Bazen durup düşünüyorum kendi kendime, bir adanın yarısına, aşağı yukarı dört yüz bin nüfuslu bir topluma bu kadar aksiyon, böyle yoğun gündem çok gelmiyor mu diye. Özellikle Kıbrıs Türk siyasetini gündem olarak alırsak olaylar hiç bitmek bilmiyor ve toplum sürekli siyasi bir gündemle meşgul oluyor. Bu olayların son gerçekleşeni ise yaklaşık yirmi aydır görevde olan ve salgın sürecinin başından beridir Sağlık Bakanı olarak görev yapan Sayın Ali Pilli’nin görevden alınması olmuştur. Peki bazı kişiler tarafından “bardağı taşıran son damla” olarak nitelendiren bu olaya gelmeden önce bu bardağı neler doldurdu, onlara değinmek istiyorum.
Çok da eskiye gitmeden dört beş ay öncesine kadar Kıbrıs Türk siyaseti çok sancılı bir döneme tanık oldu. Öncelikle kıran kırana geçen bir cumhurbaşkanlığı seçim süreci yaşadık. Bu süreçte ihlal edilen seçim yasakları ile, farklı farklı ittifaklarla ve bazı kesimlerin ortaya attığı “irade gaspı” ile gündemimiz oldukça yoğundu. Bu seçimin ve beraberinde yaşananların ardından ortada var olmayan hükûmet tamamen son bulmuş ve yerine UBP-DP-YDP üçlü koalisyon hükûmeti kurulmuştu. İşte tam da bundan sonra olan ve belki de o kadar da önemli görülmeyen bir dizi olay aslında bizi bugün bu noktaya kadar getirdi.
Ben bu olayları bu ülkenin genç bir vatandaşı olmanın yanı sıra, genç bir siyaset bilimci ve hâlihazırda eğitimine devam eden bir uluslararası ilişkiler öğrencisi olarak, “iyi yönetişim” algısı penceresinden yorumlamak istiyorum. İyi yönetişim kabaca devletin kamusal kaynaklarını verimli olarak kullanıp, toplumun kritik ihtiyaçlarının karşılaması anlamına gelmektedir. İçinde bulunduğumuz dönemi ele alırsak, devletin yönetmesi beklenen konular iki ana arter olarak görülebilir; ekonomi ve sağlık. Ancak şu an da devleti yöneten üçlü koalisyon hükûmeti bunu ne kadar başarabilmiştir?
İlk olarak ekonomiyi ele alacaksak, devlet, kaynaklarını -ne kadar olup, olmadığı belli olmayan- verimli olarak kullanamamıştır. En basitinden salgın dönemi işletmelere yapılacak olan destek ödemelerinde geri kalınmış ve özellikle küçük ve orta büyüklükteki işletmeler batma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Bunun yanı sıra, gerek yurt içi, gerekse yurt dışında eğitim gören öğrencilerin ekim ayından beridir yatırılmayan bursları taksit taksit yatırılmaya ancak şubat ortası başlanmıştır. Peki ekonomide bunca sorun varken, binlerce vatandaş geçim sıkıntısı yaşarken bizim üçlü “hükûmetimiz” ne yapmıştır? Tam da adında yer aldığı gibi, yapması gereken ve en çok da ihtiyaç duyulduğu dönemde iyi yönetişimle ülkeyi idare etmek yerine, sadece “hükûmet” olmuş ve hükûmetçilik oynamıştır. Zaten kurulurken âdeta kura usulü dağıtılan bakanlıkların ardından, bunu bürokrat atamaları takip etmiştir. Sanki önceki hükûmetin bir parçası değilmiş gibi, birçok bakan yeni müdürler, müsteşarlar, özel kalemler atamış ve resmen koltuk derdine düşmüştür. Ekonomi yerlerdeyken, hatta neredeyse ekonomi diye bir şey kalmamışken ve toplum sağlıyla mücadele verirken, bakanların günaşırı siyasi atamalar yapması, cumhurbaşkanının ise buna hiç itiraz etmeden çatır çatır imzalaması ülkemizde “iyi yönetişim” algısının zerresine sahip olmadığımızın kanıtıdır.
Buna bağlantılı olarak, sağlıktan devam edecek olursak Mart 2020’den beridir devam eden salgın sürecini yöneten bir sağlık bakanı, salgın hâlen devam ederken ve hatta kritik bir dönemden geçerken deyim yerindeyse pat diye görevden alınmıştır. Sayın Ali Pilli’yi bireysel olarak tanımasam da salgın döneminin yarısını Kıbrıs’ta, yarısını ise yurt dışında geçirmiş olan -ve maalesef geçirmekte olan- bir kişi olarak, süreci tamamen olmasa da iyi yönettiği yorumunu yapabilirim. Ben bir sağlıkçı değilim, fakat Sağlık Bakanı’nın zor salgın koşullarının yanı sıra bir de siyasi manevralarla ve çıkarlarla baş ederek bu süreci yürüttüğünü ele aldığımda, birçok ülkeye göre oldukça başarılı olduğumuz yorumunu yapabilirim. Her ne kadar Sayın Pilli’nin süreci iyi yönettiğini düşünsem de buradaki esas sorun Pilli’nin kendisinin görevden alınması değildir. Bu görevden almadaki asıl sorun, salgın sürecinin tam ortasında, vaka sayılarında kritik olunduğu ve aşı çalışmalarının hız kazanması gereken bir dönemden geçerken ve bence, ayrıca gördüğüm kadarı ile birçok kişiye göre de, ortada bir sebep yokken, bir sağlık bakanının görevden alınmasıdır.
Normal bir dönemde bile iyi yönetişim ilkelerinden bahsetmemiz gerekirken, sağlık alnında ve ekonomik anlamda tam bir kriz ile karşı karşıyayken, memleketi koltuk kavgalarıyla ve çıkar siyaseti ile “yönetmeye çalışan” bir hükûmetle karşı karşıyayız. Bu çerçevede toplumun derdi canıyken, hem sağlığı, hem de ekmeği açısından, her gün yeni bir siyasi atama yapmak ve bir günde sağlık bakanını görevden almak, sadece siyasi sorumsuzluk ve kötü yönetişimle bağdaştırılabilir.
Daha küçükken bu olaylara aşırı tepkiler gösterir ve sinir olurdum. Fakat artık genç bir birey olarak ve bir siyaset bilimci olarak, ülkemin ve bir ferdi olduğum bu toplumun bu şekilde yönetilmesine sadece üzülmekle kalıyorum. Kötü bir şey ama, belki de alışıyorumdur. Her ne kadar alışmamak için direneceksem de, tek bildiğim şey şu ki, bizde böyle yöneticiler ve “hükûmetler” var oldukça gündemimiz bitmeyecek. Toplumun gündemi sağlık ve ekonomi olurken, onların gündemi “atama” olacak. Ama bu gündem hiç bitmeyecek…
Fotoğraf için tıklayınız.
Bir yorum