Bir Hırvatistan Macerası

Daha önceki gezi yazılarımdan birinde de alıntı yapmış olduğum gibi:

“Yavaş yavaş ölürler; seyahat etmeyenler.” – Pablo Neruda

 

Son bir buçuk senedir Kıbrıs’ta olmak, seyahat etmemek, uçağa binmemek, farklı kültürler tanımamak bana neredeyse dayanılmaz geldi. Özellikle de bunların hepsini zorla yapmıyor oluşumuz. “Adaya geri dönünce karantina var, aşısızım, korona var.” demedim, canıma tak etti ve kendimi bir eğitim semineri için Hırvatistan’a giderken buldum. Üstelik ani bir kararla.

 

Gittiğim eğitim insan hakları, cinsiyetler arası eşitsizlikler üzerine olsa da Hırvatistan maceram sadece eğitimden ibaret değildi. Son zamanlarda bütün dünyada üstüne basa basa söylediğimiz eşitsizlik üzerine çalışmalarımız kesinlikle can alıcı noktasıydı bu seyahatin denebilir.

 

12 günlük Hırvatistan seyahatimde başkent Zagreb, yakınlarındaki küçük bir kasaba olan Nova Gradiska, Bosna Hersek ile birbirlerini sadece Sava Nehri’nin ayırdığı Slavonski Brod şehri, Dubrovnik ve Lopud adasını ziyaret ettim. Önceliğimiz eğitim olan bu seyahatte gezme fırsatımız da oldu. Şunu söylemekle başlamak isterim ki en cana yakın insanlar Nova Gradiska kasabasında idi. Gerçekten yerlileri çok iyi insanlar denebilir, seyahatimin büyük bir bölümünü bu kasabada geçirip buna tanıklık etme fırsatım oldu.

 

Zagreb’den, yani başkentlerinden bahsedecek olursak, olağanüstü demek yeter bence. Her Avrupa ülkesi başkenti gibi kendine hayran bırakan bir güzelliği var. Birçok seçenek ile dolu ve birçok tarihî yeri mevcut. Özellikle benim için fizik bilim dalında en önemli insanlardan biri olan Nikola Tesla’nın müzesine de ev sahipliği ediyor Zagreb. İçerisinde çeşitli tarihsel bir sürü taşıt bulunmakta. Mühendislik harikalarının tarihini merak edenlere önerilir.

 

Aynı zamanda Zagreb’de birçok güzel park bulunmakta. Özellikle bir tanesi ilgimi çok çekmiştir, Art Park yani Sanat Parkı. Bu parkın özelliği sanatçıların çalışmalarını bu parkta özgürce yapabilmesi ve sergileyebilmesindendir. Koskoca şehrin içinde, binalardan uzaklaşmak için kaçılabilecek birçok park var.

 

Nova Gradiska kasabasında bolca vakit geçirmiş olmamın sebebi eğitimin orada geçiyor olmasındandır. Kesinlikle büyük şehir yaşantısını sevmeyenler için bir kasaba denebilir. Küçük, tatlı bir kasaba kendisi. Fazla seçenek olmasa da kasabada yerli halka yetecek kadar her şey mevcut denebilir.

 

Dubrovnik, Game of Thrones derim sadece. Mahcubiyet merdivenleri (walk of shame), surlar içi, canlılığı mükemmel. O kadar temiz ki sokaklar, surlar, özenle bakılmış âdeta. Bizde de var biliyorum fakat bizimkilerin bu denli bakımı, onarımı yapılmıyor maalesef, yoksa bizim Dubrovnik’ten herhangi bir eksiğimiz yok inanın.

 

Slavonski Brod şehri ise Bosna Hersek sınırının bulunduğu bir şehir. Çok canlı, seçenekleri bol olan bir şehir daha. Sava Nehri yanında yürümek inanılmaz bir zevk. Fakat sınır kapısını görmek, ülkesi ortadan ikiye ayrılmış ben için biraz da hüzün verici denebilir. İki ülkeyi birbirinden bir nehir ayırıyor. Her ikisi de çok değerli ülkeler.

 

Biraz da şahsi olarak yaşadığım anılardan bahsetmek gerekirse, dünyanın birçok yerinden gelen hiç tanımadığım insanlarla birlikte seyahat etme şansım oldu Hırvatistan’da. İnanılmaz bir maceraydı diyebilirim. Çok şey kattılar bana. Onlardan ayrılmak medeniyetten kopmak gibi geldi bana. Öyle güzel fikirleri, öyle güzel davranışları var ki sanırsınız hepimizin can bağı kan bağı var.

 

“Bir yolculuğun en iyi ölçüsü katettiğin kilometreler değil, yolculuk sırasında edindiğin arkadaşlardır.” – Tim Cahill

 

Bir diğer yandan hayatımda hiç yaşamadığım kadar ölüm tehlikesi yaşadım demek istiyorum. Kıbrıs’ta görmediğim yılanları Hırvatistan’da gördüm. İnanamazsınız. Bir de bu ülkede yılanları öldürmek, zarar vermek, kaçırtmak falan suçmuş diyorlar. Düşünsenize, Dubrovnik’tesiniz, surları geziyorsunuz ve bir yılan da sizinle yanınızda geziyor! Beni bilen bilir, tabiri caizse “Buse topuk”. Hiç kimseyi düşünmeden, belki de bencilce, arkama bakmadan, mantıksız bir karar alarak, kaçtım gördüğüm yerden. Üstelik 1 değil, 2 değil, tam 3 kez gördüm yılan Hırvatistan’da.

 

Trafik kurallarına uyma, trafikte saygılı olma kültürleri bence Türklerle aynı denebilir; hiç yok! Taksideyken trafik kazası bile geçiriyorduk. Tramvay tarafından yaya geçidinde neredeyse basılma maceramı da bir kenara koyarsak sağ salim karantinaya geri döndüm.

 

Bir daha gider miyim bilmiyorum, yılanlar beni bayağı bir korkuttu yalan yok. Bolca keyif aldım. Bolca eğlendim, öğrendim, yeni kültürler tanıdım, kısaca zenginleştim. Korona bütün dünyayı bir şekilde etkilemiş; Hırvatistan’daki kurallar bizim burası ile aynı. İnsanları da aynı kafadalar. Yılanlardan korkmuyorsanız denemenizi tavsiye ederim.

 

2021 yılının seyahat kapısını açtığımdan mıdır bilmem ama, hemen başka ülkeleri gezme planları yapmaya başladım bile.

 

“Yolculuk – önce seni sözsüz bırakır sonra da iyi bir hikaye anlatıcısına dönüştürür.” – Ibn Battuta

 


 

Fotoğraf: Ivan Ivankovic, Pixabay.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir