Kıbrıslı Türklerin siyasi tarihinde belki de ilk defa seçmen, siyaset ve seçimlerin bu kadar değersizleştirilmesine tanık oluyoruz. Parti ve ideoloji gözetmeksizin siyaset, siyasi düşünceler ve duruşların değer kaybetmesi “hakikat ötesi” (post-truth) denen çağın da muhakkak bir getirisi durumundadır.
2009, 2010 ve 2013 seçimlerinde -nispeten- başarısızlığa uğramasının ardından strateji değiştirerek seçimlerden hükûmet kurulup bozulmasına kayan müdahale şekli, 2020 seçimleri ile beraber tekrardan dünyamıza girerken, hiç açılmamasını istediğimiz o kapının da baştan açılmasına neden oldu. Sırf bir taraf kazansın diye diğer tarafı bütünüyle “Türkiye düşmanı” ilan etmenin Allah’ın emri sayıldığı o 80’li, 90’lı yılların keşmekeşine bizleri geri döndüren bu süreç, aynı zamanda “Türkiye’nin desteklediği aday kim” tartışmalarını da beraberinde getirmiş bulundu. Çoğunlukla sağ siyasi akım içerisinde görülen “Ankara beni istiyor” ya da “Ankara ile en iyi ben çalışırım” tavırları aslında burayı ve burasının iç meselelerini önemsizleştirmede başrol oynuyor. İşte bu, siyasetin ve içerisinde barındırdığı düşünce ve duruşların aslında oldukça önemsizleştiğini gösteriyor. Seçimlerde ve hatta parti kurultaylarında adaylar seçilirlerse ne yapacaklarına ve toplumu nasıl ileriye götüreceğini anlatmaya tenezzül dahi etmiyorlar bunun yerine enerjilerini büyüklerden destek almaya ve bu desteği aldıklarına kendilerine oy verenleri ikna etmeye harcıyorlar.
Gelgelelim seçmenin kayda değer bir kısmı da ne yapacağından yahut toplumu nasıl daha ileriye götüreceğinden ziyade büyüklerinin işaret ettiği adaya doğru yöneliyor. Buna bireysel çıkar motivasyonu ile oy verenler eklenince seçmenin neye inandığının, ideolojilerin, fikirlerin ve politikaların değerleri denklemden çıkıveriyor. Diğer adaydan iyi olma üzerine olan yarış; karalama, çarptırma, yanıltma gibi yöntemlerin çarpışması vasıtasıyla diğer adaydan kötü olmama üzerine kuruluyor. İşte hakikat ötesi denilen, hakikatin giderek önem kaybettiği bu günlerde aslında seçmenin de hakikati aramaktan gayrı inanmak istediğine inanmak gibi bir niyeti olduğu da apaçık ortada oluyor.
Mesela 2020 seçimlerinin öncesinde ve sonrasında iki sol tandanslı adayın destekçileri arasında kimin kime daha fazla ve daha önce hakaret ettiği kavgasının gözler önünde yaşanış şekli, dört ana adayla yarışan sağ partilerin ekmeğine en güzelinden taze bir kaymak yağı sürer vaziyetteydi. Madalyonun diğer yüzünde bugünlerde hükûmette yer alan üç sağ partinin kendi içerisinde yaşadığı ağır çekişmeler değerlendirildiğinde benzer bir aytışmanın burada hem de daha derin ayrılıklarla yapıldığını gözlemlemek kolaydır.
Muhalefetin -ve doğal olarak solun- en azından tabanında anlamlandırılma sıkıntısı çeken olguların başında bu kadar karışıklığın içerisinde nasıl olur da sağın bu kadar güçlü olduğu vardır. Bugünün tasvirini yaparken dikkat edilmesi nokta şudur: Sol örgütlenme duygular üzerinden yapılmaktadır. Buna karşın sağ örgütlenme daha “profesyonel” hissiyatları baz alır. Çıkar ilişkileri ve beklentilerin en azından oransal olarak durduğu farklılık oranı partilerden dağılma ile korelasyon gösterir. Duygusal örgütlemelerde küslük, hırçınlık ve kaçışı görmek oldukça kolaydır. Hâlbuki çıkar ilişkisi üzerinden kurgulanan bir örgütlenmede üzülseniz de, karşınızdakini sevmeseniz de çıkarlarınıza en uygun ne ise ona göre hareket etmeniz oldukça olasıdır. İşte bu, iki tip örgütlenmede hangisinin daha başarılı olduğunu anlamakta fayda sağlar.
Çıkar üstünden kurulan örgütlenmenin başarısını azaltmanın tek yolu çıkar kaynaklarını olabildiğince kısmaktır. Bu da hükûmet kaynaklarından, atamalardan, ihalelerden, istihdamlardan ve diğer kıyaklardan uzak durma ile mümkün olur. Bu sebeple bu örgütlenme ne pahasına olursa olsun iktidarda olmak için elinden geleni yapacaktır. İktidarda oldukça büyüyecek, büyüdükçe iktidarda olmaya devam edecektir. Kıbrıslı Türk siyasetinde bu döngünün kırılması imkânsıza yakın bir durumdur.
Yarını tasvir etmeye ya da en azından tahayyül etmeye gayret gösterildiğinde, yakın gelecekte gelen seçimlerde bu döngünün kırılması hedefi sol adına uzun vadede yaşarlılığı olan tek hedef durumundadır. Aksi hâlde beş yıl daha rakibe teslim edilecek bir gelecek, sonsuza değin bir azınlık anlamına da gelecektir. Bunu yaratılması için politikaların ve fikirlerin, duruşların ve hakikatin bu kadar önemsizleştiği günümüzde fark yaratmak için tam da bu şekilde akıntının tersine kürek çekmek gerekir. Eğer çağın gerçekleri gözüktüğü gibi kabul edilir, oyun da karşı tarafın istendiği gibi oynanırsa, seçmeni duygu bakımından hissizleşen ve oyunu böyle oynamaya alışan taraf galibiyeti kolaylıkla alır. Türkiye siyasetinden de bu konuda paralellikler çıkarılabilecek örnekler vardır. Muhalefet tüm stratejisini iktidarı dövmek üzerine kurarsa, kendisinin muhalefet karşısındakinin iktidar olacağı gerçeğini kabullenmiş olur. Bu noktada muhalefetin iktidar olma isteği varsa yapması gereken iktidar olması gerektiğine halkı inandırmaktır. Çıkarların ve büyüklerin kimi işaret ettiğini dengelemenin tek yolu kitleleri ikna edecek adımlardır.
Ekonomik bunalımın arttığı, kalan son oksijen tüplerin de tek tek hurdaya ayrıldığı şu aylarda anlaşılır ve ikna edici bir ekonomik politika, iktidara talip olan herkesin listesinde seçim şarkısından filan önde durmalıdır. Özellikle 2018 seçimlerinde esamesini okuyamadığımız “ekonomi” denen şey partilerimizin sandığının aksine oldukça önem taşıyan bir husustur. Tarihten onlarca örneği olacağı üzere seçim kazandırır ve seçim kaybettirir. Sağın tüm iç karışıklıkları seçim startı verdiği anda durulacaktır. Özellikle en büyük partide olacak olan tarafların kabuğuna çekilip, mühür sonrası atılacak tiklerde birbirlerinin listeleriyle çarpışmak olduğudur. Bu da buralardan medet umulmayacağının bir göstergesidir. Meselenin içine çıkar girince dünün dün olduğu ve bugünün bugün olduğu net şekilde ortaya çıkacaktır. Muhalefetin buna bel bağlaması komiktir, çünkü tarihten hiç ders çıkarmamak demektir. Sağ partiler fiziken bölünse dahi seçim sonrası gerek koalisyonlarla, gerek birleşmelerle, gerekse iltihaklarla bir araya gelmekte bir zorluk yaşamamaktadır ve yaşamayacaktır.
Muhalefetin eleştiriden puan toplama ve iktidara puan kaybettirme yolu ile durumu dengeleme çalışması da sonuca ulaşacak bir strateji değildir. O “kemik” denilen kitleye ulaşmak için tüm bunlar yetersiz çabalar olacaktır. İktidara gelmek isteyenin yapması gereken -yukarıda da anlatıldığı gibi- giderek karanlık olan geleceği aydınlatmada bir deva olacağına seçmeni ikna etmektir. Sanayiyi batırmayacağını, turizmi kurtaracağını, ticareti arttıracağını, öğrenciyi getireceğini göstermektir. Kalkınma planını ortaya koymaktır. Bunun için sıkı çalışma ve kaliteli ekip gerekir. Ekibin pişirdiğini halka sunma görevi de yine siyasetçinin işidir. Halkın bütününü ikna edecek söylemleri oluşturmak, bunları hem kitlelere hem de elite aktarma görevi de oldukça zorludur. Önceki seçimlerde yapılan propaganda hataları, amatör reklam filmleri ve gündemi değiştirmekteki başarısızlıkların hepsi seçim kaybettirecek hatalardır. Bu alanlarda da “parti çocukları” değil gerçek profesyonellere başvurmak çağımızın bir zorunluluğudur.
Tüm bunlar değerlendirildiğinde muhalefet için iktidar aslında “out of reach” yani erişilemez bir vakıa değildir. Tam aksine şartlar iyi bir çalışma ile büyük sürprizlere gebe olacak konumdadır. Bu çalışmaların noksanlığı, bugünün beş yıl daha devam etmesi ve artık dönülmez akşamın ufkuna girilmesi demektir. İktidar eğer iktidarını devam ettirmek isterse yapması gereken kurduğu çıkar zincirini makro düzeye taşımaktır. Bunun karşısında muhalefet bu çıkarın toplumun bütününe sirayet edeceğine halkın daha büyük bir kesimini ikna etmek zorundadır. Bu da takdir edersiniz ki hiç küçümsenmeye gelmeyecek, oldukça zor bir görev olacaktır.