Uzun zamandır gerek derslerim, gerek ise araştırmam sebebiyle yazma fırsatı bulamadığım Tabella’nın bu haftaki sayısında, kendim için fazlasıyla anlam dolu olan, sizler için ise umarım düşündürücü ve aydınlatıcı olacak bir yazı ile karşınızdayım.
Geçtiğimiz hafta sonunu, Anneler Günü vesilesi ile sayısız fotoğraf ve anının içinde yüzerek geçirdim. Yazımın görselinde kullandığım fotoğraflarda gördüğünüz çocuk, şu an bu okuduğunuz yazıyı yazan kişinin ta kendisi. Gülerken, ağlarken, gezerken, oyun oynarken, doğum günü ve yeni yılı kutlarken… Sorarsanız yukarıdaki fotoğraflardaki benden neler hatırladığımı, cevabım maalesef “Hiçbir şey.” olur. Fotoğraflarda gördüğünüz yaşlardaki neredeyse tüm anılar, bizlere annemizin, babamızın, kısacası ailemizin bizlere anlattıklarından ibaret.
Çocukluğumdan beri beni tanıyan veya kimliğime bakan kişilerden en çok duyduğum tepkilerden bir tanesidir “Viyana’da mı doğdun? Ne kadar güzel…”. Sadece yaklaşık 2 yıl boyunca Viyana’da yaşayan ve daha sonrasında şimdiye kadar bir daha doğduğum toprakları gezip yeniden görme imkânı yakalayamamış biri olarak, Viyana’da doğmuş olmak şimdilik sadece kimliğimde “farklı” gözüken bir bilgi olarak yer alıyor.
İşte tüm bunların altında yatan sebep, çocukluk amnezisi (bazı kaynaklarda bebeklik/infantil amnezisi) olarak nitelendirilen bir durumdan kaynaklanmaktadır. Çocukluk amnezisi, yetişkinlik dönemindeki bireylerin belli bir yaştan önce (özellikle 0-3 yaş öncesi) yaşanan otobiyografik düşünceleri, duyguları, davranışları, kısacası o yaştan önce deneyimlediği anıları hatırlayamaması olarak açıklanabilir. Birçoğumuz geriye baktığımızda, özellikle bu yaş grubundan önceki anılarımızı hatırlayamadığımızı, ilk anımızı bu yaşlardan sonra belleğimizde canlandırabildiğimizi fark ederiz. İşte bu noktada eminim sizler de benim gibi, neden belli bir yaştan sonraki anılarımızı hatırlayamadığımızı merak etmişsinizdir.
Anılarımız nasıl oluşur ve sonrasında nasıl kaybolurlar?
Çocukluk amnezisine yol açan nedenleri ve mekanizmayı açıklamadan önce, beynimizin anıları nasıl oluşturduğunu, sonrasında bu anıların nasıl kaybolduğunu anlatmak istiyorum.
Nöron adı verilen beyin hücreleri, sinir sistemimizin temel bileşenidir ve birbirleri ile iletişim kurma ve bilgi aktarımı konusunda olağanüstü yeteneklere sahiptirler. Bu yeteneklerini sinaptik iletim adı verilen bir süreçte kullanmaktadırlar. Nöronlar, sinaps adı verilen özelleşmiş bağlantı noktaları sayesinde birbirleriyle iletişim kurabilirler. Sinaptik iletimin gerçekleşmesi için gereken spesifik moleküllere ise nörotransmitter adı verilir.
Nörotransmitterler, nöronların akson adı verilen bölümünden sinaptik boşluğa salınır. Sinaptik iletim için gerekli olan nörotransmitterlere özgü reseptörler ise, sinaptik iletimde akson ile bağlantı hâlinde olan dendritler üzerinde yer alır. Hafıza ile ilgili olarak, nöronlar birbirleriyle sinaptik iletim aracılığıyla ne kadar sık iletişim kurarsa, aralarındaki bağlantı o kadar güçlü hâle gelmektedir. Uzun vadeli güçlendirme (long-term potentiation) olarak adlandırılan bu sürecin, bellek depolamanın temeli olduğu düşünülmektedir.
Yeni hafıza oluşumunun gerçekleşmesi için bilginin belirli süreçlerden geçmesi gerekir. İlk olarak, bilgiyi kullanılabilir bir forma dönüştürmek gerekir ve bunun için kullanılan işlem kodlama (encoding) olarak adlandırılır. İkinci olarak, oluşturulan hafıza daha sonra kullanılmak üzere saklanır (storage) ve son olarak ise, geri çağırma süreci (retrieval), depolanan anıların, bir işlem veya faaliyette kullanılmak üzere bazı ipuçlarına yanıt olarak geri çağırması, farkındalığımıza geri getirilmesi olarak nitelendirilebilir.
Hafıza, kabaca iki farklı türe ayrılır. Bunlar sırası ile; kısa süreli hafıza ve uzun süreli hafıza olarak isimlendirilir. Hafıza, uzun vadeli olarak saklanmadan önce birkaç farklı aşamadan geçmektedir. İlk aşama, hafızanın en kısa unsuru ve kısa belleğe geçişten önce yer alan duyusal hafıza olarak adlandırılır. Beynimize sürekli olarak akın eden duyusal bilgi nedeniyle, bu duyusal hafızanın yalnızca belirli yönleriyle ilgilenir ve bilgilerin çoğunu filtreleriz. Bu nedenle, elde edilen duyusal hafızanın yalnızca belirli bir kısmı sonraki aşamaya, yani kısa süreli belleğe aktarılır. Çalışma belleği olarak da bilinen kısa süreli bellek, hatırlamamız gereken bilgileri sonraki saniye, dakika veya saatlerde depolar. Oluşan kısa süreli hatıralarımızın çoğunu hızla unutsak da bu bilgileri korumak için bilinçli bir çaba sarf ederek, bu hatıraları bir sonraki aşama olan uzun süreli hafızada depolayabiliriz. Uzun süreli hafıza, beyninizin sizin için önemli olduğu için sakladığı bilgileri depolar ve depolanan bilgiler büyük ölçüde farkındalığımızın dışındadır, ancak gerektiğinde çalışma belleğine geri çağrılabilir. Bununla birlikte, az önce de bahsettiğim gibi bilgileri korumak için bilinçli bir çaba sarf etmediğimiz sürece, bilgiler uzun süreli hafıza depolanmayıp, hızla sonsuza dek yok olacaktır.
Belli bir yaştan önceki anılarımızı neden hatırlayamayız?
Çocukluk amnezisine katkı sağlayan mekanizmalardan biri, beynin dentat girus bölgesinde yaşamın erken döneminde mevcut olan yüksek nörogenez (sinir kök hücrelerinden, sinir sistemi hücrelerinin yani nöronların üretim süreci) hızıdır. Dentat girusta yeni oluşturulan nöronlar, projeksiyonlar ile uzun dönem belleğin en önemli bölgelerinden biri olan hipokampüsün CA3 bölgesinde yer alan hücreler ile bağlantı kurar. Yeni oluşan bağlantıların entegrasyonunun daha önceden mevcut olan sinaptik bağlantılar ile yarışarak onların aktivitesini etkilediği ve hatta o bağlantıların yerine geçtiği gösterilmiştir. Bu yeniden organizasyon, bu devrelerde depolanmış bilginin kaybolmasına yol açar ve çocukluk amnezisinin temelini oluşturur. Yani bebeklik anılarınızı hatırlayamamanızın ana nedeni, o anıların üretildiği nöronların yerini çoktan yeni nöronlar almış olmasıdır. Daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Nörogenezin yanı sıra, birçok farklı mekanizma da bu süreçte yer almaktadır. Örnek vermek gerekirse, yenidoğanlarda bellekten sorumlu proteinlerin üretim şeklinin yetişkinlerdekinden farklı olduğunu gösteren çeşitli çalışmalar mevcuttur.
Peki bu unutulan anıları geri getirmenin hiç mi bir yolu yok diye sorarsanız, gelişen teknoloji ve fareler üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda, optogenetik (canlı hücre ve organizmalarda moleküler olayları seçici bir şekilde düzenlemek için ışığı kullanan, genetik olarak kodlanmış proteinlerin ışık varlığında şeklinin değişmesi ile hücre davranışına etki eden yeni bir yöntem) olarak adlandırılan bir teknik ile yetişkin farelerin bebeklik dönemindeki anılarını hatırlayabildiği tespit edilmiştir. Her ne kadar fare beyni, insan beyni için tam olarak referans gösterilemeyecek bir durumda olsa da elde edilen veriler gelecek için gerçekten heyecan vericidir. Nörobilim, günümüzde içerisinde hâlâ fazlasıyla sırlar barındıran ve keşfedilmeyi bekleyen birçok paha biçilemez cevhere ev sahipliği yapan uçsuz bucaksız bir okyanus. Nörobilimin gelişen teknoloji ile birlikte son dönemdeki hızlı ve istikrarlı ilerleyişi sayesinde, günlük yaşantımızda merak konusu olan fakat yıllar boyunca anlamlı bir temele oturtamadığımız sayısız bilinçsel davranışın nedenlerini ve muhtemel çözüm yollarını keşfetmeye devam edeceğiz.
Kaynakça
Alberini, C. M., & Travaglia, A. (2017). Infantile Amnesia: A Critical Period of Learning to Learn and Remember. The Journal of neuroscience : the official journal of the Society for Neuroscience, 37(24), 5783–5795. https://doi.org/10.1523/JNEUROSCI.0324-17.2017
Akers, K. G.; Martinez-Canabal, A.; Restivo, L.; Yiu, A. P.; De Cristofaro, A.; Hsiang,
H.-L.; Wheeler, A. L.; Guskjolen, A.; Niibori, Y.; Shoji, H.; Ohira, K.; Richards, B. A.;
Miyakawa, T.; Josselyn, S. A.; Frankland, P. W. (2014). Hippocampal Neurogenesis Regulates Forgetting During Adulthood and Infancy. Science, 344(6184), 598–602. doi:10.1126/science.1248903
Fotoğraf: Hasan Alp Tuncay’ın arşivi.