“Are we there yet?” yani “Henüz orada mıyız?” İngiliz dilinin sevdiğim kalıplarından, ortaya konulan bir hedefe varmaya veya yola çıkıp bir yerlere ulaşmaya çalışırken sık sık sorulan, sorgulanan bir soru tümcesidir.
Günün anlam ve öneminden yola çıkarak, bu muasır medeniyetler seviyesinin çok uzağında olmamızdan dem vurmanın iyi geleceğini düşündüm. Bir gün gelip biz de içi boş, anlamsız tartışmalardan kurtulup hep birlikte daha ileriye gitmek için çaba gösterir miyiz merak ediyorum. Toplumsal cinsiyet meselesi mesela ya da vicdani ret, bana o kadar idealden uzak konular olarak geliyor ki bu konuları sağlıklı şekilde tartışacak günleri bile görüp görmeyeceğimi sorguluyorum bazen.
Bir yanda aldığım eğitim, gezdiğim yerler, okuduğum şeyler çok daha ötesini tartışma arzusunu uyandırsa da yaşadığım toplumun gerçekleri aslında tüm bunların önünü tıkamakta. Mesela dünyada hukuk insanları biyometrik verilerin nasıl kullanılacağına ve bireysel hakların nasıl korunacağına dair tartışmalar içerisindeyken, diğer yanda bizler Kent Güvenlik Sistemleri (MOBESE) ile nasıl yaşayacağımızı bile tam bilemiyoruz. Yargı sistemleri çevrim içi formata ne ölçüde geçebilir, avukatların yerini bilgisayarlar ne zaman alır diye konuşmak lazımken daha yargı bağımsızlığımızın ne ölçüde var olduğunu sorgular durumdayız. Zorunlu eğitim yaşı dört mü beş mi olmalı tartışmaları bir yanda süredursun, bizler daha okullara toplu taşıma sağlama konusunda bile medeniyetin birkaç dekat gerisindeyiz. Önceki yıllarda Gönyeli Belediyesi sağ olsun, “bisiklet yolları, araba park ceplerinin iç tarafında mı dış tarafında mı olmalı” konulu tartışmalar görüp biraz muasır medeniyet mi oluyoruz heyecanına kapılmıştım ancak bu iş öyle tek seferlik işlerle olacak bir durum değil.
Bu hâl ve şartlarda evlilik dışı çocukların mirastan eşit pay alamamasından tutun kadın ile erkeğin hâlen farklı değerlendirildiği yasalara; sivil partnerlerin birbirleri üzerinde haklarının olmamasından eş cinsel çiftlerin kanun karşısında bir karşılık bulamamasına kadar aslında toplumsal eşitlik adına 2021 yılından ziyade 1921’e daha yakın bir dönemde olduğumuz kesindir. Bu ülkede Afrika, Doğu Avrupa, Orta Doğu, Güney Asya, Güney Doğu Asya bölgelerinden gelen göçün haddi hesabı yokken bırakın bu kişilere karşı olan ırkçılığı, biz daha “Kıbrıslı-Türkiyeli ayrımcılığı” karşısında bile adım atabilmiş değiliz.
Cebimizdeki telefon, önümüzdeki bilgisayar ile istediğimiz gibi eriştiğimiz Batı’nın, yani “medeniyetin” bir parçası olduğumuzu sansak da aslında muasır medeniyetler seviyesinin çok uzağındayız. Kıbrıs sorunu dışında ve hatta bazen o konu da dâhil kalan her şeyde kafamızı kuma sokarak her şeyin dört dörtlük olduğuna inansak da gerçekler aslında bunların çok ama çok ötesindedir.
Tarafı olduğumuzu iddia ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ilgili davalarını açsak ülkede aslında sadece en temel hakları koruma adına ne kadar çok değişim göstermemiz gerektiğini görebiliriz. Bugün muasır medeniyet seviyesine yanaşmak yerine bir başkasının gemisinde yavaşça iptidai bir toplum olmaya yelken açmış bulunuyoruz. İrticanın terakkiden evla görüldüğü, “radikal” ve “ilerici” gibi sıfatların bir hakaret olarak anıldığı zihniyet ile ileriye gidileceğine inanmak da zaten oldukça güçtür.
Geleceğe bakarken karamsar olmam alttan gelen nesile duyduğum güvensizlikten değil, aksine bu neslin başa geldiğinde temel hak ve özgürlükleri garanti altına almaya çalışmaktan, yargı bağımsızlığına; yargı bağımsızlığını sağlamaya çalışmaktan eğitime; eğitimi düzeltmeye çalışmaktan vergi adaletine ve böylece uzayan birçok öncelikli hususa vakit kalmayacağına dair yükselen inancımdandır. Tüm bu temel meseleler düzelmeden muasır medeniyetlerin tartıştığı meseleleri tartışmak muhakkak ki çok zor olacaktır. Bu nedenle “biz orada değiliz” ve “biz oradan çok uzaktayız” demek aslında üzücü olsa da bir gerçeklik olarak bizimle olmaya devam edecektir.
Fotoğraf için tıklayınız.