahardır. Bu çıkarımı her “bahar” dendiğinde ilkbaharı düşünmemizden yaparım. Sonbahar da bir bahar değilse adı neden böyle? Eğer sonbahar da bir baharsa neden baharlar arasında bir ayrımımız var? Bu baharın gelişi ve geçişi de diğer baharın gelişi ve geçişi gibi bir şeylerin habercisidir muhakkak. O hepimizin bildiği şarkı “güneş doğacak, açacak çiçek” der ya hani. Ben o çiçeğin açacağını bilir gibiyim, bu kış çok uzun sürse de.

 

Sonbahar evimin önünde hüngür hüngür ağlarken onu içeriye almamak pek de doğru ya da mümkün olamazdı. Sonbaharı alıp, marifetini göstermesini beklemekten başka çare var mıydı ki? Şimdi çiçeklerin solmasını, yaprakların düşmesini, havanın iyice soğumasını ve etrafta turuncunun tonlarını iyice izlemek lazım. İzlemek lazım ki çiçekler yeniden açsın, yapraklar yeniden yeşersin, hava yine ısınsın ve dünya yine çok renkli olsun.

 

Biraz rüzgâr, biraz fırtına ve sallanma içi geçenlerin dökülmesi adına gerekli değil midir? İçi geçenlerin de içimizden geçenlerin de dökülmesi için sallantı birebir bir ilaçtır. Yapraklarını döken ağaçlardan nasıl ki güçlü olanları kışı atlatabilir ve bir sonraki yaz tekrardan açar, bizlerin de bu sonbahar ve kışta silkinip canlanması gerekir. Toplum olarak çok büyük yüklerin altına gireceğimiz bu dönemlerde duruşu korumak, yapraklar solsa da gövdeyi çürütmemek ve yeniden açmak için gün beklemek gerekir. Gün beklerken de ölmemek dahi yaşamak için bir sebeptir.

 

Daha yaşayacağımız nice sonbaharlara ve kışlara; ilkbaharlara ve yazlara…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir